- 700 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Edebiyata Dair Üç Soru
1) -Edebiyat nedir?
2) -Devrimci edebiyat nedir, nasıl yapılır?
3) -Grup olarak devrimci edebiyatın neresindeyiz?
(Sorular, Onur Çağlar’dan)
Sorularını okuyunca bir an da kendimi lise sıralarında, edebiyat dersi sınavında sandım. Bir hocamız vardı. Aynen senin sorduğun gibi üç soru sorardı. Nedenini bir türlü öğrenememiştik. Ne iki, ne dört; illâ üç soru olacak!
Sorduğun soruların bir yerinde uyandım. Ve “olamaz” dedim. “Lise edebiyat sınavında değilim!” Neden mi? Çünkü soruların birinde “devrimci edebiyat” geçiyordu. Hani Divan Edebiyatı, Türk Edebiyatı falan anlarım da, devrimci edebiyat neyin nesiydi? Bizim orta ve lise eğitim müfredatında asla geçmez böyle bir edebiyat türü. Bunu düşününce biraz rahatladım ve kendime geldim. Sonra, sorular üzerinde düşünmeye başladım.
Edebiyat, yani şu edebi, estetik ve konulu olan şey... Sözlükte, “Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı, yazın” olarak tanımlanıyor. “Literatür” anlamına da geliyor. Genel olarak şu ana başlıkları içeriyor; şiir, öykü, roman, deneme vb. Kaldı mı bunlar? Bilmiyorum, çünkü post modern zamanlarda yaşıyoruz. Her türlü saçmalığın adı sanat, edebiyat olmuş durumda. Öyle diyorlar ve çok iyi para kazanıyorlar, edebiyat ve kültür pazarlayıcıları. Başkası söyledi mi bilmiyorum; ben bu zamanlara “puşt-modern” zamanlar diyorum. Çünkü her şeye bir puştluk kattılar. Edebiyattan felsefeye, politikadan sanata, kültürden spora, hemen her şeye, bu “post modern” denen puşt damgasını vurdu.
Konusu, içeriği, derinliği olan hiç bir şey yok artık. Öz ve biçim uyumluluğu, estetik değeri, hak getire. En pespaye anlatılar roman, en altsız-üstsüz sözler şiir oldu. Deneme öldü, roman can çekişiyor, şiir ise genetik mühendisliğinin ilgi alanına girdi. Doli isimli koyun gibi sürekli kılonlanıyor. Şairimiz, romancımız, öykücümüz çok ama şiir, roman, öykü yok. Ya da şöyle mi demeliydim, şiir, roman, öykü çok ama şair, romancı, öykücü yok. Her neyse... Sosyalist gerçekçilik unutulalı çok oldu. Artık “sanat toplum için mi, sanat sanat için mi?” sorusuyla ilgili, kimse kompozisyon yazmıyor. Burjuva anlamda toplumsal gerçekçiliğin ruhuna da el fatiha. Eskiden sanatta gerçekçiliği burjuvalar savunurdu. Balzac, burjuvaydi ama sosyeteyi ve burjuva değerlerini, yaşadığı dönem itibarıyla yerden yere vuruyordu. Şimdi burjuva edebiyatı, sanatı da, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öper.
Her türlü şirretlik, akıl dışılık, saçmalık, sanat ve edebiyat adı altında pazarlanıyor. “Kendim için yazıyorum” diyen Orhan Pamuk “büyük” romancı ilan ediliyor. Hatta Nobel bile verdiler... Hasan İzzettin Dinamo’yu, Orha Kemal’i kimse okumuyor. “Sadece yaşamak, anı yaşamak”, bunun dışında insanlık için “büyük idealler”, “büyük dava”lar yok artık. “Hiç bir dava,”uğruna ölmeye, acı çekmeye değmez” diyorlar, puşt-modernizmin teorisyenleri. Parlayan her şeyi altın sanıyor, sanat-edebiyat tüketicileri. Tiyatroya, sinemaya giderken insanlar, biletin yanında birer de coca cola ve hamburger alıyorlar.
Mahrem hayatlarını çıplak anlatanlar romancı oluyor. Duygu Asena ölüyor, badem gözlü oluyor. “Kadının (T)adı Yok” adında bir büyük roman yazıldı mı acaba? Ben hatırlamıyorum. Küfür notları çok satıyor. Kadını en çok aşağılayanlar, kadın sorununu en iyi anlatan kalemler olarak anılıyorlar. Dünyanın edebiyat klasikleri raflarda güzel duruyor. vs.vs.
“Devrimci Edebiyat Mı?” O şimdilik yok, ama eskiden vardı. İnsanı ilgilendiren her şeyi kendine konu edinirdi. Ta ki, Fransız devriminden bu yana. Edebiyatta, kültürde, sanatta toplumların büyük altüst oluş ve çalkantı dönemlerinde ortaya çıkardı. Yönetenler eskisi gibi yönetemeyince, yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemeyince gelişen toplumsal dalganın ateşi, körüğü olurdu. Gorki’yi kaç insan hatırlıyor acaba? Ya da Bolşevik devrimini? Eğer mücadele varsa, parti varsa, emekle sermaye savaş meydanındaysa, kısaca toplumun ateşle çevrilmiş yönü belliyse, devrimci edebiyat olur. Eskiden vardı, şimdi yok. Çünkü şimdi, devrimci mücadele yok. Emek güçleri yorgun, umutsuz. İnsana ait güzellikler için mücadele tercih edilmiyor artık. Şimdi toplumsal olarak ateş ve barutun peşinden koşan yok. Atomize olmuş hayatlar, toplumsalı değil, bireyseli tercih ediyorlar. Sanat ve edebiyatta o şekilde yön alıyor kendine. Yılgınlık, bezginlik, melankoli, istemediğin kadar çok. Bunları yazıyor, tekellerin yayınevleriyle on yıllık, yirmi yıllık, dolar üzerinden pazarlık yapan “toplumcu”, “solcu” yazarlar. Bir magazin gazetesi alana, bir Can Dündar deneme kitabı bedava. Batakhane yosmalarına döndü şairlerimiz, yazarlarımız. Cinsel maceralarını yazmak için genç ve güzel kızlar arıyorlar barlarda. Buralardan roman, şiir, öykü, deneme çıkar mı? Sanmıyorum. Çıksa çıksa, Ahmet Altan ve “Aldatmak” çıkar. Sol ve değişim adına yazılanlar, umumi helâ girişlerinde ki tezgâhlarda pazarlanır.
Kürt romancılar, şairler, öykücüler kırmaya çalışıyorlar bu çemberi. Kan ve barut koktuğu için bir halkın üstü başı, en iyisini yazalım diyorlar. Acılarını, özlemlerini, geleceklerini düşürmeye çalışıyorlar ak kâğıda.
“Grup olarak durum nedir?” sorusuna gelince, işte onu bilmiyorum. Çünkü daha yeni gelmiştim o sayfaya, çalışamadım.
Eskiden, lise ve ortaokulda en yüksek not on idi. Ben şimdi sanırım on üzerinden (kanaat da kullanırsan) beş alırım değil mi Hocam?
(*) Bu yazı, internette bir Edebiyat Grubu’nun sorduğu sorulara verilen yanıttır.
Mehmet Ali Yazıcı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.