ELLERİMİZİN HİKÂYESİ
4 sene 3 ay kadar uzun süreli bir ilişkimiz vardı. Çok seviyordum, çok sevdiğine inanıyor ve güveniyordum. Gereksiz bir tartışma ve iletişimsizlikten dolayı ayrıldık. Daha doğrusu terk edildim. Aylarca süren yakarmalarıma ancak cevap verdi. Kendi iç dünyasındaki karmaşayı çözememiş olması benden bir hayli soğutmuş. Ne yaptıysam eskisi gibi olmadı. Ani çıkışları, beni gözden çıkarmış olması, istemediğim şeyleri yapması ve şüphelerim beni yiyip bitiriyordu.
Kurban Bayramından hemen sonra yanına gitmeye karar verdim. Sabah terminale beni babam bırakacaktı. Üniversiteye gideceğimi sanıyorlardı. Onu atlatmam gerekiyordu. Çünkü bilmiyorlardı benim bu hallerimi, kilo kaybımı, üzüntümü, suskunluğumu… Tereddütsüz ilk otobüse aldım biletimi. Bir seneyi aşkın görmediğim şehre doğru ilk adımı atmıştım. İlk gidişimdeki heyecanın aynısıydı hissettiklerim. Umurumda olan deniz kokan şehir değil, sevdiğimdi aslında. Yol boyunca iletişim kurmaya, onu yumuşatmaya ve o gün ne yapacağını kestirmeye çalışıyordum. Çünkü gideceğimden haberi yoktu.
Yollar tanıdıktı. Her kavşağı, dağları, yol üstündeki şehirleri aklıma kazımışım. Yolun yarısında kimseye haber vermememin doğru bir fikir olmadığına karar verdim. Ablasını arasam haberi olur dedim kendimce, zira sürpriz olmasını yeğledim. Eniştesini aradım, aramızda iyidir. “Ben O’nun yanına gidiyorum, haberin olsun” dedim. Benden hiçbir kötülük gelmeyeceğini bilmesini istedim. Onay alınca daha bir rahatladım.
Bir saatim kalmıştı. Şehre girer girmez anılarım tazelendi. Beni yol kenarında indirdiler. Otele kadar yürüdüm. Minibüse binmek istemedim. Bu havanın her zerresini içime çekmek, yaşamak istedim. Gittiğim otel 4 senedir barındığım, işletmecileri artık tanıdık olmuş bir yerdi. Valizimi bırakıp rahat bir nefes aldığımda hemen mesaj attım. “Havası bile sen kokuyor” diye. Hemen ardından “Ne?” diye karşılığı geldi. “Yok bir şey” dedim, “olmasın zaten” dedi. Burada olmamı istemiyordu. Dayanamadım söyledim. Hoşuna gitmedi tabi, git buradan dedi. “Hiç değilse son bir kez, uzaktan da olsa son bir kez göreyim, öyle gideyim.” dedim. Gelmeyeceğini söyledi. Zorlamadım hiç, tamam dedim yarın gideceğimi söyledim. Gezdiğimiz, oturduğumuz her yeri dolaşmak tekrar yaşama istiyordum.
Akşama kadar dolaştım. Sahil, donanma, dere boyu, ara sokaklar, girdiğimiz marketler, belediye, köprüler, oturduğumuz kamelyalar, sallandığı salıncak, kafeler, gittiği dershane… Yürümekten ayaklarım patlamış yatağa girene dek aklıma gelmedi, yemek yemeyi bile unutmuşum. Gece oldu karnım çok acıkmıştı. Her zaman gittiğim çorbacıya girdim. Çorbamı yudumlarken ufak bir olay çıktı, tatsız bir olaydı. Çorbamı bitirip ayrıldım hemen oradan. Biraz daha gezmek istedim, çünkü yarın gidecektim. Belki bir daha gelemeyecektim buraya. Halk Eğitim binasının önünden geçerken bir türkü duydum. Binanın hemen karşısında türkü evi vardı, “Tanrıdan Diledim” söyleniyordu. Sanki benim için çalıyorlardı. Halk Eğitimin merdivenlerine oturdum, hafiften yağmur yağıyordu – ahmakıslatan derler - , bitene kadar dinledim.
Gelmeyeceğine inanmıştım. Ama inanmak yetmiyordu. Bir umut var ya işte ondan rahatlığım. Geç olmuştu, otele gittim. Uyuyamıyordum, durup durup ağlıyordum. Gözlerim ağrımaya başlamıştı en son hatırladığım. Geç vakitlere kadar ağlamış, sonrada uyuyup kalmışım.
Gelmeyeceğini bildiğim için sabah kalkmadım. Fakat sürekli cep telefonumu kontrol ediyordum uyur uyumaz halimde. Öğleye doğru mesaj attı: “Ben birazdan çıkacağım Kaptan Kafeye gel”. Çok heyecanlandım, sevincim her zerreme işledi. Yataktan zıpkın gibi kalktım, hemen hazırlanmaya başladım. Saçımı taradım, dişlerimi fırçaladım, tıraş oldum… O’na kitap almıştım, İskender PALA’nın Kitâb-ı Aşk kitabı. Üniversitede bahar şenliklerinde almıştım, burada hocalık yapan İskender Hoca’ya imzalatacaktım kitabı. Fakat nasip olmadı. Bir tek gül aldım her zamanki çiçekçiden, arasına koydum kitabın. O’nu bekliyordum hala gelmemişti. Bir şeyler daha yapmak istedim, duramıyordum yerimde! Marketten bir kutu çikolata aldım en güzelinden. Kafenin önünde beklemeye başladım, dakikalar geçmiyordu, tıkanmış kum saati misali geçmiyordu. Başımı sadece bir kere kaldırdım, kaldırdığımda gelmiş bana bakıyordu. Görür görmez ilk defa onu seyre dalıyormuş gibi kalakaldım. Haydi dercesine işaret edene kadar kendime gelemedim. Kalktım, yanına gidiyordum. Her adımım içimi yakıyordu, evet içim yanıyordu cayır cayır. Ben biliyordum bu yanmaları…
Geçtik içeri, o zamana kadar hiçbir şey konuşmadık. Sesini duyamamıştım daha, sürekli onu izliyordum ayçiçeklerinin güneşi takip etmesi gibi… Oturduk yukarı kata, karşısına geçtim. Aldıklarımı vermek için sabırsızlanıyordum, yüzündeki o mutluluk ifadesini görebilmek için can atıyordum. “Neden geldin” dedim, “Bilmiyorum” dedi. Sürekli ona bakıyordum, ona hasrettim çünkü çok özlemiştim güzel yüzünü. Her hareketini takip ediyordum. Saçını düzeltmesi, telefonuna bakması, çantasını kurcalaması… Anladı sürekli ona baktığımı aşk ile. “Bakma öyle n’olur” dedi. Utandığını hissettim, hoşuma gitmişti bu. O an çıkarıverdim hepsini umursuzca. Masanın ortasına koydum, başımı eğip ona doğru ittim “Sana aldım” dedim. Yüzünde bir gülümseme belirdi, her şeye değerdi!
“Neden böyle oldu, ne olacak şimdi, ne yapacağım ben?” sorularıyla yoğunlaşmış konuşmaların ardından iki tane çikolata çıkardı. Birini kendi yedi diğerini bana verdi. Bir tane kâğıt mendil çıkardı, buruşturup kenara koydu. Aldım cebime attım, biraz kızdı ama o kullanmıştı, hatıra olarak saklayacaktım. Hep yaptığım şeydi… Bu arada sade nescafemi getirmişti garson, her zaman ki gibi sade ve dört şekerli. Konuşmaların arasında unutuverdim, fincanı önüne çekti. Yine her zaman ki gibi şekerleri kâğıtlarından soyarak karıştırdı ve önüme itti. Birkaç yudum aldım. Boğazım düğümleniyordu, boğuluyordum sanki! Çikolatamı da çıkardı kâğıdından “Yesene” dedi. Bir kere ısırdım bıraktım. Yine konuşuyorduk, bu belirsiz durumun adını koyabilmek için. “Olmuyor, yapamıyorum” dedi. Burnum sızlamaya başladı. Kalbime bir ağrı saplandı üzüntümden. Belli etmemek için ya başımı çevirdim ya da öne eğdim, çünkü gözlerim dolmuştu. Utanıyordum karşısında ağlamaktan, tuttum kendimi. Narkozsuz kalp ameliyatı gibiydi, acı verici 20 dakika. Derin derin nefes aldım, ezildim büzüldüm, küçüldüm! Aslında çokta büyük suçum yoktu, kendimi acındırmaya çalışıyorum diyeceğim ama gerek yoktu.
Birden konuşmaya başladı. “Sana haksızlık ediyorum, sana layık olamadım” dedi. Taşmaya başlamıştı göz pınarlarım. “Kendime güvenmiyorum sana karşı” dedi, gözlerinden iki damla yaş ellerinin arasına, gri masa örtüsüne düştü. Sanki yüreğime kor düştü o an! Dayanamadım, aldım paltomu rüzgâr gibi birkaç saniyede oldu. Cebimdeki bozuk paraları çıkarıp masaya koydum “Hesabı ödersin, ben gidiyorum” dedim, boğuk, ağlamaklı bir sesle… O halini görünce dayanamayacağımı anladım gitmek, bağıra bağıra ağlamak istedim. Alıp başımı geri dönmemek istedim, o artık üzülmesin istedim. kezzabın ciğerlerimi nasıl erittiğini hissettim o 5 saniyede...
Dışarı çıktığımda sinirlerim boşalmıştı artık. Gözlerim çağlayanlar gibi durmaksızın süzülüyordu yanaklarıma. Kaçarcasına, arkama bile bakmadan hızlı adımlarla oradan uzaklaşıyordum. Kapüşonumu taktım ağladığım duyulmasın, görülmesin diye. Tam atkımı sol omzumdan atıyordum ki biri kolumu tuttu! Arkamdan gelmiş, yetişmiş bana oysa ben o kadar koşmuştum, nasıl yetiştin sen bana? “Dur bekle” dedi koluma girdi. Sahil boyunca yürüdük, konuştuk. Hiç susmadım ağlaya ağlaya onu ne kadar sevdiğimi haykırdım, onun için neler yapabileceğimi anlattım. O dakikalarda konuşmalarım o kadar derindi ki hayatta bir kez olur sanırım. O yoğun konuşmaları hatırlamakta güçlük çekiyorum.
Ben ağlamaklı olduğum için utangaç gözlerimi kaçırıyordum sürekli, bu defa o bakıyordu sürekli bana. Bana acıdığını hissettim o an. Yüzüne bir kere baktım, yüzündeki ima acıma iması değildi. Ama ne olduğunu da bilmiyordum. “Seni üzmek istemiyorum” dedi bana, “Bende üz beni” diye yalvardım. Aşk insanı böyle küçük düşürüyormuş demek ki, ama umurumda değildi!
Geç olmuştu, “Beni eve bırakır mısın?” dedi. Kafamı öne eğip tamam dedim. Yürüyorduk, konuşmadan sessiz, belirsiz… Eve yaklaşmıştık, gören olmasın diye ayrılmamız gerekiyordu. Bir an duraksadı. Yanıma geldi. “Ben sana layık olamadım, hep üzdüm seni” dedi. İtiraflar akıyordu dudaklarından… “Ben senden sonra biriyle buluştum” dedi. Tutamadım kendimi, erkeklik yalanmış ağladım elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi… “Ama hiçbir bağımız olmadı, senin gibi olmadı, sadece dertleştik” dedi. Ben onu dinliyordum, kalemimi kıracak hâkimimi… “Beni böyle kabul edecek misin, yine sever misin deliler gibi” dedi. “Sence niye hala buradayım?” dedim. Kısa ama anlamlı bir soruydu. “Benim gururum yok, benim onurum yok sana karşı. Sadece SENİ ÇOK SEVİYORUM, bildiğim tek şey bu…” dedim.
Gözlerinden yaşlar dökülüverdi. “Sen çok farklısın, seni tekrar bulamam bu hayatta” dedi ve can alan o sözleri aktı sevda nehrinden; “Seninle olmak istiyorum, seni sevmek istiyorum” dedi. Yanıma yaklaştı yanağımdan öptü beni, çok tatlı bir histi. Aynı sıcaklık olduğu yerde duruyordu. Sarıldım ona bütün sevgimle o anı unutmak, silmek imkânsız! Bütün güvenim yerine gelmiş sevinmiştim, sevinçten ağlamak istiyordum. “Ağlama artık” dedi ve dudaklarıma ufacık bir buse kondurdu. O anı anlatmak bu kadar mı zor olur bilemiyorum. İlk günkü gibiydi tek bir farkla, ben ağlıyordum. “Ne hissettin” dedi bana, ben de “Cenneti…” dedim. Cebimdeki mendili çıkarıp gözlerimi sildim ve gülümseyerek “Bak mendilin işe yaradı” dedim. Sonra birbirimize sevgilerimizi haykırdık sessizce. Gitmeliydi, gidiyordu bende arkasından bakıyordum sanki dönmeyecekmiş gibi. Evine girene dek seyrettim onu yüzü gülüyordu, yüzüm gülüyordu.
Otele döndüm eşyalarımı aldım otobüse yetişmem gerekiyordu. İçimde bir burukluk vardı. Onu kazanmışken gidemezdim buradan! Cebimde yol paramdan başka param kalmamıştı. Gitmek zorundaydım, en yakın zamanda gelme niyetiyle bindim otobüse. Aktarmalı gidiyordum, bir sonraki arabayı kaçırdım. Bir arkadaşın yanında kaldım. En rahat gecem o geceydi. Çünkü sevdiğini biliyordum. Ertesi gün otobüse bindiğimde “beni arar mısın bir tanem” dedi. Hemen aradım “Dün sen burada mıydın?” diye sordu. “Evet, yanındaydım her şeyim” Dedim. Derin bir oh çekti “Şükür rüya değilmiş” diyerek sevindi.
Sonunda ne mi oldu:
“ RUHUMU TERKET ARTIK! ”
(Hayatta birini sevmek için sebep gerekmiyormuş, o sebep zaten “Sevgiliymiş”…)
27 Şubat 2010 – 14.50