HAYATIM
H A Y A T I M
İlhan Arsel’in anısına
Günümüzde zaman insana yetmiyor. Yoldan geçerken kahve”de insanlar görüyorum, hayret ediyorum. Bunların işi gücü, bir problemi yok mu? Uzun zamandan beri kızımı oyaladığım, meslek hayatımı anlatacaktım. Bu konuda söz vermiştim. Bugün buna kendimi hazır hissediyorum.
Pırıl pırıl bir yaz günü balkona kurulduk. Bana hediye edilen semaveri de balkona getirdik. Bayılıyorum bu semaverden çay içmeye. Zaten sevdiğim için bana hediye edilmişti.
Biz beş kardeştik. Beş kardeşin içinde yalnızca ben kızdım. En büyüğümüz ağabeyim idi. Yani büyük dayın Servet. Ondan sonra ben geliyordum. Yani iki numaraydım. Babam bir fabrika çalışıyor, annem ise bizleri yetiştirmeye çalışıyordu. Zavallı annem biz beş çocuğa bakmak için gece gündüz çalışıyor. Akşam kendini zor atıyordu yatağa.
İstanbul’un Kağıthane semtinde, fabrikaların yoğun olduğu bir semtte oturuyorduk. Bir bahçe içinde gecekondumuz vardı. Kardeşler çok olduğundan annem bu fabrikalarda çalışamamıştı. Çalışmayı çok istiyordu. En azından fazla sıkıntı çekmezdik. Babam oldukça sert bir adamdı. Sertliği yanı sıra iri yarı, heybetli bir adamdı. Bir çok kadın çalışırken, babam bu konuda da katı idi. Kadın kısmı çocuk çocuğa bakar, eve bakar derdi.
Babamın sert olması nedenle olacak ki, başta ağabeyim hepimiz okul yaşamında başarılı idik. Babam sert mizacına yanı sıra okuma konusunda, fedakar ve destekleyici idi. Ağabeyim ile benim aramda üç yaş vardı. O zamanlar ilk öğretim beş yıl iken, ortaokula üç yıl. Ağabeyim ortaokula başlamıştı. Bense ilk okul beşten sonra, okulun uzak olması ve kız olmam nedeni ile beni göndermediler. Benimle birlikte mahalledeki bir çok kız okula gönderilmemişti. Oysa babam beni ne kadar severdi. Anlatamam. Beni hep anam diye severdi. Gülüm, çiçeğim derdi.
Çok üzülmüştüm ama elden ne gelir. Üstelik Annem de sık sık hasta olur. Ona yardımcı olmak bana düşerdi. Diğer kardeşlerim bir biriyle yarışırcasına okumakla meşgul idiler. Onların üstü başı, yemekleri, yatakları hep annemle bana bakar. Bu nedenle okumak istediğim söyleyemedim. Zaten babamın yüzünü göremezdik. Beş çocuğa yetirebilmek için sürekli fazla mesai yapıyordu.
Yaz tatilinde Ağabeyim eve katkı için simit satarken, kardeşlerim de evimizin önündeki bahçede çalışırdı. Bahçemizde domates, biber, soğan gibi sebzeler ekerdik. Bunlar biraz da olsa mutfak masrafına yardımcı oluyordu. Birde o zamanlar moda gibi bir şeydi. Herkes bahçesine bir şeyler ekerdi. Bahçesi geniş olanlar daha çok çeşitli sebzeler yetiştirir, pazarda satardı.
Yıllar böyle geçti. Ağabeyim liseyi bitirip üniversite sınavında Tıp fakültesini kazanmıştı. Artık hepimiz Ağabeyime bir doktor gözüyle bakıyorduk. Ağabeyim zafer kazanmış bir komutan gibiydi. Artık babamla rahat konuşuyordu. Baba dedi. Seher’i okutmadık, ben çok üzülüyorum. İstanbul gibi bir yerde kız çocuğu mutlaka okumalı demişti. Henüz geç sayılmaz demişti. Babam ne gibi bir tepki verecek diye baktığımızda. O iri yarı dev gibi adam suçlu bir çocuk olmuştu. Öyle üzülmüştü ki, hemen komşumuza gitti. Efkarlandığı zamanlar yan komşumuza gider, içerlerdi. Komşumuz da içki üreten bir fabrikada çalışmaktaydı.
Gece yarısı babam geldi. Çakır keyifti. İçme konusunda çok ölçülüydü. Çakır keyif olunca bardağını ters çevirir, bütün ısrarlara karşın içmezdi. Hepimizi ayağa kaldırdı. Benden bir kahve istedi. Özellikle ağabeyimi karşısına alarak. Bu kız sana emanet, nasıl yapılacak, nasıl edilecek. Okuyacak. Diğer kardeşlerime döndü. Sizler artık büyüdünüz hemi okuyup, hemi de ablanıza yardım edeceksiniz. Sonra bana döndü. Okuyacak mısın kızım dedi. Babamın boynuna sarıldığımda, ilk defa babamın ağladığını gördüm. Biliyor musunuz çocuklar dedi. Geçen gün Gültepe’den bizim köylü Rıza’yı gördüm. Bana bütün çocukları okudun Seher’in hakkını yedin demişti. Birde ona eksik etek gözüyle mi bakıyorsun demez mi? O günden beri bende düşünüyordum.
Ağabeyim Tıpta okurken, gece gündüz çalışırdı. O sıralarda siyasi olaylar almış başını gitmişti. Babamın sertliği işe yaramıştı. Ağabeyim hiçbir olaya ve örgüte katılmadan harıl harıl ders çalışıyordu. Ama içinde fırtınalar kopuyordu. Bir keresinde odasına Che Guvera’ın resmini asmıştı. Babam gördü. Kim bu dedi. Ağabeyim de, baba bu ünlü bir doktor demişti. Babam ne biçim doktor saçı sakalı bir birine karışmış, üstelik yakışıklı bir adama benziyor. Derken merakla soruyordu. Bu adam ne doktoruymuş bakim. Biz hepimiz dikkatle Ağabeyime bakıyoruz. Yalan söylemeyi de bilmez ne diyecek. Baba, bu adam cüz zam doktoru. Hemi de meslektaşları cüz zamlı hastalara yaklaşmazken, bu adam onların tedavisi için onların arasına katılmış, onlarla yaşamış. Babam, sevdim bu adamı derken, ekledi inşallah sende böyle bir doktor olursun.
Biz ağabeyim bu kadar yalanı nasıl kıvırdı, diye düşünüyorduk. Meğerse yalan söylememiş. Che Guvera gerçekten de doktur imiş. Hem yalan söylemişti. Hemde bütün biz kardeşleri bilgilendirmişti.
Che Guvera bizim eve gelince, arkadaşı Fidel Castro da geldi. Onun resmini de üç numaralı kardeşim Sedat baş ucuna astı. Fidel’i o kadar sevdi ki, üniversite sınavlarında Hukuk fakültesini kazanarak Fidel Castro gibi avukat olmak istedi. O da ağabeyim gibi dersten başka bir şey düşünemiyordu. Babamın korkusundan derslere sarılmıştı. Bu arada evimiz mahalleden bir çok çocuğun uğrak yeri olmuştu. Derslerinde zorlanan çocuklar yardım isterdi.
Bende ağabeyim ve kardeşlerimin yardımı ile dışarıdan ortaokulu bitirmiştim. Hedefim lise idi. Sonra liseyi de bitirdim. Bu arada dört numaralı kardeşim Seyfi İTÜ’nün makine mühendisliğini kazanmıştı. Hepimiz okuyorduk. En küçüğümüz Engin tekne kazıntısı olarak çok şımartıldı. Babam dördümüzden çekmediğini, Engin’den çekti.
Engin kabına sınmayan hırçın bir delikanlı olarak girmediği olay kalmadı. En sonda Metris ceza evine girdi. Sedat bir yandan okurken, bir yanında da Avukatın yanında çalışıyordu. Elde avuçta ne para ne pul vardı. Sedat’ın yanında çalıştığı Avukatı tuttuk. Avukat tanıdık olduğu halde bir çok para istedi. Sedat keşke okulu bitirmiş bir avukat olsaydım dediğinde. Kafaya koydum, bende Avukat olacaktım. Bir kadın için en ideali Hukuk okumaktı. Bu okulun devam zorunluluğu olması da benim için çok iyi olacaktı.
Babam emekliliği geldiği halde çalışıyor. Annem ise kronik hastalıklardan çabuk yaşlanmıştı. Bu hali ile bile adı Tirkotaj Saniye olmuştu. Durmadan bir şeyler örüyor. Eve katkı da bulunuyordu. Hemi anneme bakacaktım, hemi de okuyacaktım. Kafama koyduğumu yaptım. Hukuk Fakültesini kazanmıştım. Artık herkes yetişmişti. Kendi ütüsünü yapıyor. Ev işlerine yardım ediyorlardı. Bu arada ben de Sedat gibi bir Avukatın yanında iş buldum. Onun yazılarını yazıyor, büro hizmetlerini görüyordum. Avukatlık konusunda bilgiler ediniyor, okulu bitirmemde adeta bir dershane işlevi görüyordu.
Okul henüz bitmemişti. Bendeki bu azim ve çalışkanlığı gören baban benden çok etkilenmişti. Ben de babandan etkilenmiştim. Babanla ayni fakültede idik. Gençliğin getirdiği heyecan ile beni dedenden istediğindi. Babamın heybetlinden korkmuş, bu adam bana kız vermez demiş. Babam, seni kızımım arkadaşı olarak kabul ediyorum. Ne zaman okul biter, o zaman damat adayı olarak gelirsin deyince. Baban sevinçten dedenin elini öptüğünü hiç unutmuyorum.
Okulu bitirip, stajımızı yaptık. Zaten çalışırken bir yandan da staj yapıyorduk. Evlenip, dayın, baban ve ben bir hukuk bürosu kuracak ortak çalışacaktık. Dayın bizden önce Avukat olmuştu bile. Bu arada ağabeyim çoktan doktor olmuştu. Seyfi de mühendis adayı sayılırdı. Bu arada ağabeyimden önce evlenmek istemiyordum. Babanla, söz, nişan gibi bahanelerle uzatıyorum. Uzatıyorum ama, ağabeyimin evleneceği yok. Daha fazla beklemeden evlendik. Ağabeyim çok seçici biri idi. Bu nedenle çok geç evlendi.
Hukuk Bürosunu kurduk. Avukatlık çok zor olduğunu o zaman anladım. Biz mizaç olarak avukatlığa müsait insanlar değildik. Çok dürüst olan insanlar bu işi yapamıyordu. Bu nedenle bir çoğu başka mesleklerde çalışıyor. Kimi yazarlık yapıyor, kimi de müzisyenlik vs. Bizse bin bir zahmetle bu mesleği edinebilmiştik. Ama yılmak yoktu.
Çok güzel hocamız vardı. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, onun gibi öğretmen olmak istiyordum. Hedefimi büyüttüm. Fakülteye öğretim üyesi olarak dönecektim. Sonra hocamızın yapmak isteğini bir şey vardı. Ama ömrü yetmedi. Hukuk dilinin Türkçeleştirilmesi. Bunu yapacaktım. Ama Sen doğdun. Yaşımız çok geçmeden bir de kardeş yapalım dedik. Kariyeri erteledik.
Çocuk büyütmek ne kadar zormuş anne olurken anladım. Annemin beş kardeşle nasıl baş ettiğine şaştım kaldım. Bir gün seni bıraktığım bakıcı kadın seni dövmüştü. Ne kadar sinirlenmiştim. Kadın pişkin pişkin ne var bunda ben kendi çocuklarımı da dövüyorum demez mi? O günden sonra karar verdim. İş güç, Fakülte, Makülte, Kariyer hiç birinde gözüm yoktu. Sen ve kardeşimden başka gözüm kimseyi görmüyordu.
Kızımın gözü yaşarmıştı. Bana saygı ile baktı boynuma sarıldı. O anda o kadar mutlu olmuştum ki. Anlatamam.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.