- 1187 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Haşim Dursunoğlu / ardahan öyk.94 (kitap)
Çok çocuktum.
Lisan sevgimin ilk baş özentisi Fransızca bilen Haşim Dursunoğluydu.
Gene böyle bir gündü.
"Yalanım varsa güne kör bakayım."
Haşim Bey kimdir?
Çokta idrak ediyor sayılmamdı.
Turist adam ve karısını, sarılıklarından ayırıyordum.
Bize benzemiyordular.
Üst-başları; paltarları bizimkine benzemiyordu.
Adamın sıyrılı gömleğinin kolundan uzanan derisi üstündeki çilleri gözümle; boynunda ve ensesinde gördüm. Hanımını da tarassuta aldım.
Başkaydılar...
Yeni Sinema’da filmleri... biz ve karşımızdakiler halinde ezberlemiştim.
Polonya ve Rusya savaşını anlatan filmde ezberim çuvallamıştı.
O tevür de olur muymuş?
Gün-ü bugün, hele öğreniyorum.
Haşim Bey, bugün Halk Bankası olan burada... kavağında (önünde) sağ ayağına elini gücenmişti. Turistle ritmli, ahengli şiir gibi Fransızca konuşuyordu.
Edaları da yabancı lisana uymuştu.
Ellerini iki yana açıyorlar.
İsveçli sarı adam sol avucuna öteki elini kesme koydu. Kesinlik kazansın istiyor: Ne diyorsaydı.
Haşim Bey sağ başparmağını dalına taraf Hanağı gösterdi.
- Mersi!... dedi.
Uşak canımnan çok özendim. Nasıl imrenmem: Ben de konuşabilseydim...
Yabancıca danışsam...
Söyleşsem ve bilişsem...
" Parmakla gösterseler."
" Ne yaman uşak deseler!"
Haşim Bey hanımıyla dünya turlarına çıkardı. Kurattı. Çocukları olmazdı. İleri düşünceli insandı. Avrupa’yı gezmeye tanımaya meraklı az kişilerdendi. Birde Kars’ta Manolya Pastane’nin sahibi kardeşler; Avrupa’yı gezerdiler. Her sene sıraylan tura çıkardılar.
Haşim Bey başında kahverengi fötr... sade gömleği. Çok kalite bir İngiliz kumaşından pantolun ayağında dökümlü; Nurettin Aktaş’a yaptırmıştı. Paçalı... ayakkabısı- rugan... aynı renkti. Korluk çekmedi. Varidatlı insandı. Fransızcası konuştuğu dinlediği müzik ile bir pencereden Ardahan’a oradan Dünya’ya bakan bir büyüğümüzdü.
Chaicovsky hayranıydı. Steplerin tasvirinde Düz- Ardahan’ı hissederdi. Duyardı.
"Mister Brown" metinli İngilizce cep kitabı öğretmenimiz Korkmaz Uygur okutuyordu. Nebi Uygur’un oğlu...
"They don’tlu "cümleler yazıyor. Ben cevap veriyorum. Cesaretli olmam lazım onu anlıyorum. Öğreneceğim...
Lisan öğrenirken sadece lisanı mı öğreniriz? Hayır, her şeyini bilmeye başlarız. Konuşması, işitmesi, yazması, okumasını...
"Hülasayı kelam,
Neticeyi meram."
İngilizce revaçta; öğreneceğimiz bu.
Eskiden insanlar lisanı "heç" yoktan öğrenmiyor muydu?
Eskiden kurs mu vardı?
- Ola yoksa: Bir fırıldağı olmasın bunun?
- Acaba...
- Bulut, İngilizcesi: Kluuut
- Gene bir örnek ver.
- Fos’a onlar da: "False" fos diyor.
Cümle çeşiti her lisanda dörttür. Beşinci tür yok. Cesaretli birine lisan öğrenmek ne? Anasını ağlatır vallahi!
"Gecikerek öğrenmek için insanlar paralar ödüyor" demişti. Yaşlı adam, lisan felsefesi üzerine neler bilirdi neler?..
Onu Bursa’da Tayyare Çay Bahçesinde dinlemiştim. Öğrencilik yıllarımızın ilk başları... Heykel’de Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosunu geçince. Tayyare Sineması ve burası... her şey ucuz. Alabiliyoruz bir şey isteyince... ada çayı içiyoruz. Saatlerce sohbetler, öğrenci arkadaşlarla habire tanışıyoruz. Çay parası mı; ikram yapıyoruz. Ve ya denkliyoruz. İlerde bu şansımızın bir daha kalmayacağını biliyormuşuz. Yaşlanacağımızı vesaire...
İhtiyar, emekli biriydi. Günler görmüş, geçirmişti. Gençleri seviyordu.
"Dünya’da öyle bilme yöntemleri var ki, kimseler duymadan, sahibi ile ölüp gider bunların çoğu." Kıskançlıktan veya umursamazlıktan ne sayarsan say demişti. Ben de çok anlarmış gibi. Ama beni uyandırdığını, çabaladığını nice sonralar... kavradım.
Çok iyi insanların çok olmadığı da acı değil mi?
Turistler garaja geldi mi?
Bizim evin karşısı; pencereden başımızı uzatır görürdük.
" Wait, please!" diye seslenirdik.
Çıldır’a mı gidiyor? Posof’a mı? Ayaküstü söyleşirdik. Malatya’lı polis memuru Muharrem Abi’de hemencek turistleri bir süzerdi.
Hamal Kadim Dayı turistlerle konuştuğumu görmüş.
Evliyaoğulların kahve’de:
- Gure Şero!
- Evet Kadim Dayı, dedim.
Beni cesaretlendirdi. Dilbent olduğumu söylerdi. Bir pir-i fani; bir genci nasıl yüreklendiriyormuş. DİLBENT kelimesi duygu dünyamı ve zihnimi okşamış, bilmenin mazotu, benzini gibi gelmişti.
Kadim Dayı rahmet istedi: ALLAH RAHMET ETSİN!
Nazan’ın düğünüydü, Newyorklu Andy’i Yaylacığa götürdüm. Pratik yapıyoruz. Otel Ferah’ta yerini ayırtık. Yürüyerek gideceğiz.
Rahmetli dayım Me’met Azeri turiste çay ikram etti. Beni lisan için yönlendirdi. Lisanın önemi üzerine öyle şeyler söyledi ki!..
Ceyhun’un düğünü: Geniş tahlukatımızın çoğu bir araya gelmişti. Sonra bir daha; bir araya gelemediler: Emine Abla, annem: Güller ve Kızyeter Teyzem...
İlk defa o odayı görüyordum.
Me’met Dayım söylüyor; dinliyoruz. Fikrim Me’met Dayımdan, Celil Ağaya, onun da babası; Akçuhalı Paşa kişiye akıp gidiyor, derinliklere ilerliyor...
" Beyond this " İngilizlerin dediği: Bundan öte...
Ve ya Necip Fazıl’ın dediği: Vedaların vedası.
ÖTELERİN ÖTESİ!
20/3/2010 GEBZE- YALÇINER YILMAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.