- 1308 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İlk Sürgün
SÜRGÜN
1977 yılının son aylarından birindeyiz. Üniversite 1. sınıfta okuyorum. Ne okuma ama. 1. dönemin sonları yaklaştığı halde 15-20 gün derse girmişliğimiz ancak oldu. Her gün bir olay patlak veriyor. Al sana tatil. Gerçi tatil bana pek yaramıyor ama yine de idare ediyorum. Sebebi ise okumuş olduğum Ankara Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulun’ da aynı zamanda memur olmamdan dolayı. Öğrenci olarak tatil yapsam da her gün işime düzenli gelmek zorundayım. Yine de öğrenciler olmadığı zaman mesai arkadaşlarımla çok güzel günler geçirdiğimi söyleyebilirim.
En çömezleri ben olduğum için beni de pek severlerdi hani. Hem fena da biri değildim. 1.80 boyunda, 77 kğ ağırlığında, dimdik yürüyen, sırım gibi bir Anadolu delikanlısı işte. Sağ olsunlar bürodaki arkadaşlarımın haklarını ödeyemem. Hele Zeynep ve Emine’ nin.
Bu arada Rahmetle anayım yine Ecevit Hükümeti yeni iş başına geldi. Okul idaresi tamamen değişti. Her an her şey olabilir. Okul süresiz tatil. Ben de bu arada bir kaçamak yapıp memleketim Darende’ ye gitmek için izin istedim. Hemen verdiler tabi. Başlarından savmak için.
Köydeyim. Rahatım yerinde. Havalar soğuk olduğundan pek dışarı çıkamıyoruz ama olsun. Sohbet gırla gidiyor. Ara sıra ilk aşkımı da görüyorum. Daha ne olsun. Görüyorum dediysem sadece pınar başında. İki dakika ya var ya yok. Gözüm pencereden ayrılmıyor. Sitilleri* kollarına takmış salınarak giden kürt kızını gördüğüm zaman kendimi dışarı atıyorum. Pınarın başında kimse olmaması için dua ediyorum ha bire. Gerçi haberli geliyor çoğu zaman ama, yine de bazen olmadık yerde birileri de gelmiyor değil.
Nutkum tutuluyor onu gördüğüm zamanlar. Her gece sabaha kadar ona söyleyeceklerimi tekrar edip duruyorum ama, nafile. Kem küm etmekten kendimi alamıyorum. Olsun yüzünü göreyim yeter. Nasıl olsa yüzüne karşı söyleyemediklerimi mektupla dile getiriyorum. Bazen da şiir yazıyorum ona.
Şayet bir gün bu illerden gidersem
Ağlama boş yere dönmem sevgilim.
Sitem ediyorum sanki. İçimde ne fırtınalar koptuğunu bir Allah bir de ben bilirim.
1 haftalık iznim bitti. Bu akşam yola çıkmam gerek. Sabahtan bu yana dönüp duruyorum evin içinde. Akşam olacak ve ben yüreğimi bırakıp gitmek zorundayım. Bunları düşünürken postam geldi. O’ nun arkadaşı. Yaş olarak biraz küçük ama işimizi iyi görüyor. Kimse anlamadı şimdiye kadar. Yoksa köy yerinde neler olacağını düşünemiyorum bile. Bir solukta okudum mektubunu. Gitme diyordu. Gitme ne olur. Daha doyamadım sana.
Kararımı verdim. Gitmeyecektim. Sonuç ne olursa olsun. Hem yarın hafta başı. İlçe doktorundan rapor alırım diye düşündüm. Alel acele mektubumu yazdım ve gitmeyeceğimi söyledim. 1 hafta daha kalacağımı bildirdim. Rahatlamıştım. Rahmetli babam ne olduğunu sormadı bile. Bir şeyler hissettiğini biliyorum.
Ertesi gün erkenden ilçe merkezine gittim. Hemen sağlık ocağına koştum. İçimde de bir sıkıntı var. Bunu hissediyorum. Beklediğim gibi de oldu. Doktor izinli. Zaten 1 tane. O da yok. Neyse bir ümit daha var. Balaban’ a giderim. Bizim nahiye. Orada da bir tabip olduğunu biliyorum. Olumsuzluk başlamaya görsün. Hemşire hanım doktorun acilen Malatya’ ya gittiğini söylediğinde ne halde olduğumu tahmin edemezsiniz. Yeni stajiyerliğim kalkmış, benim fikirlerime taban tabana zıt bir hükümet iş başında. Ben neler yapıyorum. Kalkamadım bir müddet oturduğum iskemleden.
Hemşire diye hitap ettiğim bayan sanıyorum bana acımış olmalı ki; daktilo yazmayı biliyormusun dedi. Bilmez olurmuyum. On parmak daktilo yazarım. Biz bunun eğitimini alıyoruz. Birkaç yıl sonra belki de daktilo öğretmeni olacağım.
Tabi dedim kısık bir sesle. Çok iyi bilirim. Tamam dedi. Sonra üzerinde “yangında öncelikle kurtarılacaktır” yazan bir dolaptan bazı dosyaları karıştırmaya başladı. En sonun da beni daktilonun başına oturtup önüme koyduğu kağıdın aynısını yazmamı istedi. Hemen yazdım tabi. Onun şurayı şöyle yaz, ismi değiştir. Tarih de değişsin dediklerini hatırlıyorum. Oldu işte. Allah’ım sana şükürler olsun. Bir an hemşire dediğim bayana sarılmak geldi içimden. Kendimi frenledim tabi. Raporu aldım ya, yüzümdeki hüzün bir anda sevince bıraktı yerini.
Zaten zehir oldu bu hayat bana
İsmimi de unut bilme sevgilim.
Yarim gitti diye üzme kendini
Ellerin elimden koptu sevgilim.
Şiir yazıyorum ha bire. Ancak böyle avutuyorum kendimi.
Sayılı günler, geçip gitti tabi ki. Okula döndüm. Pazartesi göreve başladım. Keyfim yerinde. Öğrenim yok zaten. İşler tıkırında diye düşünürken Zeynep tuhaf bir sesle Seher Hanım seni görmek istiyor dedi. Seher Turanlı Özdoğan okul müdiresi. Otoriter, tam bir Osmanlı kadını. Burnundan kıl aldırmıyor. Hayırdır inşallah diyerek toparladım kendimi. Oda kapısındayım. Gir diye o tok sesiyle hoplattı yüreğimi kapıyı çaldığım zaman.
Tam karşısındayım. Neler diyecek diye kendi kendime düşünüyorum. Sanırım tatili uzatmam hoşuna gitmedi. Biraz fırça yiyeceğiz. Olsun dedim. Aşk bu her şeye değer. Fırça ne ki diyordum ki;
Oğlum sende kadınlık var mı demez mi azarlayarak. Efendim dedim kekeleyerek. Ne dediğini anlamadım tabi. Oku şunu diyerek bir kağıt parçasını suratıma fırlattı. Yerden eğilerek aldım. Benim rapor. Anlamsız anlamsız baktım yüzüne. Ne olduğunu anlayamadan. Hani dedi biraz da dalga geçer gibi, kadın olsan anlayacağım ebeden rapor almanı, ama gördüğüm kadarıyla erkeksin. Başımdan kaynar sular döküldü birden. Gözüm imza üstündeki isme takıldı. Ebe Elif…. Ve imza. Ne duruma düştüğümü varın siz tahmin edin.
Hışımla kovdu odasından beni. Odama geldim. Meğer arkadaşlarımın daha rapor geldiğinde haberi olmuş. Zaten fırsat kolluyorlar. Yapılacak hata mı bu. Sen git raporu yaz, tamam yazdın da altına doktorun yerine hemşire diye bildiğim ebe kendi ismini ve ebe olduğunu yazdırmış ve ben anlamamışım.
Olan oldu tabi. Yaklaşık 15 gün sonra elime bir evrak daha tutuşturdular. Dikmen Keklikpınarı’ nda 27 Aralık İlkokulu’ na sürgün. Dikmen adını duyduğumda ayrı bir şok daha yaşadım tabi. Oraya benim gitmem mümkün değildi o günkü siyasi ortamda. Neyse o da ayrı bir yazı konusu.
Asıl üzüntümü ise Balaban’ da ebelik yapan Elif……. İsimli bayanın da benim yüzümden sürgün edilmesiyle yaşadım. Yapacak bir şey yok tabi. Sadece bir daha hiç görmediğim ebe den beni affetmesini, hakkını helal etmesini diliyorum. Beni affet Elif.
Çanakkale 15/02/2010
YORUMLAR
Mustafa Hocam Tesadüfün Böylesine ne denir!..
Öykünüzde Ankara Ticaret Turizm Yüksek Öğretmen Okulunda 1977 yılında öğrenci olduğunuzu belirtiyorsunuz o yıl aynı okulda ben de öğrenci idim.(Gide de gelmeye kötü seneler) 1978 yılında Gazetecilik ve Halka İlişkiler Yüksekokuluna kaydolmak için kaydımı aldım. O yıllardan resimlerinizi görmek heyecan verici olacak eminim... Saygı ve selamlarımla