GEÇEN GÜN ÖMÜRDENDİR(1)
Keskin koyu mavi rengiyle hırçın Karadeniz’in üzerinde martılar kanatlarını açıp daireler çiziyor. Sonra bir gurup martı, sonra tek başına uçan bir martı... Tepeden dönüp duran bir martı, büyük bir ihtişamla kanatlarını açmış, gökyüzünde daireler çizerek uçuyor. Sonra tek kanat üzerinde koyu mavi Karadeniz’in üzerinde süzülüp iniyor. Dans eder gibi tekrar tekrar bu manzara. Sonra tekrar gökyüzünde, ani bir iniş yapıyor Karadeniz’e, dalıyor ve bu kez bir balıkla görünüyor. Dalışıyla yakaladığı balık hala gagasının arasındaki çırpınışları devam ediyor. Martı balığı büyük bir iştahla yemeye devam ediyor. Sonra tekrar gökyüzüne doğru kanatlanıp uçuyor. Tekrar Karadeniz’in üzerinde daireler çizip gökyüzünde gözden kayboluyor.
Güneş tüm görkemiyle, denizin üzerinde kendisini gösteriyor. Bu kez karabataklar marifetlerini gösteriyor. Ve gurup halinde gelmiş, ayrı ayrı denize dalan karabataklar. Birer siyah taş parçası görüntüsü veren karabatak, denizin üzerinde bir süre yüzüyor, sonra dalıyor Karadeniz’e, sonra metrelerce başka yönden kafasını gökyüzüne doğru çıkartıyor. Bir süre sonra Martılar gibi karabataklarda gözden kayboluyor.
Az evvel denizin üzerinde kanatlarını açan martı tekrar yarım kalan gösterisini tamamlamak adına olsa tekrar görünüyor. Gökyüzüne bir katran eli değmiş gibi, rüzgâr büyük bir hırıltıyla, güllük güneşin inadına bulutları bir araya getirmiş gibi, bir anda gökyüzü toz bulutları arasında kaldı... Sanki bir el, bulutlara katran dökmüştü ve birden bire kapkara kesildi. Rüzgârın şarkı tadındaki fısıltıları birden sanki çığlığa dönüştü.
Kanatlarını iyiden iyiye açıp, fırtınaya baş kaldırır gibi, uçmaya devam ediyor. Büyük bir inatla ısrarla, kasırganın içinde, alabora olup, gözden kayboldu.
Hiç düşmeyecek gibi, hiç yaşlanmayacak gibi ve de hiç gücü bitmeyecek gibi… Yeni bir gün, tek kanat üzerinde, küçük ahşap bir evin avlusunda kendisini buldu. Ne gözlerini açacak, ne de ayaklarının üzerinde duracak dermanı vardı. Bir gözünü açtı usulca, sonra tekrar diğer gözünü… Bir hamle ile ayağa kalkmaya çalıştı. Sağ tarafı ayağa kalkar gibi oldu, bu kez, sol kanadının sancısıyla bir anda olduğu yere tekrar yığıldı…
Bedeni yorgun ve bitkin düşen martı, avlusunda yattığı evin kapısının gıcırdamasıyla, başını kaldırıp tekrar bir gözünü açtı. Elinde bir baston olan, bir bacağının topalladığı yaşlıca ve sevimli bir kadının;
-Yine mi gelmedeniz, kim bilir nerelerdesiniz?
Sesiyle, dinlemeye başladı. Sesini çıkartmadı. Yaşlı kadın avluda bir yandan söyleniyor, bir yandan da, bahçenin kıyı ve köşelerinde aradıklarını bulmaya çalışıyor. Tam o sırada, yerde yatan martıyı gördü. Hiç soru sormadan, martının yardıma ihtiyacı olduğunu anlayarak hemen yanına gitti.
Martıyı aldı, kırılan kanadını, yaralarını sardı. Karnını doyurdu. Yorgun ve bitkin düşen martı, huzurlu ve sıcak yuvada olduğu yerde uykuya daldı. Bir süre sonra kendisine geldi.
Avludaki kamelyaya, martıyı da alarak oturdular. Derin bir muhabbete girdiler.
Martı;
Neden yalnızsın? Dedi.
Yaşlı kadın;
-Gençtim, güzeldim, tabi bu bir zamanlardı.
Martı pür dikkat dinliyordu. Merak ediyordu, yaşlı kadının geçmişe doğru yolculuk eden bakışlarını.
Martı;
-Hala güzelsiniz efendim,
Demesi üzerine yaşlı kadın dalan bakışlarını martıya çevirerek tebessüm etti. Ve devam ederek;
-Şarkılar söyledim, yıldızlarla dans ettim. Rüya gibi geldim rüzgâr gibi geçtim… Mehtap benim için doğuyordu.
Martı;
-ne güzel göklerde özgür olmak gibi bir hayatın olmuş. Ama gözlerindeki durgunluk neden?
Yaşlı kadın;
-Duruldum, durgun bir göl oldum… Varlıklı bir ailenin tek çocuğuydum. Her anım yeni heyecan, yeni aşklar peşinden geçti. Zamanı su gibi içtim. Farkına bile aramadım. Çevremde dostlarım kaynıyordu. Her yanım arkadaş ve dostlarla doluydu.
Martı;
Dostlarına ne oldu?
-Ne mi oldu?
-hepsi yalan oldu. Yeni bir heyecan yaşamak adına, bir araba yarışı düzenledik, arkadaşlarla. Benim aracım takla attı. Kazadan bana kalan topal bir bacak oldu. Sonra ailem iflas etti. Tek tek dostlarım ve arkadaş sandığım çevremdeki kişiler kayboldu. Kayıplara karıştı. Bende baba yadigârı olarak kalan tek bu evde yaşamaya çalışıyorum.
Yaşlı kadının yalnızlığına hüzünlendi martı, gözlerinden akan bir damla gözyaşının yere süzülmesiyle birlikte;
Ben avluda yaralı yakarken, kimi arıyordun, kemi sesleniyordun?
Yaşlı kadın tebessüm ederek;
Kumrulara… İki tane kumru dostum var. Her sabah onları avluda görür, biraz dert yanarım. Karınlarını doyururum. Biraz muhabbet etikten sonra, göklere doğru yol alırlar. Bir sonraki sabah tekrar buluşuruz avluda. Dedi.
Martı;
Kaç gündür buradayım, neden gelmiyorlar?
Yaşlı kadın hüzünlü bir halde;
-bilmem, onlarda beni, eski dostlarım gibi terk etti sanırım.
Martı; ben seni terk etmeyeceğim. Söz. Dedi.
Yaşlı kadın bu söze ve vaade çok sevindi. Mutlu oldu. Ve devam ederek;
-Geçen gün ömürdendir. Gençtim, toydum. Yarınımı düşünerek yaşamadım hiç. Şimdi yalnızlık bırakmıyor pişimi. Bir yuva kurabilirdim. Çocuklarım olabilirdi. Bende mutlu ve huzurlu olabilirdim. Dedim ya, zamanın kıymetini bilemedim.
Yaşlı kadın, devam ederek;
-ya sen, sen nasıl yaşarsın?
-Rüzgârlar dans eder, karnımı balıkla doyururum. Gencim, güçlüyüm. Hiçbir fırtınaya yenik düşmem. Yerim, içerim, gezerim, tozarım, korkmam en azılı fırtınalardan, kasırgalardan.
Yaşlı kadın;
Tıpkı benim gençliğim gibi, sana tek bir tavsiyede bulanabilirim. Zamanın kıymetini bil. Her geçen gün ömürdendir… DEVAM EDECEK
Ulviye Ay 18/02/2010