- 842 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÜÇ FELÂKET, BİR RİYÂSET
Anadolu’nun ıssız bir köyünde dürüst, cömert ve çalışkan Sabri diye bir adam yaşıyordu. Sabri Beyin bir çiftliği, hayvan sürüleri vardı. Eşi Saliha ve iki oğulları Murat ve Mehmet ile mutlu bir şekilde yaşamaktaydılar. Taa ki Sabri Bey o rüyâyı görünceye kadar. Sabri Bey, bir gün rüyâsında Aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyarla karşılaşır. Selamlaşırlar ve ihtiyar ona şunları söyler.
-“Ey oğul! Senin başına üç büyük felaket gelecek. Bu felaketler başına gençliğinde mi gelsin, yoksa ihtiyarlığında mı?”
Sabri Bey korkuyla, yatağından fırladı, kan ter içinde kalmıştı. Rüyâ olduğunu anlayınca, bir bardak su içip yeniden uykuya daldı. Aynı rüyâyı ikince defa gördü, yine uyandı, rüyâ olduğunu öğrenince, yine uykuya daldı. Üçüncü kez aynı rüyâyı görünce, uyuyamadı sabahı zor etti ve doğru köyün yaşlı bilge kişisi Seyyid Hoca’ya koştu ve rüyâsını ona da anlattı. Seyyid Hoca elini şakağına koydu, biraz sessizlikten sonra şunları söyledi Sabri Beye.
-“Bak oğul! Bu çok önemli bir rüyâ. Bu rüyânın aynısını bir daha görecek olursan, o aksakallıya şöyle de; ”Ey aksakallı dede, başıma ne gelecekse gençliğimde gelsin! ”Çünkü, gençken her türlü felâkete göğüs gerebilirsin ama ihtiyarlıkta çok zor olur. Şayet, başına bu üç felâket gelirse; sakın ha Allah’a asi gelme, sabret! Bilesin ki sabrın sonu selâmettir!...”
-“Pekiyi Hocam! Allah senden razı olsun! Allah’a emanet olun!”
Sabri, kaygı içinde evine döner. O gece de aynı rüyâyı görünce, Seyyid Hoca’nın dediklerini tekrarlar ve uyanır.
-“Ey aksakallı dede, başıma ne gelecekse gençliğimde gelsin! Allah’dan gelen başımız, gözümüz üstüne!”
Sabri Bey, uyuyamamış, derken eşi de uyanmış, onu yatağın üstünde başını iki elinin arasına almış düşünürken görmüş.
-“ Hayrola bey,ne oldu? Yoksa rahatsız mısın?”
-“Saliha Hanım, gel şöyle yakınıma da seninle konuşacaklarım var. Ben dün gece, üstüste üç defa çok kötü bir rüyâ gördüm. Uyuyamadım, sabahı zor ettim. Sonra Seyyid Hoca’ya koştum. O da başımıza üç felâket geleceğini ve bunlara karşı sabırlı olmamızı, asla Allah’a asi olmamamız gerektiğini ve aynı rüyâyı bir daha görecek olursam; ”Ey Aksakallı Dede! Ne felâket gelecekse başıma gençliğimde gelsin!” dememi öğütledi. Ben de aynı rüyâyı bu gece de görünce, Seyyid Hoca’nın dediklerini dedim o Aksakallı ihtiyara ve “Haydi Allah sabırlar versin evlât!” diyerek kayboldu. Aman ha hanım çok dikkatli, metanetli ve sabırlı olalım!”
-“Tamam Beyim, sen hiç tasalanma! Ne yapalım, Allah’dan gelene boynumuz kıldan ince! Sabredeceğiz, dünya imtihan dünyası değil mi zaten?”
-“Allah senden razı olsun be karıcığım! Yüreğime su serptin! Hadi yap bir acılı tarhana çorbası da çocuklarla birlikte içelim, işimize bakalım, Mevlâm neylerse güzel eyler!”
Aradan birkaç ay geçmişti ki bir gün hava aniden karardı, şimşekler çakmaya, yıldırımlar inmeye başladı ve ardından da bardaktan boşalırcasına sağanak yağmur başladı. Sanki, gökyüzü yarıldı da bütün suyunu Sabri Beyin çiftliğine boşaltıverdi. Çiftlikteki hayvan ahırları, koyun ağılları ve ambarlar su altında kaldı, hayvanlar telef oldu. Daha Çiftliğe sel basmasının acısı unutulmadın, büyük bir yangında Sabri Beyin evleri ve damları da kül oldu. Eşiyle çocuklarının canını zor kurtardı. Yanmış evin avlusundalar şimdi.
-“Hanım, bu başımıza gelecek ilk felâket olsa gerek. Hadi toparlanalım. Çocukları da alıp bir an önce yola koyulalım. Artık burada kalmanın bir sebebi kalmadı.”
Sabri Bey ve ailesi, yakındaki bir kasabada han işleten, Hancı Mahmut’a giderler. Başlarına gelenleri anlatırlar. Mahmut da onları teselli eder.
-“Üzülme dostum! Burası senin, istediğin kadar kal! Sen müşterilere bakar, odaları temizlersin, yenge hanın kirlilerini yıkar, geçinir gidersiniz!”
Ailece uzun süre handa çalışırlar. Bir gün Saliha Hanım, küçük oğlu Murat’ı da yanına alarak, kıra gezmeye giderler. Uzun süre Saliha’yı gözüne kestiren müşterilerden birisi, onları gizlice takip eder ve atın terkisine attığı gibi gözden kaybolur. Kadının çığlıklarını ve Murat’ın ağlamalarını kimsecikler duymaz. Hana ağlayarak varan Murat, olanları babasına anlatır. Sabri Bey derin üzüntü içinde mırıldanır.
-“Demek ikince felâket de eşimi kaybetmemmiş! Artık buradaki insanların yüzüne nasıl bakarım. Hadi çocuklar toparlanın gidiyoruz!”
Üçü birlikte yola düşerler. Yolda aniden sağanak yağmur başlar, yol üzerindeki çaydaki su insan boyuna yakındır. Köprü de yok, çaresiz, suya girecekler. Sabri Bey, çamaşırlarını çıkarır, büyük oğlu Mehmet’i omzuna alır karşı kıyıya geçirir ve Murat’ı da almak için geri döner. Tam onu da almış ve suyun yarısına kadar gelmişken, karşı kıyıdaki Mehmet’i bir kurdun kaptığın görür, telaşla yetişmeye çalışırken, omzundaki Murat’ı da suya düşürür ve çocuk azgın suda gözden kaybolur. Avazı çıktığınca bağırır Saliha Hanım.
-“Can kurtaran yok mu? Bir oğlumu kurt kaptı, bir oğlumu da sel aldı, kurtarın onları, kurtarıın!!!”
Sabri Beyi duyan olmaz, tek başına üçüncü felaketin de acısıyla başbaşa kalakalır.
-“İşte bu üçüncü ve en büyük felâket olsa gerek. İlkinde çiftliğimi, hayvanlarımı ve evimi; ikincisinde eşimi; üçüncüsünde de ciğer parelerimi kaybettim. Yarabbi! Ne olur daha kötüsünü verme!”
Nereye gittiğini bilmeden, günlerce deli/divâne gibi dolaşan Sabri Bey’in aklı başına gelir, Seyyid Hoca’nın dediklerini düşünür ve sabreder. Nihayetinde bir şehre varır, bir süre sonra bir lokantada işe girer. Geceleri de bir otelde kalmaktadır. Meğer, eşi Saliha’yı kaçıran, handa çalıştıkları kasabanın kabadayılarından birisiymiş. Saliha, adamın elinden kurtularak aynı şehre gelmiş, Belediye Reisi’nin evinde işe girmiş. Kurtun kaptığı Mehmet’i, az ileride avlanmakta olan avcılardan birisi görüp kurtarmış, onu evi-ne götürmüş, evlat edinmiş, büyütmüş ve aynı şehre askere göndermiş. Murat’ı da nehrin aşağısındaki balıkçılar kurtarmış. Kimsesiz bir balıkçı onu evlat edinmiş, büyütmüş ve tesadüfen aynı şehre o da askere gelmiş. İki kardeş de Belediye Reisi’nin evinde emir eri olarak askerliklerini yapıyor. Sabri Bey, sokaktan geçen tellalın sesiyle uyanmıştır.
-“Ey ahali, duyduk, duymadık demeyin! Bugün şehrimizin yeni reisi seçilecektir. Herkes şehir meydanında toplansın!!!”
Tellalı duyan ahali şehir meydanına koşar. Sabri Bey de merak eder, O da meydana gider, kenardan olup bitenleri izlemeye başlar. Belediye Reisi, yüksekçe bir yere çıkar bir konuşma yapar.
-“Ey ahali! İki yıldır bu şehrin Reisliğini yapıyorum! Hepinize, bana verdiğiniz destekten dolayı çok teşekkür ediyorum! Şimdi, geleneklerimize göre; benden sonra görev yapacak Belediye Reisi’ni tespit etmek üzere, şu elimdeki güvercini bırakacağım ve kimin başına konarsa, o Reis olacaktır!”
Reis güvercini bırakır, güvercin döner dolaşır Sabri Bey’in başına konar. Halk itiraz eder, güvercin yeniden salınır ve yine Sabri Bey’in başına konar. Üçüncüsünde de aynı olay tekrarlanınca, kimse itiraz etmez ve Sabri Bey de şehrin yeni Reisi olur ve Belediye Konağı’na yerleşir. Konağın temizlikçisi Saliha Hanım, avluyu süpürürken, iki askerin aralarındaki şu konuşmasına şahit olur.
-“Yahu Mehmet, aylardır aynı Konak’ta askerlik yapıyoruz, daha doğru dürüst birbirimizi tanımıyoruz. Hadi anlat bakalım, biraz kendinden ve ailenden söz et!”
-“Murat! Benim babam çok dürüst, çalışkan ve iyi bir insandı. Fakat, kötü talih yakamızı bir türlü bırakmadı. Yahu,şimdi bunlarla başını ağrıtmayayım!”
-“Olur mu canım hiç öyle şey. Anlat hadi anlat!”
-“Önce çiftliğimizi sel aldı, ardından evimiz yandı!”
-“Vaha, ah! Sonra?”
-“Sonra köyümüzü terk etmek zorunda kaldık, annem ve babam çalışmaya başladılar. Fazla sürmedi, bir eşkıya annemi kaçırdı. Babam ve kardeşimle birlikte annemin peşinden giderken, azgın bir nehirle karşılaştık. Babam, önce beni omzuna alarak karşıya geçirdi. Sonra kardeşimi de alıp geliyordu ki beni bir kurt kaptı. Az ileride avcılar kurdu öldürdüler ve beni kurtardılar. Avcılardan birisi beni evlat edinmiş, büyütmüş ve askere göndermiş.!”
-“Yahu Mehmet, benim hikâyem de seninkine çok benziyor, Allah Allah! Nasıl olur? Babam kardeşimi nehrin karşısına geçirmiş, beni de alıp nehrin ortasına gelmişti ki kardeşimi bir kurt kaptı, babam da heyecanla koşunca, beni nehre düşürdü. Aşağıdaki ihtiyar balıkçı Mustafa Kaptan beni kurtarmış, onunla yaşamaya başlamışım ve şimdi de askerdeyim!”
Bu konuşmaları işiten Saliha Hanım, askerlerin kendi oğulları Mehmet ile Murat olduğunu anlamış, koşarak ikisinin boynuna sarılmış, ağlamaya başlamıştır.
-“Kuzularım, kuzularım! Allah’a şükürler olsun, sizi ölmeden gördüm ya ölsem de gam yemem artık. Babanızı da dünya gözüyle görebilseydim dünyalar benim olurdu, dünyalar!”
Diğer askerler, onları görünce yanlış anlayıp, hemen Reis’e şikayet ederler ve Saliha hanım apar topar Reis’in huzurundadır.
-“Bre kadın! Niye o askerlere sarıldın ha, niye?”
-“Reisim, bu askerler benim yıllar önce kaybettiğim oğullarım Mehmet ile Murat’mış. Yıllardır onların hasretiyle yandım ben!”
-“Senin adın ne söyle bakalım?”
-“Saliha efendim!”
-“Hımm! Şu işi baştan anlat bakalım!”
-“Eşim ve iki çocuğum ile birlikte, çiftliğimizde mutlu bir hayatımız vardı. Ama ne olduysa o rüyâdan sonra oldu ve felâketler üstüste gelmeye başladı!”
-“Rüyâ mı, ne rüyâsı, kimin rüyâsı?”
-“Eşim Sabri Bey’in rüyası efendim! Eşim de aynı size benziyordu. Sizin yaşlarınızdaydı. İyi kalpli, cömert ve çalışkandı. Allah insanları çift yaratmış derlerdi de inanmazdım. Meğer doğruymuş!”
Reis Sabri Bey koltuğundan kalktı, Saliha hanıma doğru heyecanla yürüdü, sevinç içinde bağırdı.
-“Saliham, Saliham benim! Sen benim yıllardır aradığım Salihamsın!
Allah’ım sana binlerce kere şükürler olsun ki eşimi ve oğullarımı görmeyi nasip ettin!”
Askerler koşuştular heyecan içinde, Mehmet ile Murat’ı bulup getirdiler, dürdü biribirlerine öyle sarıldılar ki artık onları ölüm bile ayıramazdı. Bir mutluluk yumağı oldular. Artık kötü günler geride kalmış, sabırla felâketlerin üstesinden gelinmiş ve sonunda da Allah onları dünyada iken mükâfatlandırmıştı. Ömür boyu bir arada mutlu yaşadılar.
Ali Aksakal
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.