İNCELİK
Etrafımıza baktığımızda her geçen gün sinirli, anlayışsız insanların arttığını görüyoruz. Trafikte birbirini boğazlamaya kalkan sürücülerden, komşuluk hakkını hiçe sayan apartman sakinlerine, hizmet almaya gittiğimiz Devlet kuruluşlarındaki görevlilerden, yolda kendisini kızdıran küçücük yavrusunu adeta sürükleyen ebeveynlere kadar herkes barut fıçısı halinde dolaşmakta. Güleryüzü , hoşgörüyü unutmak üzereyiz. İnsanda gülecek hal mi kaldı? diyenler olacaktır. Kısmen haklı olabilirler ancak unutmamalı ki bunun sorumlusu bizden farkı olmayan komşumuz, yolda karşılaştığımız diğer insanlar değildir.
Ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere canımızı sıkan şeyler hayatımızda azımsanmayacak kadar çok. Pollyanna misali her olumsuzluğa pembe gözlüklerle bakmak da çözüm değil. Ancak yine de yaşanan olumsuzluklarda başkalarının hayatını zehretmek de söz konusu olumsuzluğu ortadan kaldırmaz, tam tersi sıkıntımızı daha da arttırır.
Asabiyet katsayısı yüksek insanlar sadece çevremizde yoklar. Sporun sağlıklı bir uğraş olduğu, futbolun da seyir zevki yüksek bir spor olduğu gerçeği karşısında yaşanan kavga ve olumsuzluklar insanı kara kara düşündürüyor. Devleti yöneten veya yönetmeye aday olan kişilerde de sinirlilik ve saldırganlık hali sıkça gözleniyor. Toplumdaki konumları ve arkalarındaki halk desteği göz önüne alındığında birbirlerine karşı saygıyı en yüksek oranda göstermesi gereken siyasilerin önemli bir kısmı maalesef pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da iyi örnek olmaktan uzak davranış içindeler.
Hoşumuza gitmeyen olaylar olacaktır ancak bunların karşısında mümkün olduğunca soğukkanlı ve incelik içinde hareket etmek şüphesiz en doğru seçenektir. Tarihimize baktığımızda kötü hatta seviyesiz durumlarda bile incelik ve zeka dolu güzel örneklerin sayısız yaşandığını görmekteyiz.
Bunlardan birkaç tanesi hep hafızamdadır. İstiklal Savaşı’ndan sonra Cumhuriyet kurulmuş, yeni kurulan Devlet yabancı ziyaretçilerini ağırlamakta. Yine bir gün Ankara’da Atatürk şerefine bir davet veriliyor. Davete yabancı konuklar da davetli. Herkes gayet güzel eğlenirken Atatürk’ün gözüne O’na dik dik ve sinirle bakan bir ingiliz subayı çarpıyor. Yaverine ingilizin neden öyle baktığını sor gel diyor. Yaver gidiyor ve bir süre sonra geri dönerek Atatürk’e "efendim Çanakkale’de babasını öldürmüşsünüz, o yüzden sinirliymiş" diyor. Atatürk bunun üstüne yaverine dönüyor ve diyor ki "sor bakalım babasının ne işi varmış Çanakkale’de ?". Bir başka güzel örnek de cihan sultanlarımızdan Yavuz Sultan Selim’den. Yavuz Sultan Selim zamanında, Iran Şahı İsmail kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor Sultan Selim’e. Sandık açılıyor içinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat bir de pis bir koku yayılıyor. Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor. Hediyeler sandıktan çıktıktan sonra en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor.. Yani Osmanlı’ya büyük bir hakaret ediliyor! Cihan Padişahı hemen bir sandık hazırlatıyor. İçine değerli mücevher ve kumaşlar koyduruyor. Şah İsmail’in huzuruna götürülen sandık açılıyor. Yaptığı karşısında tedbirle sandığa bakan İsmail ve yanındakiler sandıktan yayılan nefis kokular karşısında hayrete düşüyor. Hediyeler sandıktan çıktıktan sonra sandığın dibinde boydan boya gül kokulu nadide lokumların olduğu görülüyor. Zehirli olmadığı göstermek için lokumdan önce elçi yedikten sonra lokum kutusunu Şah İsmail’e sunuyor. Anlam veremiyorlar tabii. Lokum bittikten sonra kutunun içindeki notu Şah İsmail okuyor: "Biz biliriz ki, herkes yediğinden ikram eder." İşte incelik ve zeka. Şimdilerde aynı olaylar yaşansa liderlerimiz ne tepki verirler bilemem ama Mustafa Kemal ve Yavuz Sultan Selim’in zarafetine yaklaşabilirler mi? Hiç sanmıyorum..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.