- 3267 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
NURİ SAĞALTICI'YLA EDEBİYAT VE SÖZ SANATLARI ÜZERİNE
Hasan Girişken: Nuri Sağaltıcı kimdir?
Nuri Sağaltıcı: Nuri Sağaltıcı kimdir sorusu, benim için en zor soru gerçekten Hasan Bey. Yine de klasik yönden bakayım konuya. 1962 yılında Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Sutaşı köyünde doğup büyümüş bir insan. Ortaokulu ve liseyi aynı ilçede bitirdikten sonra İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’nden mezun olmuştur. Yaklaşık iki yıl Bilecik/Bozüyük’te öğretmenlik yaptıktan sonra devletteki görevinden kendi isteğiyle ayrılıp değişik özel eğitim kurumlarında o gün bugün çalışmıştır. Hâlâ ortağı ve kurucusu olduğu bir özel eğitim kurumunda edebiyat öğretmenliğine devam etmektedir.
Bir yandan öğretmenliğini etkin biçimde sürdürürken öte yenadan da sanat fotoğrafçılığı, yazarlık, şairlik gibi toplumun ne yazık ki meslek olarak kabul etmediği işlerle de yakından ilgilenmektedir.
Yedi kitap çalışmasından ilki, bildiğiniz gibi “Söz Sanatları” adıyla okurla buluşmuştur. İkinci kitabının baskıya hazırlık çalışmaları sürmektedir.
Bugün 47 yaşında olmasına rağmen Nuri Sağaltıcı, kendini şimdi de büyümemiş bir çocuk olarak tanımlamaktadır. Çünkü içindeki çocuğu boğan bir insanın yaşamasının gereksiz olduğuna inanmaktadır.
Hasan Girişken: Günümüz kaotik ortamında sanat-edebiyat nerede-nereye koşuyor?
Nuri Sağaltıcı: Evet, güncel ve okurların kendilerine, yazarlara sıkça yönelttiği ve yanıtını ısrarla öğrenmeyi bekledikleri bir soru soruyorsunuz. Edebiyat tarihi anlattığım sınıflarda yıllardır bunun yanıtını öğrencilerime örneklerle şöyle aktarıyorum: Edebiyat, yaratıldığı toplumun yaşamından, bağımsız düşünülemez. Yani edebiyat, genellikle içinde yaratıldığı toplumun sosyo-ekonomik durumuna paralel gider. Büyük yazar ve şairler, genellikle yaşadıkları toplumun refah dönemlerinde sayıca çoktur. Bunalımlı dönemlerde edebiyatçılar da cılızlaşır. İstisnaları saymıyorum burada.
Gelelim şimdi sorunuzun asıl yanıtına. Eskilerden gelen Yaşar kemal, Oktay Akbal, Muzaffer izgü gibi üç beş ismi saymazsak yarına kalabilirliği olan kaç sanatçı düşünülebilir? Kehanette bulunmak istemiyorum ama edebi ölçütler göz önünde tutulursa pek az. Yine de fazla yorum yapmadan bu işi zamana bırakalım derim.
Hasan Girişken: Söz sanatları kitabı nasıl oluştu? Neden gereksinim duydunuz?
Nuri Sağaltıcı: Geçenlerde bir edebiyat öğretmeni arkadaşımla sohbet ediyoruz. TRT’ye konuk olacağımı duymuş. Bana ne dedi biliyor musunuz? “Nuri Bey, kitabınızla ilgili açıklama yaparken aynen şunu belirtin benim adıma: Yıllardır her yayında söz sanatları anlatılırken aşınmış örnekler verilir. Üstelik bu örneklerin çoğu da dili anlaşılmaz Divan edebiyatı örneğidir. Edebiyat öğretiminde süren bu yanlışı düzeltmek istedim.” deyin demişti. Öğrenciler ve öğretmenler, adeta herkesçe ezberlenmiş bu tip örneklerden bıkmıştı. Bu tip bıktırıcı örnekler, öğrenciyi edebiyattan soğutuyor, öğretmenin ders anlatma isteğini de kırıyor. Bu sıkıntıyı gidermek, öğrencilere edebiyatı sevdirmekti amacım. Kafamın bir köşesinde hep vardı bu düşünce. Yıllardır okuduğum Güfteler kitabı, şiir kitapları, özdeyişler, fıkralar üzerine notlar tutuyordum. Okurken kalemsiz okuyamam. Hep altını çizerek ve yorumlayarak okurdum. Okuduğum bu tür yazılarda gördüğüm söz sanatlarını altını çizdiğim bölümlerin altına ekliyordum.
Bu durum, okullarımızda böyle. Bir de okul dışındaki yansıması var bunun. Şiir, roman, öykü yazmakla uğraşan, tiyatroya, sinemaya gönül veren, hatiplik,siyaset, çeviri yapmayı düşünen pek çok insanın da gereksinim duyduğu bir konuydu.
Örneğin, şu sıralar Hanımın Çiftliği’nde oyunculuk yapan Sayın Necip Memili’ye Adana 3. Kitap Fuarında kitabımı verdiğimde ne dedi biliyor musunuz? “Konservatuvarda bizden böyle bir kitap istediler, İstanbul’un altını üstüne getirdim, bulamadım. İyi ki size denk geldim, kitabınızı verdiniz hocam”
Kitabımın yeni yayınlandığı yanılmıyorsam haziran ayında, Çukurova Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümündeki değerli öğretim görevlisi dostlarıma kitabımı armağan etmek için üniversiteye gitmiştim. Bölümde üç beş kişi sohbet ederken bir arkadaşımız daha girdi içeri. Ona da kitabımı imzalayıp verdim. Kitabı inceledikten sonra ne dedi biliyor musunuz?
-Nuri Bey, benim lise 9. sınıfa giden bir kızım var. Bir gün okul dönüşünde hışımla çantasını fırlattı masaya ve:’Baba, edebiyat dersinden de edebiyatçılardan da nefret ediyorum.’dedi. Kızıma sorun nedir, dedim. Dedi ki: ‘Şu istiare, tecahül-i arif, hüsn-i talil neyin nesidir anlamıyorum.” Gülerek dedim ki, kızım sıkma canını, hele yemeğini ye, dinlen. Ben hallederim onu yemekten sonra. Oturup anlattım konuyu. Konu bitince yorumu ne oldu biliyor musunuz? “Baba ya, siz bütün edebiyat öğretmenleri de aynısınız, örnekleriniz de aynı.” demez mi?
İşte bu kitap, bu gereksinimi gidermek için ortaya çıktı diyebiliriz özetle.
Hasan Girişken: Kitap oluşurken bu kadar büyük bir ilgi ile karşılanacağınızı düşünüyor muydunuz?
Nuri Sağaltıcı : Doğrusunu isterseniz bu konuda yazılacak bir kitabın bu ilgiyi göreceğini tahmin etmiştim. Çünkü bu konuda kendi alanında tek örnek Türkiye’de ve şiddetle gereksinim duyulan bir bilgi boşluğunu dolduruyordu. Düşünsenize, derslerine girdiğim her öğrencinin anlamakta güçlük çektiği bir konudur bu. Çünkü dediğim gibi okullarda örnek diye sunulan örnekler çok sınırlı, üstelik sunulan örnekler dillerinin ağır olması nedeniyle itici, sevimsiz. Bu örneklerle edebiyatı bu konuyu öğrenciye sevdirmek olanaksız. Oysa ben, bu kitabımı çağdaş Türk şiirinden, örneğin Attila İlhan’ın herkesçe bilinen ve sevilen şiirlerinden, günlük hayatta anlatılan fıkra örneklerinden, her gün dinlediğimiz ve çok sevdiğimiz şarkı sözlerinden yararlanarak oluşturdum. Kitapta 1000’den fazla örnek, anlaşılır bir dille ve yeterli açıklamasıyla birlikte verilmiştir.
Türkçeyi güzel konuşmak isteyen insanlardan tutun da edebiyatla yazarlık anlamında uğraşanlara, sinema, tiyatro oyuncularına, lise öğrencilerine, öğretmenlerine, üniversitelerin bütün edebiyat bölümü öğrencilerine (Türk, Alman, Fransız, İngiliz, Arap edebiyatı bölümleri…), üniversitelerin öğretim görevlilerine, çevirmenlere kadar birçok kesime seslenen bir çalışmadır bu. Zaten kısa sürede Türkiye çapında kitabın gördüğü ilginin ve satıldığı pek çok kitabevinde ilk sıralarda olmasının nedeni budur.
Hasan Girişken: Söz sanatlarına nerede ve nasıl karşılaşılabilir? Herhangi bir yazım türüne ait mi?
Nuri Sağaltıcı: Hayır, hayır Hasan Bey, söz sanatları, aslında günlük konuşma dilinde ve belki de her insanın, farkında bile olmadan günlük konuşmada da günde en az 30-40 örneğini verdiği bir konudur. Siz, örneğin çok güzel bir bayan gördüğünüzde yanınızdaki arkadaşınıza dönüp “Şiir gibi kadın” demiyor musunuz? İşte farkında olmadan benzetme yaptınız. Ya da bir arkadaşınızla düğün davetiyesi dağıtırken:”Şu eve de bir davetiye verelim.” demiyor musunuz? Bu cümledeki “ev” sözcüğüyle mecaz-ı mürsel yaptınız. Birine çok konuşuyor diye kızdınız değil mi? Hemen dönüp :”Havla dur!” dediğinizde de istiare yapmış oluyorsunuz. Bu kadar basit. Bakın, demek ki söz sanatları, hayatın her alanında varmış. Ben, okuyucuya bunu anlatmaya çalıştım bu kitabımda. Bu sevimsiz gibi görünen konunun ne kadar basit ve zevkli olduğunu kanıtlamaya çalıştım adeta. Üstelik kitap okuyucularına konuyu altı değişik öğretim yöntemi uygulayarak sundum ki daha da iyi kavrasınlar.
Hasan Girişken: Söz sanatlarını inceleyen biri olarak; “ Mana aramak için şiiri deşmek, bir bülbülü eti için öldürmekten farksızdır” diyen Ahmet Haşim’in bu yaklaşımını nasıl değerlendirebilirsiniz?
Nuri Sağaltıcı: Ahmet Haşim’in bu sözü, herkesin bildiği bir sanat anlayışı tartışmasına verilmiş bir cevap niteliğindedir. Yani şiir, herkesçe anlaşılmalı mı yoksa kapalı ve yoruma açık bir anlatıma mı sahip olmalıdır sorusuna yanıt veren bir sözdür bu. Bildiğiniz gibi Haşim, bunu şöyle de açıklamıştır: “Şiir, söz ile musiki arasında, ama sözden ziyade musikiye yakın ortalama bir dildir.” Kübizm akımının temsilcisi olan ressam Picasso, bir sergi düzenler. Resim sergisini gezenlerden biri sorar: “Üstat, bu resminizle neyi anlatmak istediğinizi doğrusu anlayamadım. Bu şekillerle neyi anlatmak istemişsiniz?” Ressam cevap verir: “Bir kuşun ötüşünden neyi anlıyorsan onu.” Haşim’in görüşü de böyledir. Her okuyucu, okuduğu eseri yorumuyla zenginleştirir. Yani her sanat yapıtı, biraz yoruma açık olmalıdır zaten. Bu anlamdaki kapalılık kötü ve zararlı değildir. Yoksa Ahmet Haşim, özellikle benim şiirimi kimse anlamasın gibi, okuru dışlayan bir sanat felsefesini benimsememiştir. Haşim’in bu görüşlerine elbette katılıyorum. Sanat, nutuk atmaz; fakat bağırmadan söyleyeceğini tatlı tatlı anlatır. Siz, yapıtta verilenlerden kendinizce sonuçlar çıkarabilirsiniz. Öyle ya, eğer bunun tersi doğru olsaydı, bugün toplumbilim, kimya, fizik, tarih, felsefe gibi öğretici olan pek çok kitabın sanat eseri olması gerekirdi.
Hasan Girişken: Sanata bakış açınız nedir?
Nuri Sağaltıcı: Sanat, elbette yazan bireyin yaşantı zenginliğinden ya da onun yaşadığı toplumun gerçeklerinden hareketle ortaya çıkar. Fakat bu insan ve toplum gerçeği, yazarın düş gücünde bir kırılmaya uğrayarak yeniden biçimlenir. Bu ikinci kısmı sanat eserinin “kurgu” boyutunu oluşturur. 1980’li yıllardan beri İzmir’den tanıdığım nlü yazarımız Sayın Muzaffer İzgü’ye, geçtiğimiz ocak ayında düzenlenen Adana’daki kitap fuarında takıldım: Öykülerinizi yazarken hâlâ Ödemiş ve Tire’nin halk pazarlarına gidip gözlem yapıyor musunuz?” diye. Bana verdiği karşılık şuydu: “Elbette gidiyorum. Çünkü bir yazarın yazarken beslendiği üç kaynak vardır: 1-Gözlemler ve gerçekler, 2- Okuma etkinliği, birikim sağlama çabası, 3- Yazarın düş gücü.” Yazarımız haklı.
Gerçekte sanat, bireyin rahatsızlık duyduğu konuları aslında paylaşma gereksiniminden doğar. Ama her yazma eylemi nitelikli ve güzel bir anlatımla buluşunca edebiyat ve sanat değeri kazanır. Çünkü “sanat” ın kendisi zaten “estetik” olana dayanmak zorundadır yoksa sanat olmaz.
Örneğin, bir sevgiliniz varsa siz ona: “Seni çok çok seviyorum.” da diyebilirsiniz, Ümit Yaşar Oğuzcan gibi: “En ağır işçi benim/ Gün 24 saat, seni düşünüyorum.” da diyebilirsiniz. Ama bunların hangisi sanat olur, siz karar verin.
Hasan Girişken: Toplum-sanat ve sanat-siyaset kavramlarının birbirinden ayrılmaz kavramlar olmasının nedeni nedir? Bu konu hakkında neler aktarabilirsiniz?
Nuri Sağaltıcı: Evet, toplumdaki herkes kendi gereksinimleri doğrultusunda sanata yön vermeye çalışıyor. Oysa sanatın kendisi zaten devrimci olduğundan o, kimsenin boyunduruğuna girmez aslında. Bir yazar bilerek kalemini satmazsa tabii. Sanatın konusu ve amacı yalnızca insandır. Durum bu olunca, ister istemez sanat, toplumun malı olur. Ömrü boyunca hiç aşık olmayan insan var mıdır? Aşık olup derdini ve sevgilinin güzelliğini ifade edemeyen insanlar, acaba Cemal safi’nin:
“Ne kadar zulmetsen ah etmem sana
Her iki cihanda gül kana kana
Seninle cehennem ödüldür bana
Sensiz cennet bile sürgün sayılır.” Dörtlüğünü okuyunca büyük bir rahatlık duymaz mı sizce? Sanatın işlevi budur aslında. Yani insanın bunaldığı anlarda imdadına koşan, onu dünyanın boğuculuğundan kurtaran bir tutam güzelliktir.
Hasan Girişken: Hatay ve Samandağ’a hayran olduğunuzu biliyorum hatta âşık olduğunuzu biliyorum. Edebiyat alanında Hatay ve Samandağ için projeleriniz var mı? Samandağ ne kadar tanıtılabiliyor?
Nuri Sağaltıcı: Her yazarın, şairin doğup büyüdüğü kente ya da yaşadığı kentlere özlem duyması, onu sevmesi, eserlerinden söz etmesi kaçınılmaz ve güzel şeydir. Örneğin, Nedim, Orhan Veli ve Yahya Kemal birer İstanbul şairidir. Şiirlerinde İstanbul vazgeçilmez öğedir. Nedim’in en ünlü şiirlerinden biri “İstanbul Kasidesi”dir. Yahya Kemal’in “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” diye seslenmesi boşuna değildir. Orhan Veli’nin çok sevilen şu dizeleri de akıllardadır:” İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı/ Önce hafiften bir rüzgâr esiyor/ Yavaş yavaş sallanıyor yapraklar ağaçlarda….”
Kimselerin bilmediği ve gururla belirtmem gerekirse Türk kamuoyuna ilk kez benim çevirilerimle ismini duyurduğum, aslında bütün dünyanın tanıdığı aslen Samandağ/Hatay doğumlu olan ve Fransızların Hatay’ı işgali nedeniyle Suriye’de yaşamak zorunda bırakılan Süleyman İsa da memleketine olan özlemini hem onunla Suriye’deki evinde yaptığımız sohbette hem de eserlerinde genişe bir yer tutar. İsterseniz benim Türkçe çevirisini yaptığım “Kalıcıyız Antakya’da adlı şiirini de sunayım burada örnek olarak, bakın nasıl buram buram memleket özlemi kokuyor şiir:
KALICIYIZ ANTAKYA’DA
En yücelere ser hayallerini, sonra yağdır ovalara
Yağdır oluk oluk yeşil, yemyeşil Antakya’ma
Düğün dernek kursun sevenlerimiz el ele
Salıversin sevgi çiçeklerini o güzel yurduma
Uyandır Antakya’nın papatya yanaklarına sinmiş çocukluğumu
Selam söyle benden Antakya’nın söğüt ağaçlarına
Kurtul hayal yükünden; dinlen üzerinde o eski köprümüzün
Dizginlenmez duyguların o coşkun akışlarında
Umutlu adamlarımızın güvencesinde uyuyan o evlere ser düşlerini
Ey dost, ey vatana göklerin ve yeryüzünün renklerini armağan eden fırça.
Ey benim toprağıma özlem duyan olgun çocuk,
Artık Antakya’dasın, Antakya’da…
Sen tarihi efsanenin ey antik kent;
Tarih Antakya’dır çünkü ve Antakya tarihtir birazda,
Az uğrayıver dostum bizim köyümüze de;
Çocukluğumu ve şiirlerimi bulacaksın karşında.
Biraz da kanımda akan Asi’ye uğra
Oradadır evim, uzanmakta asi öbür yanında
Biraz soluklan gölgesinde yeşil dut ağacının
Çocukluk şiirlerimi sor o sırdaş ve tanık ağaca
Şiirlerimin nabız atışında vardır o, her zaman
Resmet, gölgesini de resmet onun, o sevdalı fırçanla.
Selamlarımı ilet sevdiklerine, sevdiklerime ey dost
Yüksek yamaçlardaki çamlar misali köklü ve kalıcı onlar bağrımda.
Şair: Süleyman El-İsa, 23 07 2005 Çeviren: Nuri Sağaltıcı
Bana gelince… Ömrümün en güzel çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiğim Hatay ve Samandağı’nı sevmemden daha doğal ne olabilir Hasan Bey? Ayrıca bir noktayı belirteyim. Evrensel insan sevgisini yaşayan ve insanları hiçbir din, dil, ırk ayrımı olmaksızın kucaklayan, hoşgörü kenti olan bir ilde doğmak başlı başına ayrıcalık değil midir günümüz dünyasında? Asıl bu ilin kültürel zenginliği tanıtılmalı bence. Hem de bütün dünyaya. Savaşların, basit çıkar kavgalarının yoğun olduğu dünyamıza Hatay, örnek kent değil midir? Tarihine baktığınız zaman dünyanın en eski yerleşim birimlerinden değil midir? Denizi ve doğası bir cennet köşesi değil midir?
Asıl yazacaklarımı yazmadım Hatay’la ilgili. Ama o günler de gelecek eminim. Şimdilik size ufak bir sır vereyim: Samandağı’nda, Çevlik’te bulunan Beşikli Mağaralar ve Titus tünelinden esinlenerek yazdığım bir şiirimi okurlarınızla paylaşalım:
RİTA’YA GAZEL
Gizem mabedim, sevgilim Rita Oliveria,
Yitirdiğim sahilde karşıma çıktın yüzyıllar sonra
Pıt pıt atar yüreğin durmadan senin
Kim sığdırabilir seni kaya mezarlarına
Önün açık deniz, alabildiğine mavi
Aşksız yetmez bunlar senin mutlu olmana
Saçların tutuşur, denizler alevlenir
Aşktan özlemden bütün günbatımlarında
Ah sesin ne hazindi, ne güzeldi yüzün!
Rüzgardır aslolan hayat ve tek kitap burada.
Bir tarih kadar eskidim aşkınla, bir tarih kadar
Aşk için oydurdum Amanoslar’ı boydan boya
Kaç kez şafaklar süzdün yollarımı gözlerken
Kaç kez yandı yüreğimiz aşk için hatırla
Maviler geçer düşlerimden, gözlerinin mavisi
Ya gel Rita’m bana zamansız, ya al beni sonsuz uykuna
Bir dua okurdun gönlümü titreten günbatımlarında
Hatırla onu son bir kez rita, hatırla.
"Mahlukatı meftun eyle yarab hüsnüne kâinatın
Aşkın gücünü ve sonsuzluğunu cömertçe ver bana."
Ah Rita, tek gözlü bir korsan yedi ömrümü benim
Adın hala yaşıyor bu dağlarda attığım çığlıklarla
Tüneller açtırdım ulaşmak için, ulaşmak için sana
Sevmese seni Titus’un, zulmeder miydi onca insana?
Hasan Girişken: Hatay’da yapılan edebiyat çalışmalarından haberdar oluyor musunuz? Hatay’da yapılan edebiyat yeterli ve olumlu mudur?
Nuri Sağaltıcı: Hasan Bey, ben yaklaşık otuz yıldır Hatay dışında yaşıyorum. Ama yılda düzenli olarak en az beş-altı kez Hatay’a gelirim. Gelmediğim zamanlarda da internetten basından, radyo-televizyon gibi iletişim araçlarından Hatay’daki gelişmeleri izlemeye çalışırım olabildiğince. Yeterli oluyor mu bunlar, diye sorarsanız, yanıtım “hayır” olacaktır. Ama elimden geldiğince izliyorum tabii. Örneğin Asi dizisini sırf Hatay sevgimden dolayı izledim biliyor musunuz?
Hasan Girişken: Süleyman İsa(TAŞ) hakkında çalışmalar yaptığınızı öğrendim. Bu çalışmalar nelerdir? Bu konuda sizin dışınızda araştırma yapan var mı? Yaptığınız araştırmaların derinliğiyle ilgili bilgi verir misiniz?
Nuri Sağaltıcı: Evet dostum. Yazılarımda da anlattığım gibi, ömrümde bir kez Suriye’ye gittim. O gidişimde de şanslı olmalıyım ki böyle büyük bir şairle tanışma mutluluğunu yakaladım gerçekten. İyi ki onu tanımışım. Ömrümün en güzel anlarıydı onlar. Bana ne mutlu ki onu yazılarımla, çevirilerimle Türk kamuoyuna belki de ilk duyuran kişiyim. Merak edenler onunla ilgili yazılarıma, internetten Google arama motoruna adımı yazarak ulaşabilirler.
Onunla ilgili neler yaptım? Öncelikle şunu belirteyim. Onu tanıdığım gün bana hediye ettiği “Hanin”(Özlemler) kitabından çeviri yapmaya başladım. Önce hayatını, sonra 80 civarında eserinin bibliyografik çalışmasını, ardından da 1964 yılında Türkiye’ye yaptığı ve Türkiye sevgisiyle dolu dört şehirlik o şiirsel gezi yazısını Kurban Bayramını da feda ederek tam beş günde, zevkle Türkçeye çevirdim. Türkiye’ye döner dönmez o çevirinin üzerinde uğraşarak düzeltilmiş bir nüshasını şaire ulaştırdım. Türkiye gezisinin kitapta başlığı bile yok. İçeriğinden hareketle adını ne koydum biliyor musunuz: BİR ÖZLEMDİR TÜRKİYE BAĞRIMDA YANAN. Onu bu çalışmamla bir parça mutlu edebildiysem kendimi şanslı ve ayrıcalıklı sayarım. Bununla da yetinmedim tabii. “Kalıcıyız Antakya’da” adlı o müthiş özlem şiirini de çevirdim. Yetmedi. Bir de Suriye gezisi ve Süleyman İsa hakkındaki gözlemlerimi anlatan “ÖZLEMLER ŞAİRİ:SÜLEYMAN İSA” başlıklı yazımı yayınladım.
Bu şair üzerinde çalışan başka kişiler var mı bilmiyorum. Ama şundan adım gibi eminim ki Türkiye’ye döner dönmez internette onunla ilgili bir arama yaptım Google’da, ona ilişkin tek satır yoktu benden önce. Şimdi artık var. Fakat bunun dışında çalışmalar yapılmış mı gerçekten bilmiyorum. Ama yazılarım o kadar etkili oluyor ki emin olun İzmir’den hatta İstanbul’dan insanlar bana ulaşıyor, teşekkür ediyorlar bana. Örneğin geçenlerde Sayın Süleyman İsa’nın kız kardeşinin torunu olduğunu ve İstanbulda üniversite öğrencisi olduğunu söyleyen bir genç bana elektronik posta yollamıştı. Şaşırdım ve çok sevindim. Delikanlı diyor ki: Kendisi, hayatta en çok görüp tanımak istediğim kişidir. Fakat onunla ilgili fazla bilgim yoktu. Sayenizde dedemle tanıştım. Çok teşekkür ediyorum. Sizinle mutlaka şahsen tanışmalıyım.” Ne kadar güzel duygu değil mi?
Hasan Girişken: Kaç dili okuyup yazabiliyorsunuz?
Nuri Sağaltıcı: Hasan bey, benim anadilim Arapça biliyorsunuz. Türkçeyi ilkokulda öğrendim. Şimdi de Türkçe öğretmeni ve yazarım. Yardım alarak da olsa Arapçadan Türkçeye çeviri yapabildiğime göre her iki dilin inceliklerine erişmiş sayılırım. Biraz İngilizcem olsa da ona fazla güvenmiyorum. Bir bakıma “what do you do?” “Yattı uyudu.” meselesi. İngilizceyi Avrupa Birliğine girersek ben de İngilizceyi öğrenmeye karar vereceğim. (Pek umudum yok ya! Tanzimat’tan beri Batılılaşmaya çalışıyoruz, bir türlü o işi beceremedik.)
Hasan Girişken: Günümüzün kaotik yaşam koşulları içerisinde bir “zorlanan insan” portresinin oluştuğunu fark ediyoruz. Bu durumun türevi olarak sanat ve edebiyat çevrelerinde de hem maddi, hem de ruhsal açıdan “zorlanan sanatçı” portresinin oluştuğunu, bir çeşit tıkanma, buhran ya da geçiş döneminin içerisinde olduğumuzu hissediyor musunuz?
Nuri Sağaltıcı: Dünya bir bunalım dönemi yaşıyor özellikle son iki yıldır. Hatta kapitalist sistem bile tartışılmaya başladı bu bunalımla birlikte. Değerler, sistemler tartışılıyor günümüzde. Sanatçı yaşadığı toplumun ve dünyanın dışında kalamadığına göre onun kaos içinde olmasını son derece doğal karşılıyorum. Sanatçının, birey olarak bundan etkilenmesini her insanınki gibi doğal buluyorum. Fakat dünyadaki bunalımı kişisel bir bunalıma dönüştürüp kendini binlerce kez tekrarlayan yazarları ve edebiyatçıları anlamıyorum. Bundan fazla söz etmeyelim, böyle durumlarda her ülkede bu tip insanlar olur.
Bugün edebiyatımızda buhran var mı, diye sorunuzu açık yazarsak, doğrusu bu soruya evet demek istiyorum. Ama biliyorum ki aslında buhrana rağmen çok başarılı yazarlarımız, şairlerimiz olsa da…
Hasan Girişken: Aşka ve zamana dair neler söylemek istersiniz?
Nuri Sağaltıcı: “Aşk”ı Ezginin Günlüğü’nün bir şarkısındaki şu dize ne kadar güzel anlatıyor aslında: “Aşksız dönmüyor dünya” ya da Sait Faik’in: “Dünyayı güzellik kurtaracak/ Bir insanı sevmekle başlayacak her şey.” Aşksız hayat da yok, insan da.
Ben söylemesi ayıp fotoğraf sanatçısıyım aynı zamanda. 2000’e yakın fotoğrafımı değişik internet sitesinde yayınladım. “Makro” denen ve küçük nesneleri insanların gözüne sokup işte göremediğiniz bir hayat belirtisi diye sunulan fotoğraf tekniğiyle kelebekler çekiyorum çoğunlukla. Yani yakın çekim yapıyorum. Bir kelebek fotoğrafı çekmek o kadar kolay olmuyor biliyorsunuz. Bazen bir kelebek çekmek için üç saatimi harcadığım oluyor. Benim kelebek fotoğraflarımı inceleyen bir arkadaşım bunu özene bezene çektiğim kelebeklerden çıkarmış olacak ki, çok güzel bir söz söyledi benim için. Dedi ki: Nuri Bey, siz yalnız fotoğraf çekmiyorsunuz bence, fotoğrafı çekerken içine ruhunuzun derinliklerini de katıyorsunuz.” Çok hoş ve gurur okşayan bu söz, aslında benim kelebek ve doğa aşkımı anlatıyordu. Aşk, böyle bir şey. Aşık olsun da insan neye aşık olursa olsun. Yaşasın aşk… Neden biliyor musunuz? Çünkü aşk, yalnızca iyiliklerin, güzelliklerin yurdunda yaşar. Kötü yüreklerde barınamaz aşk.
Hasan Girişken: Şiir her zaman yalnızlık kokar. Biz şiirin yalnızlığını mı paylaşıyoruz, yoksa ondan yalnızlık mı alıyoruz?
Nuri Sağaltıcı: Biliyor musunuz, aslında benim üniversiteyi bitirme tezimin konusu da buydu. İlginç bir soru oldu bu. Tezimin adı önce “Türk edebiyatında yalnızlık.”tı, rehber öğretmenim bunu sınırlamak gerektiğini düşündü, bana da uygun geldi ve “Orhan Veli’nin Şiirlerinde yalnızlık Teması” adını aldı. Şairin yüreğini yakan acıları olmasa, aşkları, yalnızlıkları, kırgınlıkları, hayata küskünlükleri olmasa bunca güzel şiir ortaya çıkar mıydı sanıyorsunuz? Elbette yalnızlıktır şiiri doğurup yoğuran ana kaynaklardan biri. Ama şiirin insanı yalnızlaştırdığına inanmam. Bizim acılarımızı hafifleten, bizden başka insanların da aynı duyguyu bizimle paylaştığını, bizim kırk yıl üzerinde düşünüp de anlatamadığımız duyguları en iyi anlatan, hissettiren yazı türüdür şiir.
NOT: Bu söyleşi, Sayın Hasan Girişken Bey’in Adana "EVRİM" gazetesinde bir bölümü yayımlanan röportajından alınmıştır.
YORUMLAR
güzeldi begeniyle okudum bu röportajı.
Sait Faik’in: “Dünyayı güzellik kurtaracak/ Bir insanı sevmekle başlayacak her şey.”
bu söz cok cok güzel bir söz.
evet dünyayi güzellik kurtaracak ben de bu inanctayim sevince insanin bakisi bile baska.
basarilarilarinizin devamini diliyorum.
ve bende inaniyorum ki bir gün Hatayi anlatacaksiniz bir kitabinizda.o günlerde gelecektir insallah.
güzel bir paylasimdi
sonsuz saygilarimla sevgili dost.
nurisagaltici
nurisagaltici
Yazımıza gösterdiğiniz ilgi için sizlere ben teşekkür borçluyum. Saygılarımla...