- 1297 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Yolculuk
Yollara vurmak istiyorum kendimi zaman zaman. Ucunda kimin ya da nerenin olacağının önemi olmadan yolculuk etmek. Serseri bir yolculukta denebilir buna.Sizde de olur mu böyle bilmiyorum. Üzgünken, mutluyken , sıkkınken ... duygular belirleyici olmuyor bu istek karşısında. Yoldan kastım karayolu tabii, asla deniz ve hava yolu değil. Asfalt, toprak yol fark etmez. Yolların hepsini severim. Bahsettiğim tür yolculuğun basit dört kuralı vardır. Yalnız olunacak, amaç olmayacak, En az eşya (mümkünse hiç) alınacak ve konaklanacaksa iki gün ve geceyi geçmeyecek. Mutlaka pencere kenarı olacak bu olmazsa olmaz, kural dışı.
Hususi araç ya da otobüs fark etmez ikisinin de kendimce hoşuma giden yanları var. Benim gibi az iradeli insanlara otobüsü tavsiye ederim. (Bakar mısınız tavsiye ediyormuşum. Yazımı okuyan insanlar, haydi bugün bu tür gayesiz ve zaman kaybı bir yolculuk edeyim diyecek sanki) Çünkü, otobüs yerine hususi aracınızı tercih ederseniz, canınızın istediği yere gidebilme özgürlüğü, yolculuğu tatile dönüştürüyor. Ben ilk zamanlar bu tür yolculuklarımda tek bilet alırdım, sonraları iki bilet almaya başladım. Çünkü yolculuk yanındaki insanla bir azaba dönüşebiliyor. Tanımadığınız bir insanla yolculuk etmeninde kendine göre hoşluğu olsa da açıkçası ben son zamanlarda yolculuğun azaba dönüşme riskini göze alamıyorum. Peki bu gereksiz yolculuklarda ne buluyorum; Buna tam bir cevap veremem. Bildiğim; rahatlıyorum, nefes alıyorum ve hoşuma gidiyor. Sanırım zararsız bir delilik hali.
Nikotin ihtiyacının tavan yapıp, mola yerinde kendini otobüsten attıktan sonra yakılan o sigaranın tadını gezerken, otururken, film izlerken, çalışırken (zaten çalışırken kaç sigara içtiğimi de bilmiyorum) alamıyorum. Daha önce gitmediğim adını bile bilmediğim bir dinlenme tesisinde sabaha karşı içilen çayın tadına doyamıyorum. Hele de mola tan ağarmaya denk gelmişse.
Otobüslerde okumayı seviyorum.Gündüz vaktiyse hiçbir şey yapmam sadece etrafı izlerim. Akşama doğru okumaya başlarım. Saat 21-22 arası otobüsün iç ışıkları okumaya el verir ama gece yarısına doğru insanların rahat uyuması için onları da kapatırlar sadece kedi gözü gibi olan küçük lambaları yakarlar. Bu durumda okumak mümkün olmaz. İşte o zaman iki bilet almanın avantajını yaşarsınız. Çünkü tepenizdeki size ait olan lambayı yaksanız da yanınızda oturan bundan rahatsız olur genelde, hele de uyumuyorsa. Artık ben tepe lambasını da yakmıyorum çünkü tesadüfen öyle bir alet buldum ki bana göre dünyanın her harika buluşu.
Bir gün yine bu tür yolculuğa karar vermiş, terminalde (Ankara-A.Ş.T.İ.) otobüsün hareket saatini bekliyordum. Gazete almak için büfeye gittiğimde, kalem kapağı gibi bir şey dikkatimi çekti. Üstünde yabancı dilde bir şeyler yazıyor ama, onun adı artık okuma lambası. Üç tane, hesap makinelerine konan türden pille çalışıyor, yakaya ya da herhangi bir yere mandalıyla tutturup keyfine bakıyorsun. Güçlü bir beyaz ışık yayıyor ve sadece sayfayı aydınlatıyor. Pil ömrü de uzun. Beş YTL. gibi bir fiyatı var herkese tavsiye ederim. (Bu ikinci tavsiyem oldu. Tavsiye günümdeyim herhalde)
Bu tür yolculuklarda insanları gözlemlemekte eğlenceli ve ilginç oluyor. Örneğin gecenin bir yarısı birden ağmaya başlayan bir bebeğin sesi benim için bir gözleme nedeni. Sakın bir bebeğin ağlamasına sevindiğimi falan düşünmeyin, hiçbir bebeğin ağlamasını istemem. Zaten o bebeğinde ya karnı acıkmıştır ya da altına yapmıştır. Annenin yüzündeki mahcup ifade, bebeği susturmak için göğsüne bastırıp pışpışlaması yada çabuk el hareketleriyle bebeğin ihtiyacını gidermeye çalışması. Babanın da yine mahcup ama biraz kızgın ifadesi, rahatsız olan var mı diye etrafı süzmesi, cep telefonlarının yasaklığına rağmen sessize alınmış telefonlarla mesaj atanları gözlemek gibi.
En eğlenceli gözlemlerim ise; çok güzel, bakımlı, alımlı ve güzelliklerinin farkında olmalarından kaynaklanan burnu havada, küçük dağları ben yarattım edasındaki bayanların uykuya teslim olduklarında su motorunu aratmayacak tondaki horlamaları. Yolculuk bittiğinde insanın nerdeyse “evet çook güzelsin ama çok komik de horluyorsun” diyesi geliyor.
Otobüs ikramlarını da seviyorum. Başka zaman olsa kimsenin yediremeyeceği bayat kekleri, dökülmesin diye üçte ikisi doldurulan plastik bardakları... Bunlarla garip bir sevgi bağı var aramda. Yeri gelmişken, beni eğlendiren bir başka olayda şudur; İkramları yapan hosteslerin kullandıkları plastik eldivenler, Zaten ikramda kullandıkları her şey şekerinden kaşığına, çayından kahvesine kadar ambalajlı iken steril düşkünlüğü ( kibarlık, uyanıklık, göz boyama, hijyenin ticarete aletliği, hosteslerin eskimiş ojelerini kamufle etmeleri demiyorum) ve başka bir ikrama kadar, orta kapının oralarda bir yerlerde bulunan dolap gibi yere ya da arka taraflardaki bagaj yerlerine konuluvermeleri.
Mazoşist değilim ama ön koltuklarda otuyorsam, kaptanın içtiği sigara dumanının, gırtlağımdan beynime kadar çektirdiği acıyı, işaret ve orta parmaklarımda oluşturduğu tiki de seviyorum.
Yazımı bitirmeden, izninizle üçüncü tavsiyemi de yapayım. Keyfiniz mi yok, Canınız mı sıkılıyor, mutlu ya da mutsuz musunuz, Düşünmek mi istiyorsunuz. Bırakın kendinizi yollara. Her hale iyi geldiği tecrübeyle sabittir.
Şu sıralar işyerinde müfettişler var. Denetim biter bitmez serseri yolculuklarımdan birine daha başlayacağım. Güzergahım bile belli. Ankara-Mardin. Canım kaburga dolması çekiyor şu sıralar. Ne nasıl yeneceğini, ne de tadını biliyorum. Bir programda izledim sadece yapılışını, yemesem ölürüm. Derseniz ki “kaburga dolması yemek üzere gitmek, bu tür yolculuğun şartlarından bir tanesi olan amaçsızlık kuralına aykırı değil mi?” değil derim. Zevkler istisna.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.