- 536 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TARİH
Tarih, yığınlara malolmuş bir toplumsal ve sosyal yaşam felsefesidir! Her toplumsal gelişmeyle birlikte beraberinde yeni felsefik düşünsel sistemini de doğurmuştur. Bu, devinimsel olarak böyledir. Zıtların çatışmasında biri diğerini alt ederek ön plana çıkar ve belirleyici bir hal alır. Fakat her öne çıkan düşün de belirleyici olmaz. Bu durum bazan çok etkileyici olur veya belirleyici olur fakat ömrü kısa olur. Bazen de bu belirleyicilik uzun bir süreyi kapsar.
Toplumların oluşumunda sürekli bir kesim egemen duruma gelir. Yani kendi bağrında hep ezen ve ezilen sınıf ortaya çıkarmıştır. Dini anlamda Mü’min-Münafık diye adlandırılmış. Efendi-Köle, Ağa-Irgat, İşçi-Patron, Proleterya-Burjuvazi vs... Yani her sistemde, sınıflı toplumlar hiçbir zaman ortadan kalkmamıştır ve sürekli var olmuştur ve var olmaya devam edecektir. Peki nedir bu sınıfsal ayrışmanın temeli? Kimler ve nasıl bunu yaratmışlar? Günümüzün insanlık alemi neyle meşgul edilmiştir? Neden bu sınıfsal çatışmalar durmak bilmiyor? Neden insanlar arasında sıfatlara yer verilmiştir? Sıfatlar mı önemlidir yoksa insanı çıplak gözle ele alıp incelemek mi daha önemlidir? Peki insanın özüne sıfat gömleğini giydirip ona zoraki bir gömlek biçmek ne derece insanî bir duruş olabilir? İnsana sıfat vermekle mi kurtuluş sağlanır? Sanmıyorum. İnsanın sıfatlandırılması insanın kendi kendisini aldatmasından başka bir şey değildir. Böylesi bir durumla insanın böbürlenmesinden başka bir şey değildir. İnsanın kendi kendisini putlaştırıp ve kendi kendisine tapması da en büyük bir aldatıcı görünüştür.
Bir bireyin, bir toplumun, bir düşüncenin veya bir ideolojinin aşırı savunucusu olması ve ona körü körüne tapması o kişiyi veya toplumu fanatikleştirir ve katlanılması zor bir tehlikeye düşer. Böyle bir düşünce sistemiyle toplum bağnazlaşır ve zamanla kendi kendisine ve çevresine zarar verici durumlara düşer. Aşırı ve köktenci islam gibi!..
Her toplum yapısında ister istemez değişik katmanların olması da kaçınılmazdır ve bu doğal sayılmalıdır. Her toplumsal katmanın da kendisine göre inanç yapısı, kültürü ve düşünsel bir yapısı vardır. Bu da insanın sahip olduğu üstün zekâ ve düşüncesinden kaynaklanır. Aynı zamanda değişik düşünce yapıları da mevcuttur. Bu da en doğal olgudur.
Bir düşünceye körü körüne itaat etmek, bir düşünce uğruna ölümü kucaklamak ne derece doğru olabilir ve ne derece yerinde olabilir? Bu düşündürücü olduğu kadar da incelenmesi gereken bir konudur. Ama ideolojiler uğruna insanlık müthiş uçurumlar, savaşlar, soykırımlar da yaratmıştır. Bu da bir gerçektir. Acaba ideolojiler ve dinler uğruna insan katletmek yerinde bir olgu mudur? Böylesi bir düşünce yapısıyla peki insanın insanlık ölçütleri ve insanlık değer yargısı ne oluyor ve neye hizmet etmektedir? İnsan olmanın ölçütü ve kıstasları ne olmalıdır ve nasıl olmalıdır? İnsanın insan olması kendisini sıfatlarla belirtmesi zorunlu mudur? Evet zorunludur çünkü onu hayvanlar aleminden ayıran en ayırıcı ve belirleyici özellik onun düşünmesinden ötürüdür.
Günümüzde veya bu son birkaç asırdır dünyada ideolojiler ve din uğruna savaşımlar söz konusudur. İnsanlık aleminin, kendi geleceğiyle oynaması ve kendi yaşamını tehlikeye sokması durumu da günümüzde gözler önündedir. İnsanlıkla nasıl oynandığı da çıplak gözlerimizle öylesine seyretmekteyiz! Açıkça dünya halkları kendi arasında müthiş bir şekilde iki kutuba ayrılmış durumdadır. Bunu daha da açılımlandırırsak ezen ve ezilen sınıf olarak tanımlanmaktadır. Marksist felsefeyle bunun açılımını yaparsak Proleterya-Burjuva sınıfsal çatışması olarak da dile getirilmektedir. Açıkça şehir ve kentleşmenin karakteristik yapısına bağlı olarak kendi bağrında karmaşık bir toplumsal yapının oluşmasıyla birlikte gelişen ihtiyaç doğrultusunda değişik üretim biçimlerinin ortaya çıkması ve bu üretim ağlarının (sanayi bölgelerinin) oluşumuyla birlikte üretim ilişkilerini de ortaya çıkarmıştır. İlişkiler temelinde doğan ihtiyaçlar ister istemez beraberinde ticareti de doğurmuştur. Açıkçası bir pazar ekonomisi ortaya çıkmıştır. Bu pazar ekonomisinin ortaya çıkmasıyla birlikte değişik sömürü biçimleri de ortaya çıkmıştır. Açıkçası hak yeme olayı bu kapsamda ortaya çıkmıştır ki bu da daha sonra haksızca elde edilen kazançtan dolayı güçlü olma ve daha da güçlü olma ve daha da çok şeye sahip olma adı altında azınlık bir erk doğmuştur. Bütün bu ilişki ağı içinde ve insanlık tarihinin gelişim seyri içinde toplumsal çalkantılar yaşanmıştır. Her toplumsal değişim, geliştirdiği sisteme kendi sosyal yaşam damgasını vurmuştur. Köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum, sosyalist toplum ve komünist toplum olarak adlandırılmıştır. İşte sınıflamalar ve sıfatlandırmalar böyle devam edip gitmektedir. Bu sınıfsal (!) çatışmalar içindeki toplumsal katmanların günümüzdeki son durumları oldukça gülünçtür! Ve insanoğlunun bilinci nasıl ve ne gibi şeylerle meşgul edildiği de bir başka tartışma konusudur. İnsan bir şeye körü körüne inandı mı onu artık akan sular durduramaz?
Bir birey, bir örgüt, bir parti eğer içinde yaşadığı mevcut durumda haberi yoksa ve içinde yaşadığı toplumun yaşam ve sosyal yapısı tarzından haberi yoksa böyle bir birey, bir örgüt, bir parti kendisine ne sıfat yakıştırırsa yakıştırsın şablonculukla Marksizim-Leninizime ne kadar sarılırsa sarılsın onun sonu meçhul olacaktır. İnsanoğlu, kendi doğası gereği kendisine yakıştırdığı sıfatlara bürünerek sürekli her sınıfsal ortamda kendisine yeni yeni sıfatlar türetmiştir. Açıkçası her türlü renge girip çıkmıştır. Ama bu sıfatları kendisine yakıştırırken bile Marksizm-Leninizmi de dilinde eksik etmemiştir. Çünkü kendisinin bir insan olduğunu unutarak sürekli Marksizm-Leninizmin fanatiği durumuna düşmüştür. Ama ondan saptığı halde gene de aynı düdüğünü öttürmeye devam etmekte ısrar etmiştir. Marksizm-Leninizm adı altında kendisini öyle sıfatlarla gizlemiş ki buna oportünizm, reformizm, revizyonizmden tut devrimcilik, ilericilik, yurtseverlik, sosyalistlik, komünistlik, demokratlık, vatanseverlik, solculuk, aydıncılık sıfatlarını da dillerinden düşürmemektedirler. Sonuçta Marksizm de, Leninizm de gene kapitalist, emperyalist sistem veya toplum içinden çıkmıştır ve onların da hataları ve yanılgıları mutlaka olmuştur! Geliştirdikleri teorilerden bile vazgeçmek bilmiyorlar. Peki insan nesiyle vardır? İnsanları bir arada tutan en önemli olgular ve etmenler nelerdir? Bu kıstaslara başvurulduğu an karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır;
İnsan, ideolojisinden önce insan olma olgusunu ön plana çıkarmalıdır. İnsan ve insanlığın değer yargılarını ön plana çıkarmaktır. Toplumsal ve sosyal içeriklikten dolayı sorumluluklar yüklenilmelidir. Karşılıklı sevgi ve saygınlıklar ortaya çıkarmaktır. İnsanın kendisini taşımasından ve toplumsal ve sosyal yaşam çerçevesinden özverili fedakârlıklar ön plana çıkarmaktır. Toplumu düşünsel olarak zehirlemek değil, ona hizmet götürmek, onu geliştirip en yüksek seviyeye ulaştırmayı ön plana çıkarmaktır. Toplumu zorunlu bir çerçeve içine sokmak yerine, onu akıl dışı şeylerle içi boş şeylerle beyinleri doldurmak yerine insana, insanca akla ve mantığa uygun şeylerle kazanmak gerekir. Toplumun değer verdiği şeylere önem vermek gerekir veya saygı duymak gerekir. Toplumun değer verdiği inanç yapıları içi boş olsa dahi onu eleştiride yıkıcı olmamak kaydıyla olumlu ve akılcı bir yöntem kullanarak toplumu iknaya gidilir. Peki nedir bu toplumsal değerler? Her toplumun kendisine göre, sosyal yapısına göre inanç yapısı ve kültürel, ahlâkî bir değeri vardır. Bir toplumun inanç yapısı, kültürü ve ahlâkî değer yapısı ne kadar hatalı ve gerici olursa olsun onu çözmede radikal davranmak yerinde bir davranış mıdır? Bir toplumu değiştirmek ve dönüştürmek, ona istenilen niteliği vermek o kadar kolay mıdır? Eğer kolaysa bu ucuz bir maceracılığa kaçar. Tarih, yığınların gerçek sosyal ve toplumsal yaşamından gizlidir.
Makaleler, Denemeler ve Öyküler
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.