Cahille Sohbet
Sevgili Dostlar,
Seri makaleler arasında yine bir soluk alma vakti geldi. Yaşanılan bazı haller, bazı yeni yorumların yapılmasını zorunlu kılıyor. Yaşanılanların ne olduğu hiç önemli değil, ama ondan çıkan sonuçlar, o kadar önemli ki, paylaşma zorunluluğu duydum.
Cehalet, cahillik, ukalalık….. insana adeta cehennem azabı yaşatmakta. Hele bir de karşınızdaki öğrendiği, ezberlediği, soyut kavramları, anlamlarına dahi ermeden kullanıyor ve her önüne geleni cehenneme atmaya başlıyorsa, gurur bütün benliğini kaplamış olarak kendisini de gizliden gizli cennetlik olarak görüyorsa, susmasını bilmiyor ve sizi de zorunlu olarak dinlemeye mahkum ediyorsa…
Konuşsanız, anlamayacak, kırılacak, belki de tartışmaya başlayacaksa, bunları kalben hissediyor, içiniz daralarak da olsa vakit biran önce geçse diye düşünüyorsanız, yani kısaca cehenemi yaşıyorsanız, heralde bundan bir ders çıkartılmalıdır değil mi?
Bu nedenle bu konyu değerlendirmek istedim. Yazının uzunluğundan dolayı da affınıza sığınıyorum.
Saygılarımla
almuti
Cahille sohbet
Bir kış vakti yollar kapalı, zorunlu mola yerinde, ülkenin konusunda en uzman kişisi adamın biriyle aynı ortamda bulunmak zorunda kalır. Uzman ve o adam yolların açılma haberini beklerken sohbete de başlarlar.
Mütevazı yapısı her halinden belli olan uzman, karşısındaki her konuda konuşurken, arada bir söze girip, çoğunlukla da baş sallayarak, onaylar görüntüsüyle sohbeti sürdürmeye devam eder. Konu öyle bir noktaya gelir ki, o konuda ülkede konuşabilecek birkaç kişiden biri de o uzmandır.
Ama adam, her konuda ahkâm kestiği gibi o konuda da en iyi bilen olduğunu gösterme gayretine düşmüştür. Lafının üstüne laf konulmasına tahammül edemez bir eda ile aslı astarı olmayan sözlerle, konuşmasına devam eder.
Konu kendi alanına girdiğinde, o kadar çok yanlışın bir arada söylenmesine dayanamaz hale gelen uzman, karşısındakini de kırmadan; “bana burada bir eksiklik var gibi geldi, söyle de düşünsek nasıl olur? Şunu da söyleyebilir miyiz?” gibi cümlelerle işi düzeltmeyi düşünür ama nafile.
Adam bırakın dinlemeyi, sözünün kesilmesine tahammül edilemez bir edayla; “Bu işi bilenler böyle söylüyor” cümlelerini ortaya atarak, kendisini de biliyor gurubuna dâhil ederek, karşısındakini susturup sözüne devam eder.
Eğer dinlemeyi becerebilse karşısındakinden nice kıymetli bilgiler elde edecek ama kabının darlığı o suyu alamadığı gibi karşısındakini de iyice daraltır.
Uzman hafif bir tebessümle yeniden sessizliğe bürünerek başıyla onaylamaya devam eder. Ne yapsın, yollar kapalı, bir müddet daha birlikte kalacaklar.
Bugün için unutulmuş ama hatırlanmasında fayda olan, eskilerin deyimiyle “kelamı kibar” yani “güzel bir söz” duymuştum; “ Reddiye delile müstenid değilse cehlin ifadesidir ” Yani bir konuya hem itiraz getireceksiniz, hem de o konuda hiç bilginiz olmayacak. İşte tam cehalet!
Aşk kokan bir kitap diyordu ki; “ Cehennemi yakinen bilmek mi istiyorsun? O halde cahillerle sohbet et ”
Bir kere cahil olan, sorar ve öğrenir çünkü bilmediğini bilendir o. Asıl korkulması gereken iki kere cahil olanlardır; hem bilmez, hem de bilmediğini bilmez, kıyasıya tartışır.
***
Bir konuda tartışanların ve tartışmaya gerek duymayanların hallerini aşağıdaki bal benzetmesi çok iyi açıklayacaktır;
Kimi insanlar vardır ki bal’ı tarif etmekten hoşlanır, her önüne gelene de bal’ı anlatırlar.
Kendilerine göre bir bal tarifi tutturmuşlardır. Hiç tadına bakmamışlardır ama bu tarifi anlatmanın, bilmişliğin gizli keyfiyle hayatlarını devam ettirirler.
Kimileri de balın gerçek mahiyetini, yapısını, içindekileri okumuş, bilmiştir.
Bal bilgisini bilmenin heyecanını ve gururunu taşırlar. Kendine göre bal tarifi yapanlara bunu anlatmaya çalışır ve hayatları bu tartışma içinde geçer.
Balın içindekilerin derin manaları ve ne işe yaradıkları ile sonuçları hakkında ise tam bir bilgileri yoktur. Belki aralarında balın tadına bakmış olanlar da çıkabilir.
Kimisi de vardır ki hayatı bal yemekle geçmiştir, kendisi bal olmuştur adeta. Ne balın tarifini önemser, ne içindekileri, ne de tartışanları.
Bal yemenin ve bala dönmenin keyfi içerisinde bal tarifi üzerinde mücadele edenleri tebessümle seyreder!
Ahkâmı Kebir
Çoğunlukla rastladığımız, hepimizin şöyle ya da böyle karşılaştığımız bir şey vardır; Bazıları, kimileri için kolayca cennetlik ya da cehennemlik diye karar verip söyleyiverirler.
Bir insan için iyi şeyler dilemek güzeldir. Filan kişi cennetlik demek, gerçek olsa da, olmasa da kötü değildir. Çünkü iyi bir zanda bulunmuştur, sevgi vardır bu sözde, pozitif enerji vardır.
Aslında bunu söyleyen bu söz ile o kişinin geleceğinde yaşayacağı bir hali söylemiş olmaz, o hale onu götürmesi muhtemel bir fiilini övmüştür zımni (kapalı) olarak.
O fiilin toplum nazarındaki değerinin ne olduğu da burada önemli değildir. Bu sözü söyleyenin nazarında o fiil iyidir ve övmektedir. Bu sözlerle de o fiilin yayılmasını arzu ediyor olabilir. Bu sözler aslında o kişi için bir temenni ya da dua hükmünde de düşünülebilir.
Bir insan, kendisi hakkında birisinin iyi şeyler konuştuğunu duyduğunda içinde ona karşı bir sevgi gelişir. Düşmanı bile olsa kini azalır.
İkinci duruma yani cehennemlik lafına gelince; Bu söz de o kişinin sevilmeyen bir fiil, hareket içinde olduğunu zımni olarak söylemektedir. Ancak söylenen kötü bir şey ya da dilek olduğundan söylenmesi gerçek bile olsa hoş değildir.
Söyleyen kişi bunu İslam adına söylüyorum derse bil ki islama iftira atmış olur, hem de iki cihetten;
Birincisi ben geleceği biliyorum demektir ki bunu Allahtan başka kimse bilemez. İkincisi ise insanların kusur ve noksanlarını görüyor veya araştırıyor demektir ki tecessüs (casusluk) zaten yasaktır.
İşin aslına bakarsanız karşısındakinin kusurunu söyleyen kendi kusurunu ortaya sermektedir yani, " ben kusur görücüyüm demektedir ".
Görmek kısmına gelince; Olgun, pozitif, sevgi yüklü kâmil bir insanın bakışlarının ferasetli olması gerekir. Bu da noksanları görmemeyi ve bu şekilde söylememeyi gerektirir. Söylememek denildiğinde ise burada kastedilenin dışında başka bir anlam daha taşır.
Arkasından da, yüzüne karşı da, incitecek şekilde söylemek hatadır. Yoksa söylemek, o kişinin bahsedilen kusurunu bilmediği için ya da farkında olmadan yapma ihtimaline karşı onu bilgilendirmek niyeti taşıyorsa bu söylemek iyidir elbet.
Bu söyleyiş şekli ise sevgi dolu ve pozitif olmalı, itici olmamalıdır. Çünkü itici bir şekilde söylenirse maksada ters düşülmüş olur ki; hatasını anlaması, öğrenmesi ve düzeltmesi de zorlaşır. Onu hatada ısrar inadıyla baş başa bırakmış oluruz. Zaten “ güzel söz söyle ve zorlaştırmayın kolaylaştırın ” emri yok mu?
Farklı bir açıdan bakıldığında aşağıdaki iki ifade de kişilerin cehennemlik olduğunu söylemenin önüne geçiyor gibi.
Allah’ın “ Ben ne yaptığınıza değil kalplere yani niyetlere bakarım ” Sözü ile “ Nice cennet ehli vardır ki cehennemliklerin işleriyle uğraşırlar, nice cehennem ehlide vardır ki cennetliklerin işleriyle uğraştıklarını görürsünüz ” manasındaki hadisin bu konuda bizi düşündürmesi gerekmiyor mu?
Şu halde bahse konu olan sözleri söyleyen kişi kalp ehli olsaydı bu hali bilir ve zaten o lafları söylemez, söylenmesindeki sakıncaları da bilirdi. Buradan da anlaşılıyor ki o sözleri söyleten hâl, kalbi bir hâl değil, nefsi bir haldir, yani bir noksanlığın ifadesidir. O halde noksan olana itibar edilmez ve sözünün hükmü yoktur.
Farklı bir açıdan bakıldığında ise o sözler üstü kapalı olarak Allahlık iddiası da taşımaktadır. İslam’ın kelime anlamındaki “teslimiyet” hali inancın gereği olmalıdır. Teslimiyette olan ise asla sorgulayıcı olamaz, hatta tek sorgulayıcının Allah olduğunu bilir.
Bu sorgulayıcı durum, nefsin insanda doğurduğu, tagut’a ibadet etmenin bir tezahürüdür. Bu durum yüksek benlik, ya da ego halidir ki insanı ilahlaştırır. Teslimiyete de engel olduğundan ilahlık gereği olan ceza ve mükâfat sistemini kendi egosuna göre çevresindekilere uygulattırır.
Bir insan niçin başka bir insanı cehennemde yakmak ister? Bu istek onda nasıl doğar ve gelişir? Sorularına aşağıdaki cümleler bir cevap olabilir mi bilemem?
Bir insan cennete girebilmeyi hedef almış ve bunun için yapması gereken şeyleri yaparken zorlanıyor, gücüne gidiyor yani şevkle, zevkle ibadet edemiyorsa, ama fiili olarak da bu emirleri yerine getiriyorsa, kısaca, yaptığı ibadetler onda sıkıntıya yol açıyorsa bunun tezahürü olarak da bahsedilen konuşmalar gelebilir.
Çünkü insanın yaratılışında iyi şeylere tek başına sahip olma isteği ile, sıkıntılı şeyleri de paylaşma arzusu vardır. Böyle olunca da kendi duyduğu sıkıntıyı paylaşma içgüdüsü ve dürtüsü bunu yapmayanlara öfkeye dönüşür ve öfkesini de onları cehenneme atarak gösterir.
Buna çok yakın bir halde şöyle olabilir; Kişi ibadetleri yaptıkça kendini beğenmeye başlar ve gururlanır. Sonuçta kendisini herkesten daha çok cennete layık görmeye başlar ve oranın mülküne sahipmiş egosuyla kimseyi beğenmez olur ve önüne geleni cehenneme atmaya başlar.
Oysaki Allah gurur ve kibirlileri hiç sevmez, onu yok etmemizi ister bizden. “Ölmeden önce ölünüz” ve nefisle savaş için “büyük savaş” ifadeleriyle bizlerdeki heva-heves, mal-makam, şan-şöhret hırslarının yok edilmesini istemektedir.
Ancak bu hiç de kolay değildir. Kolay olsaydı büyük savaş ifadesi kullanılır mıydı? İnsanın kendi gücüyle başarabileceği bir şey değildir. Çünkü karşınızda göremediğiniz, kontrol edemediğiniz gibi bizi kontrol eden bir güç var.
O halde bu konuda destek ve yardım almaktan başka hiçbir şansımız yoktur. Değil mi ki “ illa bisultan ”, o olmadan bu mücadeleyi kazanma şansımız yok. O halde acizliğimizi itiraf ederek yardım istemektir bize düşen.
Onu yaptığımız andan itibaren, o yüksek ego, gurur ve kibir balonları kendiliğinden sönmeye başlar. Zaten “İbrahim’in dinine uymanın” en büyük yanı da bu teslimiyettir.
Tekrar başa dönecek olursak, demek ki birileri için cehennemlik lafını kullanmak son derece yanlış. Ama kalkıp derse ki; “görmüyor musun şu yaptığını, baksana bunu yapanların cehennemlik olduğunu Allah söylüyor!” O zaman buna karşı da iki şey söylenir;
Birincisi; O Allah’tır söyler, ilim onun katında, sende ise o ilim yok. Dersen ki ben o ilme vakıfım o başka, sesimiz çıkmaz, susarız. Şayet Allah deseydi ki senin söylediğin filanın oğlu filan cehennemlik ve sende bunun üzerine söyleseydin, mahsuru hem olmazdı, hem de olurdu. Çünkü peygamberimiz, “kâfir olduğu bilinenler için bile” bunu söylemenin bir faydası olmadığını bildirmemiş mi?
Bırakın filanın cehennemlik olduğunu, Allah daha çok; “ vay o namaz kılanlara! Onların çoğu şirksiz olarak inanmazlar! Dini Allaha has kılın, taguta hizmet etmeyin! ” Gibi sözlerle nefislerin emrine girmiş, kusur ve noksan arayan kişilerin tehlikelerinden bahsetmektedir.
İkincisi; Ömrü okunan ve her sayfası bir gün olan bir kitaba benzetecek olursak ve bütün sayfalar çevrildiğinde, yani okunduğunda ömür bitiyor olsa, sormamız lazım gelmez mi sen kitabı son sayfasına kadar okudun mu diye?
Cevap elbette hayır olacaktır. Baktığın sayfada o fiili işlerken görebilirsin, ama sonraki sayfalarda tövbe ve iyi fiiller var ise? Bunu bildin mi, o ilim sende var mı? Cevap yine hayır olacaktır. O halde şu andaki bir fiile bakarak geleceğin hükmünü nasıl koyuyorsun?
Bu ilim Allaha aittir ve sen bu yaptığınla o ilmin kendinde olduğunu iddia ediyorsun anlamına da gelir ki, bu hoş bir şey değildir.
Bütün bunlara rağmen, “bu fiilleri yapanı Allah neden affetsin, tövbe ettirsin ve o hale döndürsün” diyecek olursa denir ki; İşte şimdi daha çok tehlikeli bir duruma geldin. Kısaca dini Allaha has kılmaktan çıktın da kendi dinini icraya başladın . Yani Allaha kimi affedip kimi affedemeyeceğini öğretme iddiasına düşmekten başka bir şey yapmadın.
Bir an için farz edelim ki kıyamet koptu ve hepimiz mahşerde toplandık. Senin cehennemlik dediğin o kişiye Allah, yürü bakalım cennete, şu köşk de senin dese, orada itiraz mı edebileceksin? Hayır, o cehennemlik mi diyeceksin, orada öyle bir kudrete sahip olmadığın halde burada bu kudret sana nerden geldi? Sana gelen bu kudret mi yoksa nefsin heyelanı mı?
Madem kudretin, gücün, dermanın yok, hangi hakla ilahlığa soyunuyorsun da sorgulamaya, yargılamaya kalkıyorsun? Enbiya 23.’ü bir okuyuver bakalım ne diyor, sen misin sorgulayan yoksa o mu?
Ayrıca peygamberimiz, “ sizden hiçbiriniz kendi gayreti ve ibadetleri ile cennete giremez ” dediğinde ve kendisine “siz de mi?” diye sorulduğunda “ evet, ben de ” diye cevap verirken, biz kim oluyoruz da bırakın kendimizi kurtarmaya olan kudretimizin olmadığını, başkalarını cennet ve cehenneme taksim ediveriyoruz!
Herkes işine baksın! Biri çıkar da bir gün “Yoksa sana peygamberden ayrı bir vahiy mi geldi?” diye soruverir. Evet diyemeyeceğin kesin olmakla sana gelen bu düşüncenin kaynağından da ben söz edivereyim; Heva ve hevesinden yol bulan nefsinin vesveseleri! Kur’an’dan şu ikazı da duymanı isterim “Heva ve hevesini tanrı edineni gördün mü?”
Mevlana “fihi ma-fih” isimli eserinde bakın ne güzel bir hikaye anlatıyor; Padişahın birinin saf bir oğlu vardı. Onu yıldız ilimleri öğrensin diye üstatların yanına gönderdi. Çocuk yıllarca bu ilmi tahsil etti ve geri döndüğünde babası oğlunu denemek için avucuna yüzüğünü alıp; “Bil bakalım elimde ne var?” dedi. Çocuk saymaya başladı;
“-Yuvarlak bir şey”, “-Sarı bir şey,” “içi boş bir şey”. Çocuk bunları söyleyince babası sevindi, aferin oğlum hadi şimdi söyle bakalım bu nedir? Dedi. Çocuk bunun üzerine; “-Baba elinde kalbur var deyiverdi”.
Bunu anlattıktan sonra Hz Pir der ki; yuvarlak oluş, sarı oluş, içi boş oluş hep gelip geçici şeylerdir. “Asıl olan kalburun ele sığıp sığmayacağını bilmektir”. Günümüz insanı da böyledir işte der Mevlana; “Her şeye hüküm verirler, o caizdir, bu caiz değildir der dururlar da kendilerine hiç bakmazlar, kendileri caiz midir, değil midir düşünmezler bile” diye o devirdeki durumu aktarır bizlere.
Almuti
YORUMLAR
cahil insanla sohbet insani cileden cikarir.
bir seyi on kere söyletirir ve on kere söyler.
siz kendi düsüncelerinizi görüslerinizi belirtiyorsunuz bunu kendi kendine gelin güveylik olarak asla düsünmemeli bence.
emek vermissiniz emek vermeden is olsun diye yazdiginizi düsünmüyorum.
emek verilerek yazilan yazilarin icinde fayda verici bir cok sey bulabilir insan.
okumak genel olarak insanin ufkunu genisletir.yazmak zaten bir yetenektir.
ama uzun yazilari okumak cok zaman aliyor.
Mevlana; “Her şeye hüküm verirler, o caizdir, bu caiz değildir der dururlar da kendilerine hiç bakmazlar, kendileri caiz midir, değil midir düşünmezler bile”
evet cokta dogru.güzel bir yaziydi yüreginize saglik.
saygilarimla
Almuti
İnsan içindekini ya birkaç satır şiirler ya da dolaylı yazılarla ancak aktarabiliyor.
Saygılar sunuyorum, esen kalın
Bilimsel bir dinî sohbetti okuduğum. Dikkatle okunduğunda, düşünüldüğünde, öğrenmemiz gereken , bilmediğimiz çok şeyin olduğunu kanıtlayan, çok yararlı bir yazı..
Almuti
Tekrar teşekkürler, sağlık ve mutluluk dileklerimle saygılar sunuyorum