- 720 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİ BİZİM DİNİMİZDİR
SEVGİ BİZİM DİNİMİZDİR
“Ben dedi, önce sana her şeyimizi anlatıp göstereyim de, ondan sonra aklın alır gönlün kalırsa, kalbin de isterse evet dersin. Ben seni seviyorum, dinim gibi imanım gibi....” Böyle dedi anne! Cafer aynen böyle söyledi. Ve o zamana kadar da elimi bile tutmadı. Benim razılığım olmadan da tutmayacakmış biliyor musun? İşte öyle insanlar onlar anne...”
Emine, annesini mutfakta sıkıştırmış ha bire derdini anlatmaya çalışıyordu. Çünkü birilerinin bunları kendi babasına anlatması, duyurması gerekiyordu. Başkalarından duyması çok daha kötü olurdu. Hem bir an önce duyulmalı ki, Cafer’nın ailesiyle de tanışılsın. Her şey resmiyete dökülürse daha rahat hareket edeceklerdi. Şimdilik annesi bilsin de hiç olmasa bir punduna getirince o da babasına anlatırdı durumu.
Cafer ile Emine aynı Fakülteden arkadaşlardı. Zamanla kanı kaynadı birbirlerine sevdiler ikisi de. Cafer baştan itibaren Emine’ye alevi olduğunu söylemişti. “Sana aleviliğin ne olduğunu bizzat yaşatarak göstereceğim. Şimdi anlatsam da eksik kalır. Sabret tatilde seni bizimkilerin yanına götüreceğim. Cem evine, dergaha götüreceğim. Beğenmediğin, yanlış gördüğün bir şey olursa benden vaz geçmen en doğal hakkındır. Ben de sana zorluk çıkarmam” demişti.
Kızının bu konuda bu kadar ısrarcı olmasına sinirlenen annesi:
“Konuşma kız aptal aptal karşımda. Babanın buna evet diyeceğine aklın eriyor mu senin? Bırak babanı, ben bile evet demem. Deli misin sen? Komşuların, akrabaların yüzüne nasıl bakarım?” dedi.
“Ha, yani komşular ve akrabaların ne diyeceği korkusundan evet demiyorsun öyle mi?”
“Sadece o değil kızım. Ben de baban da senin mutlu olmanı isteriz.”
“Tamam işte, ben de mutlu olmak için sizden izin istiyorum.”
“Öyle kolay değil kızım. Bu aşık olmaya benzemez. Evlendikten sonra iş değişir. Anyayı Konya’yı anlarsın ama iş işten geçmiş olur.”
“Ya anne bak, geldiğimizden beri sana Cafer’in ve ailesinin nasıl insanlar olduğunu anlatıyorum. Gittim gözlerimle gördüm. Hem sen kendin de Cafer ile telefonda konuşmadın mı?
“Konuştum”
“E, daha ne?”
“İşte ne bileyim kızım. Bak görüyorsun, ne bizim sülalede ne de tanıdıklarımızın hiç birinde aleviyle evlenmiş biri yok. Erkeklerimiz bile evlenmedi bir alevi kızıyla.”
“Ohoo, anne ya. Beş gündür konuşuyoruz konuşuyoruz, dönüp gelip yine başa geliyoruz. Alevi de alevi.”
“Alevi tabi ya. Kolay mesele mi sandın?”
“Zor da değil anne. Biz istemesek zor olmaz. Hem ne oldu Allah aşkına? Sen sünni biriyle evlendin de ne oldu? Başın göğe mi erdi?”
“Ne karıştırıyorsun sen benim evliliğimi? Biz senden konuşuyoruz.”
“Hayır, benim mutlu olmayacağımı, pişman olup üzüleceğimi söylüyorsun da her fırsatta, sen sünni biriyle evlendin de mutlu mu oldun onu merak ediyorum.”
“ Oldum tabi. Görmüyor musun, bilmiyor musun sanki?”
“Bilmem mi? Otuz yıl geçmiş aradan nerdeyse. Şimdi bir çok şey değişti, babam da yaşlandıkça değişti. Ama ben çocukluğumu hatırlıyorum, çok değil on beş yıl öncesini. Her çocuk geceleri annesinin ninnileriyle uyurken, ben ve kardeşlerim senin ağlamalarını dinleye dinleye, üzüle üzüle, yorgun düşer uyurduk. Ablam da sünni biriyle evlendi. Ne oldu? Mutlu mu sanıyorsun onu?
“Mutlu tabi. Çok şükür. Şimdiye kadar bir şikayetini duymadık.”
“Duymazsın tabi anne. Babam ona düğün günü gecesi şikayet falan istemediğini baştan, söyledi,. “Kol kırılsın ama yen içinde kalsın” demişti. Sen ablamın evliliğinin daha ikinci gününde kocası ve kaynanası tarafından dövüldüğünü biliyor musun? Dahasını da söylemeyeyim. Şimdi artık iki çocuğu var. Artık o da senin gibi susup evliliğine devam edecek. Hem işin doğrusu, bu işin sünnilikle alevilikle alakası olamaz anneciğim. İnsan , insan olsun yeter. Bak işte anlattım sana her şeyi. Kendin de konuştun Cafer ile. Şunu babama uygun bir dille çıtlat, sonra da konuşacaksa benimle de konuşur. Ama hiç olmasa bir adım atmış olalım.”
“Kızım babanla bunları konuşmak kolay mı sanıyorsun?
“Hah şöyle, biraz yola gel annelerin güzeli, diyerek annesine sarılıp yanakalarından öptü. Kolay kolay. Sen iste yeter ki. İnsaf yahu. Sen onun nerdeyse otuz yıllık karısısın, bir kere de o seni dinlesin. Hem çobanın gönlü olduktan sonra istese teke’den süt çıkarırmış.”
“Bak sen! Ağzı laf ediyor ama tembellikte de üstüne yok. Haydi şurdan patatesleri çıkar da soy bakalım. Daha akşam yemeği pişirilecek. Birazdan baban gelir.”
“Tamam, bu gece tamam mı? Bu gece konuşacaksın babamla.” Diyerek tezgahın altındaki patateslerden birazını alıp soymak için salondaki televizyonun karşısına geçip oturdu.
“Anne saçmalama ya. Ne demek ben sana abimin kızını alacağım ya? O benim dayımın kızı. Ben ona asla böyle bir duyguyla bakmam da yanaşmam da” dedi Cafer.
“Aman Cafer, duyanlar da sanki ilk defa birisi dayısının kızıyla evleniyor zannedecek” dedi annesi. Baban kim peki? O da benim halamın oğlu değil mi? Yani ben de babanın dayısının kızıyım. Hem yalnız biz miyiz böyle olan. Herkes evleniyor dayısının, amcasının, teyzesinin kızıyla.”
“O eskidendi anne. Şakasını bile kaldıramam. Hani beğenmiştin Emine’yi? Hani güzel kızdı, tatlı kızdı, terbiyeli kızdı?”
“Ne bileyim ben senin onunla evlenmek istediğini? Yok olmaz. Hayatta ben bir sünni kızını gelin diye evime sokmam. Bir sünni kızdan torunlarım olacak öyle mi?”
“Ne diyorsun sen anne ya? Daha evlenmeyi bırak, nişanlanmadık bile, sen torunlardan söz ediyorsun. Hani biz aleviler yetmiş üç millete bir nazarla bakıyorduk? Ne oldu da şimdi alevi sünni diye ayrım yapıyorsun.?
“Olmaz, ben istemiyorum.”
“Ya sana inanmıyorum ama, yine de sorayım. Gerçekten mi istemiyorsun? Babamla da mı konuşmayacaksın?”
“Deli misin sen? Babana böyle bir şey desem seni evlatlıktan siler be.” Bana da demediğini bırakmaz.”
“Valla diyecek bir şey bulamıyorum. Beni resmen hayal kırıklığına uğrattın anne. Ya inanmıyorum sana ya. Sen nasıl böyle yüzde yüz ters yüz olabilirsin? Ne oldu senin ilericiliğine, Atatürkçülüğüne?”
“O başka, bu başka. Ben yine ilericiyim, yine Atatürkçüyüm. Onun içinde öyle gerici ailelerle baş göz olmak istemiyorum. Yarın öbürgün gelinim olsa o kız, ben odaya geçip namaz kılacağım derse ne olacak? Onu da seccadesini de alır camdan dışarı fırlatırım valla.”
“Allah Allah! Ne farkın kaldı senin şimdi o gerici dediklerinden? Ne farkın kaldı şimdi madımağı yakanlardan? Onlar da namaz kılmıyorlar diye insanları öldürmüşlerdi.Namaz kılıyor diye bir insanı hatta gelinin olacak birini camdan mı atacaksın? Pes diyorum yani sana pes! Tamam, anlaşıldı. Ben de gider başka yerde otururum. Sizin yanınızda zaten kalamam. Eşim olacak kadının camdan aşağıya atılmasını istemem. Öyle olsun anne. Canın sağ olsun. Helal olsun sana valla. Ne diyeceğimi bilemiyorum.”
“Oy, oy, oy!” diyerek kalkıp Cafer’in boynuna sarıldı annesi. Ben kör mü olmuşum da biricik oğlumun sevmiş olduğu kıza itiraz edeceğim. Kurban olurum sana da gelinim olacak o kıza da. Şaka yaptım tabi ki. Kurban olurum sana. Nasıl da üzüldü. Oy oy oy!” deyip sarılıp sarılıp öptü Cafer’i.
“Aşkolsun anne. Yani bravo sana. Yemin ediyorum kalbime inecekti nerdeyse. Ya diyorum kendi kendime, anneme ne oldu böyle? Kim kandırdı annemi böyle? Üffff!” diyerek bir derin nefes aldı. “Çok şükür ya. Kabus gibiydi valla.”
“Kurban olurum sana Caferim. Bekler miydin benden böyle bir aptallık. Ben yıllarca bu günlerin hayalini kurmuşum. Oğlum kimi severse tabi ki ben de severim. Kimi isterse ben de isterim. İster müslüman olsun, ister hiristiyan, ister budist olsun ister ateist, bizim öyle insan ayırma gibi bir düşüncemiz olamaz oğlum. Hem senden başka kimim var benim?”
“Bir an önce babamla konuş anne. Konuş da bıraksın bu saçma sapan düşüncesini.”
“Oğlum yavaş yavaş. Zamanla o da alışacak kimi şeylere. Böyle birden olmaz bu işler. Onun için de kolay değil oğlum. Yıllarca dernek başkanlığı yaptı, insanlara örnek olmaya çalıştı. Yıllarca herkese alevi sünni evliliğine karşı olduğunu söyledi. Sünniyle evlenenlerin düğününe bile gitmeyerek onları protesto etti. Şimdi kolay mı onun durumu da?”
“Anne o dediğin kaç yıl evvelmiş. O günden bu yana neler değişti neler. Artık çok sıradan oldu böyle şeyler. Allah aşkına, artık Erzurumlu Kütahyalı ile, Aydınlı Erzincanlı ile, Samsunlu Mardinli ile evleniyor. Bırak onları artık insanlar başka ülkeden insanlarla evleniyor, evrensellik bu işte. Üstelik babamın görüşlerine de denk düşüyor bunlar. Alevilik hiç bir zaman gericilik ve tutuculuk, ayrımcılık ve şovenistlik değildir.”
“Yok oğlum. Tabi ki baban ayrımcılık yapmaz. Ama gözümüzün önünde o kadar çok örnekler var ki. Bu tür evlilikler genellikle boşanmakla, ayrılmakla sonlanıyor. Onların kızları da oğlanları da bize geldiklerinde rahat ediyorlar ama bizim kızlarımız da oğlanlarımız da onlara gidince eziyet görüyor. Zorla kapattırılıp namaza oruca zorlanıyorlar.”
“Eee? Bana da mı öyle yaparlar? Hem niye öyle ön yargılısınız ki? Hele bir aileyi tanıyın bakalım. Belki hiç de korktuğunuz gibi değillerdir. Belki aydın insanlardır.”
“Tamam tamam haydi fazla çene yapma da, manava git iki kilo patates alıp getir. Daha akşam yemeği yapılacak. Baban da gelir birazdan.”
“Hah şöyle! Annem! Annelerin en güzeli!” diyerek annesine sarılıp yanaklarından öptü. Manava gitmek üzere, ceketini alıp çıktı.
“Ceketini giyi de öyle çık. Dışarısı serin” diye bağırdı annesi ardından.
“Ceketimi getir bana kızım. Çıkıyorum ben” dedi Emine’nin babası.
“Nereye bey?” diye sordu karısı.
“Ruhi beylerde cemaatin toplantısı var. Ona katılacağım” dedi.
Emine babasının ceketini giymesi için kapı önünde tutarken cesaretini toplayıp, sevecen bir sesle:
“Baba, gerçek söylüyorsun değil mi? Cafer’in ailesi bize gelebilir değil mi? Sizinle tanışmak için yani.”
“Demin de dedim, şimdi de söylüyorum, gelebilirler. Ama dediğim şartlarda tabi ki. Tanrı misafiri olarak yani. Tamam mı? Anlaştık mı?”
“Tamam baba. Tanrı misafiri olarak.”
“İyi. Bunu onlara da söyle de, sonra külahları değişmeyelim seninle.”
İki hafta sonra Cafer anne ve babasını da yanına alıp Emine’nin ailesine götürdü. Herkes nasıl davranacağını biliyordu. Her şey önceden konuşulmuştu. Bu yüzden de ziyaret, karşılıklı günlük sohbetlerle sürdü ve bitti. Aileler biribirlerini tanımışlardı. En azından görmüşlerdi işte.
Emine’nin babası söylediğini yaptırmış olmanın gururunu yaşıyordu sanki. Böylece Cafer ile konuşup onu da ikna etmeyi düşünüyordu. Cafer ve Emine’nin buluşacakları bir gün onları takip edip oturdukları cafeye gitti. Emine babasını karşısında görünce, takip edildiğini düşünerek hem utandı hem de üzüldü. Cafer’e karşı ayıp etmişti babası. Ama babası gayet normal bir ses tonuyla:
“Sakın yanlış anlamayın. Evet, isteyerek ve bilerek sizi takip ettim ama, sadece sizlerle baş başa konuşmak için. daha doğrusu Cafer ile baş başa konuşmak istedim. Tabi ki sen de dinleyebilirsin kızım. Dinlemelisin de zaten” diyerek, onların buyur etmesini beklemeden masaya ilişiverdi.
Cafer bir anlık şaşkınlığını üzerinden atınca:
“Konuşalım amca. Ben de çok isterim sizinle konuşmayı.”
“İyi tamam. O halde birer kahve söyleyelim de, kuru kuru sohbet etmiş olmayalım. Ben kahve içeceğim. Türk kahvesi. Vardır buralarda değil mi?”
“Vardır, vardır” dedi Cafer. “
“Ne bileyim böyle cafcaflı yer olunca...”
Kendisi ve Emine için de portakal suyu ısmarladı Cafer. Emine’nin babası kahvesinden bir yudum aldıktan sonra:
“Bak Cafer, olabilir ki kızımla aynı okuldasınız. Olabilir ki okul arkadaşısınız. Ama bunun daha ilerisi olamaz. Buna ne ben müsade ederim, ne de dünya görüşüm. Çevremden de kimse istemez bunu. Onun için sonunda söyleyeceğimi baştan söylüyorum; gel bu işten vaz geç. Emine’nin seninle evlenmesine izin vermem. Unutun bunu. İkiniz de unutun. Aksini yaparsanız ikiniz de üzülürsünüz”dedi.
“Hepsi bu mu amca? Ben konuşabilir miyim?” dedi Cafer.
“Şimdilik bu kadar. Hele sen de söyleyeceğini söyle de, sonrasına bakarız.”
“Yok” dedi Cafer. “Ben öyle fazla bir şey söylemeyeceğim. Bir şey söylemeye de gerek yok zaten. Çünkü kimseyi ikna etme gibi bir derdim yok benim. Kabul eden beni böyle olduğum gibi kabul eder, etmeyen de.... Neyse... Benim şu şey dikkatimi çekti. Biraz önce konuşurken, bunu ben de istemem, çevremden de kimse istemez bunu dediniz.”
“Evet, aynen de öyle” dedi Emine’nin babası.
“Bana kalırsa amca” dedi Cafer, ”bana kalırsa siz kendi kalbinizden çok çevrenizin ne diyeceğinden korkuyorsunuz.”
“İnsan çevreyle yaşar oğlum” dedi Emine’nin babası. “Tabi ki çevrenin dediği de önemli. Bir yanlış yaparsam çevremin yüzüne nasıl bakarım, cemiyet içine nasıl çıkarım?”
“Kızınız sevdiği biriyle arkadaş olursa, yanlış mı oluyor” dedi Cafer.
“Sevdiği biri değil, yanlış biriyle arkadaş olursa olmaz.”
“Yanlış biri benim yani. Nedeni de alevi olmam. Bu mu yanlışlık?”
“Tamam bak konuyu kendin açtın işte. Ben o sözünü ettiğim çevreye camiye gitmeyen, namaz kılmayan alevi bir çocuk benim kızımın arkadaşı, hatta onunla evlenip damadımız olmak istiyor” diye nasıl derim? Nasıl açıklayacağım sizin neden namaz kılıp oruç tutmadığınızı? Yarın bir gün haydi diyelim sizi duyan komşularım, akrabalarım, bunları bana sorarlarsa ne cevap vereceğim?”
“Bak amca” dedi Cafer. Bana kalsaydı bu konulara hiç girmezdim. Ama madem yeri gelmiş, sizin de bu konularda çok zorlandığınızı biliyorum, bildiklerimi size anlatayım da ister ikna olursunuz ister olmazsınız o sizin bileceğiniz iş. Öncelikle şunu söyliyeyim ki, sizin böyle bir soru sormanız bile aslında inancınıza göre günah olmalı değil mi? Kimse kimseyi din konusunda zorlayamaz. İslamda zorlama yoktur. Yani siz birine neden camiye gitmiyor, neden namaz kılmıyor diye soru sorarsanız, islam dinine göre, kurana göre günah işlemiş sayılırsınız. Neden camiye girmediğimize gelince, biz ibadetin gizli yapılması gerektiğine inanırız. Şekilciliğe, göstericiliğe karşıyız. “Herkes beni görsün! İşte ben de camiye geliyorum!” diye camiye gidilmez. Niçin namaz kılmadığımız konusunda da aynı şeyleri söyleyebilirim. Zaten namaz’ın kelime anlamı, dua’dır, ibadettir. Dua etmem içinde eğilip kalkmama gerek yok. Ayrıca daha da önemlisi, Muhammed soyundan, Ali soyundan, On İki İmam soyundan gelmeyen her hangi birinin arkasında durup secdeye varmayız biz.”
“Camide kılmıyorsunuz da evinizde kılıyor musunuz sanki?”
“Dedim ya! Bu soruyu kimsenin kimseye sorma hakkı yoktur. Hele de ben Müslümanım diyorsanız..! Ben şekilcilikle işimiz olmaz diyorum, sen ısrarla namaz kılıp kılmadığımızı soruyorsun.”
“Oruç da tutmuyorsunuz!”
“Oruç niye tutalım ki? Daha doğrusu oruç niçin tutuluyor? Günahlarımızdan arınmak için. Bir de nefsimizi terbiye etmek için. Bunların ikisi de kalbi meseleler. Biz yılın Üç Yüz Altmış Beş günü günah işlemeyerek zaten nefsimizi terbiye etmişiz. Ayrıca bir günahımız yok ki affedilmek için oruç tutalım. Günahı olanlar tutsun.”
“Peki Müslüman değilseniz nesiniz?” Öyle ya? Ben kızımın müslüman olmayan biriyle değil evlenmesine, arkadaşlık yapmasına bile taraftar olamam.”
“Bu ne biçim bir yaklaşım ya? Ben biz müslüman değiliz diye bir şey dedim mi? Hele ki sizin şu tavrınıza göre kesinlikle sizden daha fazla müslüman olduğum da belli. Valla amca, sen şimdi Emine’nin babasısın diye, kişiliğimden taviz verip yalan söyleyemem, kimi gerçekleri inkar edemem. Dini, müslümanlığı bana, benim kişiliğime soruyorsan, ben bunların çok ötesindeyim. Ben bunları aştım amcacığım. Ama ben insana inanıyorum. Allahın yarattığı en kutsal varlık olan insanı seviyorum. İnsanı sevmek islama ters midir? Benim dilimden Allah, Muhammed ve Ali birlikte çıkar. Allah derken, onun peygamberini anmak onun yanında peygamberin amcasının oğlu olan aynı zamanda peygamberin damadı olan yani peygamberimizin torunlarının babası olan Ali’yi anmak müslümanlık değilse biz müslüman değiliz. Eğer hırsızlık yapmamak, yalan söylememek, başkasının ırzına namusuna ters bakmamak, yani eline, beline ve diline sahip olmak müslümanlık değilse biz müslüman değiliz. Bizde her şey rıza ile olur amca, rızasız hiç bir yerden, hiç kimseden bir şey almayız biz. Bunları nasıl anlatayım ki sana? Keşke kendin gelip bizimle yaşayıp gözlerinle görsen.”
“Bırak Allah aşkına delikanlı. Kendin söylüyorsun işte, dininiz de belli değil sizin. Sonra da böyle insanlara kızımı vereyim öyle mi?”
“Ben insanı sevmekten söz ediyorum amca. Allah bile kuran da seviniz diyor. Sevgiden daha büyük din mi olur. Evet ille de din diyorsan, bizim dinimiz insana olan sevgimizdir. Sevgi bizim dinimizdir. Elbet bir gün senin de gönlünü eder razılığını alırız, ne yapalım?”
“İyi ya! Madem sizde her şey rızalıkla oluyor, sen şimdi benim kızımla arkadaşlık ediyorsun ve de onunla evlenmek istiyorsun ve bunun için de benden rızalık istiyorsun.... Ben de sana şunu söyleyeyim ki, ben bu işe kıyamet de kopsa razı olmam, rızalık göstermem. Madem sizde rızalık olmadan bir şey olmuyor, o zaman sen yoluna biz de yolumuza. Tamam mı delikanlı?”
Cafer, oturduğu sandalyeden kalktı. Yanında, okumak için getirdiği gazete ve dergileri bıraktığı yerden aldı, o ana kadar bir kelime bile etmeden babasını ve Cafer’i dinleyen Emine’ye baktı, sonra Emine’nin babasına dönüp bir şey demeye hazırlanıyordu ki:
“Dur Cafer” deyip ayağa kalktı Emine.” Biliyorum, ne diyeceğini biliyorum. Seni tanıyorum ben. Sakın yapma bunu. Bize biraz daha şans ver. Biraz daha zaman. Zaman her şeyin ilacıymış derler, ne olur biraz zaman. Bakarsın babamın fikirleri de değişir. Sakın, sakın tamam deyip bitirme bu işi!” dedi.
Emine’nin kendisinin yanında yaptığı bu çıkışa bir hayli sinirlenen babası, bunu belli etmese de, titrek ve sinirli bir sesle kızına doğru bakarak:
“Bak delikanlı, hele şimdi şu dakikadan sonra, yani kızımın beni ezip geçtiği şu andan sonra artık hiç bir şansınız kalmadı. Haydi güle güle sana. Bu işe rızam da yok, iznim de yok!” dedi.
Cafer, bir şey demeden gitmek için bir iki adım atmıştı ki, birden hızla geri gelip, ellerini masaya koyarak Emine’nin babasına doğru eğilip:
“Ben evlenmek için başkasının değil, evleneceğim kişinin rızalığını alırım. Doğru olan da, Allahın da, kulun da doğru dediği şey budur” diyerek, Emine’nin dudağında bir tebessüm, kalbinde de bir çarpıntı bırakarak, kasaya uğrayıp hesapları ödedikten sonra çıkıp gitti...
YORUMLAR
Bu ve buna benzer olaylar maalesef toplumumuzda hala bir vakıa. Bizatihi eş, dost, arkadaş çevremden biliyorum. Fakat benim rastladığım olaylarda her iki tarafta anlaşılmaz veya kendilerine göre haklı gerekçeler göstererek gençlerin sevdalarına müdahil oluyordu. Pek azı mutlu sonla bitiyordu.
Yazıdan veya yazardan olayların bir tarafı olarak topluma bu işlerin son bulması için bir mesaj beklenirken, heyhat yazar "nato mermer unesco kafa" bir boşvermişlik içinde propoganda yapmayı yeğlemiş.
Ne diyeyim "hadi hayırlı traşlar"
Saygılar, selamlar
Toplumumuzun önemli yaralarından biri. Çok çocuğun içi yanıyor böyle. Benim oğlum da bir alevî kızı sevdi. Biz hiç bir itiraz etmedik. Sitem bile etmedik. Fakat kızın babası sözünü bile ettirmedi. Çocuklar kendilerini feda edip bitirdiler bu işi.
Yazar burada erkeğin babasının fikirlerinden hiç söz etmeyerek önemli bir hata yapmış. Sebebi ya yanlı olmak ya da cesaretsizlik , tutatarsızlık endişesi olabilir. Fakat sonuçta gölge düşmüş emek ürünü olan öyküye...