Ruhsar , Selim ve Gökyüzü
1956 yılının sonbahar aylarından bir günün sabahı.Saat beş, altı arası. İstanbul’un Tarabya sırtlarında, denizi gören üç katlı (iki kat ve bir çatı katı), bahçeli, küçük yüzme havuzlu bir ev. Bahçedeki ağaçlarının dalları yerlere düşmüş, etraf sararmış yapraklarla kaplı. Hafiften bir rüzgar esmekte, ağaçların daha henüz yere düşmemiş yaprakları bu rüzgarla tatlı tatlı hışırdamaktadır.
Sabahın sessizliğini evin hanımı Saadet Hanımın acı nidaları bozmuştu. İkinci çocuğuna hamile olan Saadet Hanım’ın doğum sancıları başlamıştı. Doğum yaklaşmaktaydı. Eşinin sesine uyanan Mükerrem Bey, yatağının hemen yanıbaşında bulunan telefona sarıldı ve aile doktorunu aradı. Mükerrem Bey bir yandan hızlı hızlı giyiniyor, bir yandan da evin hizmetçisi Ayşe Hanım’a bağırıyordu:
-Ayşe,Ayşe!! Hanım doğuruyor,çabuk ol!