- 1405 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAFDAĞINDA ANKA KUŞU
ARDAHAN ’A GELECEĞİM.
Çocukluğumuzu masallar süslerdi, gaz lambasının kısık alevinde duvarlara vuran karartılardan öcüler yaratır, içimiz ürperterek dinlerdik bu masalları, koca devleri, kafdağı’nın ardındaki anka kuşunu, sarayları, güzel kızları, delikanlı yiğit gençleri, kırk haremiler ’i konu alırdı bu masallar, her masalın sonu bir ana fikir, bir ders verirdi.
Bilinen masalların bittiği yerde yaşanmış olaylar, savaşlar, kahramanlık anlatıları, sevdalar, kurulan düşler masallaştırılıp anlatılırdı, topraklarımızda söz, her şeyin önünde yer alırdı, yoksulluk fakirlik biraz olsun unutulur, hasretlik, özlemler daha dayanılası olurdu.
Ozanların, aşıkların yolu gözlenir, kahvelerde sigara dumanı içinde atışmalar, türküler, hikayeler dinlenir, uzun kış gecelerinde toprak damların altında muhabbetler koyulaşır, yarenlikler yapılırdı.
Asker yolu, gurbet yolu, uzağa gelin verilen kızların gözyaşları, ırgat, amele gönderilen evlatların hasreti yüreklerde saklanırdı, özlemler, hayaller çiçek açar, kilimlere, halılara desen olur ilmek, ilmek işlenirdi. Patiska bezlere, etaminlere işlenirdi yavukluya, sevdalıya olan aşklar, aynalarla, mendillerle çeşme başına selam gönderirdi gençler, hasretlik, sevdaya dair özlemler, avunmak, beklemek daha kolay olurdu.
Bu masallarda anlatılanlar günlük yaşama yansır, komşunun namusu, malı, canı kutsal sayılır, dokunulmazdı, eğer hata yapan olursa meclis kurulur, en yaşlı, en bilge olan diğer aksakallılara da danışarak hüküm verirdi, onun verdiği hüküm kesindi, kırk kırbaç derse kırbaç, kırk gün köyü terk et derse, kırk gün köy terk edilirdi.
Olur ya iki komşu, iki dost bir anlaşmazlığa düşerse hakem olurlardı, elindeki sopasıyla çizdiği sınır, söylediği söz kanun sayılırdı, yazılı kuralların olmadığı bir dünya da söz namustu, söz delikanlılık, söz mertliğin işaretiydi.
Yaşam koşulları zorlaştı, gurbet sırası bizlere geldi, babamın alın teri ve göz nuruyla yaptığı evi, dağlara yol yaparak taş ocağı açıp, inşaatlara taş satıp, kışında kura nehrinden buz kalıpları keserek samanlıklarda saklayıp yaz sıcağında satan babamın 32 yaşında kaybettiğimiz babamızın aldığı tarlaları, çayırları bırakarak çıktık gurbete.
Evimizi, tarlamızı akrabalara, dostlarımıza emanet ettik, tarlamızı eksinler, çayırlarımızı biçsinler istedik, para pul istemedik, sahip olsunlar yeter.
Evin kapısı kırılarak ahırlardaki direklerin, kapıların, hayvanlara yem verdiğimiz bagaların tahtaları, zincirler, bahçe duvarımızdaki taşların bile çalındığını gördük, üzüldük, hüzünlendik ama kimseye laf söylemedik, değmezdi çünkü.
Bu topraklarda bir sürü medeniyet yaşamış, göçler, sürgünler, savaşlar olmuş, yüzlerce yıldır beraber yaşayan halklar birbirini katletmiştir.
Ermeni’ler, Malakan’lar Ardahan’ı terk ederken sırtında çul olmayanlar biranda ağa olmuşlar, komşusunun emanet ettiği altınlarla devran sürenler, genç kızların, gelinlerin kollarını altınları için kesenler, terk edilen hanlara, hamamlara konanlar sefa sürmeye başlamışlar.
Bunların büyük kısmı bir süre sonra batıya göç etmiş geriye daha fakir ve çaresiz insanlar kalmıştır. Halkımız sanattan, üretimden bir şey anlamadığından, sadece tarıma dayalı çiftçilik yapmış, başka hiçbir özelliği olmadığından gün geçtikçe fakirleşmiş, yoksullaşmıştır.
Kapitalizmin pençesine düşen insanlarımızın, hemşerilerimizin çoğu artık eskisi kadar güvenilir, eskisi kadar sözünün eri olmaktan uzaklaşmıştır.
Demirperde ülkelerinde kominizim rejimi yıkılmış, onlarda kapitalist sisteme ayak uydurmuşlar, ticaret adı altında ülkemize, Ardahan’a gelerek zaten zayıflamış olan ahlak ve ekonomik yapının daha da çökmesine sebep olmuştur.
Kahvelerde kumar oynanır, barlarda yabancı kadınlara, etini pazarlayanlara, alın teri, tarlanın, buğdayın, satılan hayvanların parası peşkeş çekilir, harcanır olmuş. Oysa evde çocuklarının sırtında elbise, ayağında ayakkabı yoktur.
Benim Ardahan’a sevdam başkadır, bu topraklarda çakıl taşlarına, uçan kuşlara, ovalara gelen turnalara başı karlı dağlara sevdalıyım.
Ardahan’ın dağlarında dolaşıp özgürlük türküleri söylerdim, Nehirde balık tutar, çayırlarda tırpan çekerdim.
Yüreğim özlemin kör hançeriyle kanayan bir güldür aslında, ben bir arıyım, bir serçe kuşu, bir sevdalısıyım Ardahan’ın.
Yıllar sonra eşimi ve çocuklarımı da yanıma alarak, ağlayarak çıktığım bu topraklara gülerek, türküler söyleyerek döndüm, bir temmuz ayıydı.
Baba ocağımızın eskiyen tavanı çökmüş, evlerimizin yeri harabe olmuştu.
Tarlalarımızı dolaşmaya çıktım, yüzlerce yıldır gelenek haline gelen komşunun tarlasını, diğer komşudan ayıran sınır izi (tump) bozulmuş, bizim tarlamız başka tarlaya katılmıştı, arazilerde kadastro çalışmaları yapılırken bazı tarlalarımız başkalarının adına yazılmış, onlarda hiçbir şey olmamış gibi yeni tapularını almışlar.
Evlerimizin arsası bir yakınımızın adına tapulanmış, yine bir dostumuz tarafından başkasına satılmış. Şimdi hakkımızı mahkeme yoluyla aramamız gerekiyor. Artık atalarımızın, dedelerimizin sözü kadar geçmiyor söz, Aksakallıları, ehlivukufları, Muhtarı, azayı kimse dinlemiyor, sınırları belirlemek artık eskisi kadar kolay değil, bir metre toprak için şerefini satanlar var, artık utanmak yerine arsızlık almış, artık namusun yerini para, ikiyüzlülük, ihanet almış. Artık söz geçerli akçe değil, kağıt parçası, tapu konuşur olmuş.
Gazeteci arkadaşımız Fakir, yazılarında Ardahan’a gelin, Ardahan’a yatırım yapın, sahip çıkın diyor,
Şimdi festivaller oluyor, dostlarımız düğünlerine, bayramlara çağırıyor, yaralı, küs kalbimi kim avutacak, emanet ettiğimiz tarlamızı, çayırımızı peşkeş çekenler, duvarlardaki taşlarımızı yıkanlar, çalanlar sizlerle nasıl yan yana geleceğim, nasıl bakacaksınız yüzüme.
Ama biliyorum yüzlerce yıldır, Ermeni’ye, Malakan’a yar olmayan bu topraklar kimseye yar olmayacak, sizlere de kalmayacak.
Yapılan haksızlıklara, ihanetlere cevabımızı, kısmet olursa eğer musalla taşında vereceğim, imam soracak nasıl bilirdiniz, sessiz kalacağım, imam diyecek hakkınızı helal edin, etmeyeceğim.
Bir dul kadının, yetimlerinin hakkına göz dikenler elbette ahrette hesabını verecek. İşte asıl hesap bu.
Kul hakkı bu, öde ödeyebilirsen eğer.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen yüzü gülen, kapısını, hanesini bize açan dostlarımız da, Akrabalarımız da var. Bu sene özellikle geleceğim Ardahan’a.
Dostlarımızla, akrabalarımla hasret gidermeye, ihanet edenlerin de yüzlerine tükürmeye. Bu sene bahar olur olmaz geleceğim.
Bakmayın hırçınlığıma, alınmayın küsmeyin bana, kırgınlığım, başkalarına olduğu kadar kendime de, babamın, annemin başkalarının gündelik işine giderek, tarlada, çayırda çalışıp, çırpınarak alın teriyle sahip olduklarına ben yeterince sahip çıkamadım, çıkamadık bunda, asıl suçlu birazda bizleriz.
Yine kışlaya çıkıp özgürlük türküleri söyleyeceğim, azalsa da suyu Kura nehrini özledim. Tarlaları, çayırları, toprak kokusunu özledim.
Gönül dostlarım ben Ardahan’ı çokkkkk özledim.Çok.
Ardahan’a geleceğim.
Engin KASAP
22.Şubat.2010. İstanbul.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.