Yerinde Sayanlar
Öğrencilik yıllarımda Cenap Şahabettin’in “Tiryaki Sözleri” adlı eserini sık sık okur, beğendiğim sözlerin altını çizer ve bazı güzel sözleri de ezberlerdim.
Askere gittim. Eğitim sırasında komutan “Yerinde say!” komutu verdiğinde Cenap Şahabettin’in “Yerinde sayanlar, yürüyenlerden ziyade ayak patırtısı eder.” sözü aklıma gelirdi hep. Gerçekten bu sözün ne kadar anlamlı olduğunu orada bizzat gözlemlemiştim.
M. Akif, “Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir?” diyor. Sessiz yaşayabilmek ne büyük bir meziyet... Belki de hayat, sessiz yaşanıldığında daha bir anlam kazanıyor. Debdebeli, şaşaalı, şatafatlı hayata özenen; şan, şöhret, makam, mevki peşinde koşan, küçücük menfaatler için kıyametler koparan, velveleyle, yaygarayla hakkını aradığını zanneden zavallılar... Yaşadıklarını zannediyorlar. Kırıp dökerek, insani değerleri hiçe sayarak yaşanan böyle bir hayat için bence söylenebilecek tek bir söz var: Koskoca bir ömr-ü tehi...
***
Bir ilkbahar sabahı uyandığınızda, ağaçları görüyorsunuz. Kış boyunca hiçbir canlılık belirtisi taşımayan ağaçlar, bir gecede rengârenk çiçeklerle, yemyeşil yapraklarla bezeniyor. Zamanla çiçekler, meyveye dönüyor. Gürültüsüz patırtısız, sessiz sedasız...
İpek böceği, insanlara “bir yumak ipek” sunabilmek için hummalı bir şekilde kendini kozaya mahkûm ediyor. Öleceğini bile bile... Bal arısı bütün gün tabiatı dolaşıyor, çiçek çiçek. Balları insanlar için depoluyor, petek petek. İlkbaharda, tabiatı süsleyen narin kanatlı kelebekler uçuşuyor, benek benek. Ama sessizce...
Dünya, dönüyor. Güneş, her sabah yeniden gülümsüyor. Ay, gecelerimize doğuyor. Yıldızlar, semanın kandilleri gibi ruhumuzu aydınlatıyor. Bütün gezegenler, yörüngelerinde yüzüyor, yarışırcasına. Sessiz sedasız...
Gönül erleri, çile dolduruyor “Yaş odunlar gibi çatırtılı patırtılı yanma; kurumuş odunlar gibi sessiz sedasız yan!” düsturuyla.
***
Düşünüyorum da Nemrutlar, Firavunlar saraylarda, köşklerde, debdebeli, şaşaalı, şatafatlı yaşadılar, zulmün, inkârın timsali oldular. Gücün, kudretin, dünya saltanatının timsali olan İskenderler, Timurlar, Cengiz Hanlar... Geldiler, geçtiler.
İbrahim (AS) ateşe atıldı. İsmail (AS) Allah’a kurban oldu. Yakup (AS) evlat hasretiyle ağladı. Eyüp (AS) hastalandı, sabretti. Yusuf (AS) yedi yıl (bir rivayete göre on iki yıl) zindanda yattı. Sessiz sedasız...
Ahmet Yesevi yaşadı, Türkistan’da. Doksan bin öğrencisini, alp erenlerini, Anadolu’ya gönderdi. Bu Horasan erenleri, Anadolu’yu Türk ve Müslüman yurdu hâline getirdi. Hacı Bektaş Veli, dervişler yetiştirdi Sulucakarahöyük’te. Yunus, Tabduk Emre’nin dergâhında pişti. “Ne olursan ol yine gel.” dedi Mevlana. Aziz Mahmut Hüdayi, Hacı Bayram-ı Veli ve daha niceleri gönüllere taht kurdular, unutulmaz izler bıraktılar. Geldiler, geçtiler. Ama sessiz sedasız...
Osmanlının haşmetli dönemlerini hatırlıyoruz. “Kızıl Elma” sevdasıyla her yıl Avrupa içlerine seferler düzenleyen, ülkeler fetheden, çağ açıp çağ kapatan, asırlarca dünyaya meydan okuyan Yeniçeriler, tarihin seyrini değiştirdi, tarihi yeniden yazdı âdeta. Ama sessiz sedasız...
Osmanlının gerileme dönemlerinde, yerinde saymaya başlayan aynı Yeniçeriler, olmadık sebeplerle isyanlar çıkardılar. Velveleler, yaygaralar kopardılar. Kazan kaldırdılar. Yerlerinde saydılar. Sonunda ne oldu? Şairin deyimiyle “Koyup kaldırmada, ikide birde / Kazan devrildi, söndürdü ocağı.”
Yerinde sayanlar, yürüyenlerden ziyade ayak patırtısı ediyor vesselam.