- 537 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 29
İsmail ağabeyin, hiç peşinsiz bana sattığı, Alman malı Tetra marka on altı mm. sinema makinesi ,üç parçadan oluşmaktaydı. Projeksiyon ve amfiden oluşan ana parça, trafo ve hoparlör. Kahvemize kadar da minibüsü ile getirivermişti.
Makineleri kahvemize indirdiğimde, ben çok neşeliydim elbet. Babam ise oldukça şaşkındı.
- Bu makine bizim artık ! Dedim babama.
- Nasıl yani ? Dedi merakla. Kahvedekiler de meraklı bakışlarla bizi izlediler.
- İsmail ağabey , hiç peşinsiz ,ayda beş yüz taksitle, toplam altı bin liraya bana sattı..
- Allah Allah, dedi babam.
O gece yine heyecandan rahat bir uyku uyuyamadım. Yatıncaya kadar oynamıştım makinemle. Ertesi gün İstanbul’a gidip film alacaktım. Hava ışımadan kalkıp hazırlanmıştım bile. Babamdan yüz lira para aldım. Elli- altmış liraya kiralanabiliyordu bizim filmler.
En yeni ve piyasanın en tanınmış filmleri ’darfilm’ şirketinde olurdu. Diğerleri onun yanında, sıradan şirketlerdi. ’darfilm’ Galatasaray Lisesi’nin yan sokağındaydı. Yerini çoktan öğrenmiştim. Şeyhli muhtarı filmleri oradan alıyordu. Burada aynı zamanda, muhtarın makinesinin markası olan ’Ukrayna’ makineleri ve büyük sinemalarda kullanılan otuz beş mm. lik makineler de satılıyordu. İlk önce oraya gittim ben. Kurtköy’de oturduğumu, Şeyhli muhtarı ve ortağı olan Özcan öğretmenin beni tanıdığını, Tetra marka bir sinema makinesi aldığımı ve onlardan film kiralamak istediğimi anlattım.
İki bölümden oluşuyordu orası. Ön taraf, ücretlerin ödendiği, faturaların kesildiği büro. Arka taraf ise filmlerin depolandığı yer. Kısa boylu, gözlüklü, yarı kel , esmer ve Karadeniz’li idi yetkili Mustafa Erdem bey. Faturaları kesen, sarışın da bir sekreteri vardı, yan masasında oturan.
- Sizin köyler için Muhtar ve Özcan beye film veriyoruz biz. Sana vermemiz mümkün değil, deyip kestirip attı Mustafa bey. Fazla konuışmama da fırsat vermediler, çünkü işleri çok yoğundu. Ben de doğruca, İsmail ağabey ile birlikte film aldığımız, Yeşilçam sokağındaki Nuş Film’e gittim. Hüseyin ağabey idi, oradaki yetkili. Patronu Kâmuran ağabey oraya pek uğramazdı. Hüseyin ağabey tek başına çalışırdı. Hiç tereddüt etmeden elli liramı alıp, istediğim filmi verdi bana.
Öncelikle yakın köylerden başlayarak, o akşam hangi köyde sinema yoksa oraya gidip sinema oynatmaya başladım. Makinem pek sağlam değildi ama idare etmeye çalışıyordum. Dönüşüm için akşamdan kiralık araba ayarlıyordum gittiğim köylerden.
Bir hafta bile geçmemişti henüz. İsmail ağabey kahvemize geldi. Babamla birlikte oturduk yanına. Çay ısmarladık.
- Yahu benim biraz kafam karışık, diye başladı söze.
- Hayırdır inşallah, dedim ben. Babam dinlemeyi tercih etti.
- Yahu sen, çok küçüksün. Yarın, bir gün, bu makineyi düşürüp kırsan, ben neyini alacağım senin ?
- Niye düşüreyim ağabey ? Kafasına koydukları için bahane uydurmaya çalıştığı belliydi.
- En az iki bin lira peşinat istiyorum ben , deyip, kestirip attı.
O kadar parayı, biz hiç bir arada görmemiştik. Bulabileceğimiz de aklımıza bile gelmemişti. Arabasına yükleyip götürdü makinemi.
- Film, Hüseyin’in mi ? Ben yarın gidiyorum, götürürüm...
Oyuncağı elinden alınmış, küçük bir çocuk gibi kaldım öylece.
- Ben böyle bir şey bekliyordum bu heriften ! Dedi babam. Öfkeyle yaktı sigarasını. Kahvedekiler bir anda acıdılar halimize. Teselli edici sözler söylemeye çalıştılar.
- Sadece Maça’nın mı makinesi var ? Siz de başkasından alırsınız. Hatta yenisini alırsınız !
Evet ; sadece Maça’nın makinesi yoktu. Parayı verdikten sonra başkasından da alınabilirdi. Ama bizim o kadar paramız hiç olmamıştı ki !...
(Devam edecek)
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Sizinle beraber geçmiş tarihin farklı renklerini gezip, görüyoruz. Bu arada daha öncede demiştim. Hafızanız taktirlik.
Fikret TEZEL
Mustafa Sakarya
Aynur Engindeniz
"Öperlör" değil "hoparlör" olması gerek Fikret Bey. Bunun dışında yine başarılı bir bölümdü. Tebrik ediyorum.