- 1535 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Allah Razı Olsun
Zeynep Hanım, elli beş yaşarında, çocuklarını evlendirmiş, eşi rahmetli olalı, iki yıl olmuştu. Çayını eline alıp, yağan yağmuru seyretmek için, camın önüne oturmuştu. Hem çayını yudumluyor, hem de, cama vuran yağmura bakıp, mazide bir gezinti yapıyordu. Yıllar önceydi:
Zeynep sabah ezanı okunmadan kalkmış, tarlaya gitmek için hazırlanıyordu. Kocası esneyerek:
-Ne çabuk sabah oldu ya! Daha uykumu almamıştım.
-Haydi kalk! Uykucu. Sıcak basmadan patlıcanı toplayalım. Daha su işi de var. Ne zaman bitecek bu işler?
Kocası Ahmet, istemeye istemeye yataktan kalkıp, traktöre kasaları ve karısının hazırladığı erzak sepetini yüklerken, Zeynep küçük oğluyla kızını uyandırıyordu. Kızı beş yaşında, oğlu ise bir yaşını doldurmuş, yeni yeni yürüyordu. Kızı İlkay, cin gibi bir çocuktu. Annesini pek uğraştırmazdı. Hemen uyanıp, kucağına annesinin ördüğü yün bebeği alıp, kapının ardına dikilmişti bile. Oğlunun bezini değiştiren genç kadın, O’nu sarıp sarmaladıktan sonra, kucaklayıp, kızı İlkay’ın da elinden tutarak traktör kasasındaki yerini almıştı.
Büyük bir homurtuyla çalışan traktör, karanlıkta yol alırken, sokaklarda kimsecikler yoktu. Tarlaya geldiklerinde, kucağındaki oğlu uyumuş, kızı ise hâlâ kucağındaki bebeğini sallıyordu. Saz çardağın altına, çocuklarını ve malzemelerini indiren kadın, köşeye çuvallardan yatak yapıp oğlunu yatırmış, kızına da:
-İstersen sen de yat. Daha erken.
Diyerek, eline patlıcan küfesini alarak, patlıcan toplamak için tarlaya girmişti. Kocasıyla beraber, sıcak bastırmadan bitirmek için, var güçleriyle çalışıyorlardı. Saat 10:00 olmuş, çocuklar açlıktan mızıklamaya başlamışlardı.
Doldurduğu küfeyi omzuna alan kadın, çocuklarını daha fazla ağlatmamak için çardağa gelmişti. Evden getirdiği yiyecekleri, masa gibi ters çevirdiği patlıcan kasasının üzerine koyup, oğlunu kucağına alarak emzirirken, kızını ve kendi karnını doyurmuştu.
Oğlunun bezini tekrar değiştirerek, kalan patlıcanı toplamak için aceleyle tarlaya girmişti. Patlıcan bittiğinde, saat 11:00 olmuştu. Hemen çardağa gelen karıkoca, aceleyle patlıcanları kasalara dizip, traktöre yüklemişlerdi. Kocası fazla zaman kaybetmemek için, eline aldığı bir dilim ekmekle, halin yolunu tutmuştu. Mal ne kadar erken teslim edilirse, alıcısı o kadar çok oluyordu.
Zeynep çocuklarını tekrar doyurup, su motorunu çalıştırmıştı. Kocası gelinceye kadar, ‘bir iki salma sulasam, fayda olur’ diye düşünüyordu. Yaklaşık bir saat sonra, kocası da elindeki çapayla, yanındaki salmadan başladığı sırada, İlkay’ın çığlıkları yeri göğü inletiyordu:
-Anneee yetişşşş! Sonay ölüyor anneeeee! Koşşşş! Sonay ölüyorrrrr!
Zeynep yılın ilk ayında doğduğu için, kızının adını İlkay, oğlu ise, yılın son ayında doğduğu için, onunkini de Sonay koymuştu. Sonay doğduğundan beri bronşit hastasıydı ve en olmadık zamanlarda havale geçiriyordu. Karıkoca koşarak çardağa geldiklerinde, küçük oğlu yerde, başı kesilmiş koyun gibi titriyor, ağzından köpükler çıkıyor, gözleri yuvalarından fırlamış bir görüntüsü vardı.
Zeynep çardakta bulunan içme suyunu eline alarak, oğlunun üzerine dökerken bağırıyordu:
-İmdattttt! İmdatttt! Yetişin oğlum ölüyorrrr! Yetişinnnn!
Yan taraftaki bağda üzüm kesen işçiler, genç kadının imdat çığlıklarını duyanca, koşup gelmiş, nasıl yardım edeceklerini düşünürken, yoldan geçen taksiyi, biri koşup durdurmuş, hasta çocukla karıkocayı, hastaneye yollamışlardı.
Günlerden Pazar olduğu için, taksi şoförü:
-Bu gün Pazar. Hastanede doğru dürüst doktor yoktur. Benim tanıdığım bir doktor var. Ben sizi oraya götüreyim.
Ünlü bir doktorun evine götürüp, kapı zilini çalmıştı. Kapı açılınca, Zeynep’le kocası yukarıya çıkmış, taksi şoförü aşağıda kalmıştı. Yukarı gelenleri ve hasta bebeği gözden geçiren doktor, bebeğe gereken tedaviyi uygulayıp, karıkocaya dönüp:
-İlaç alacak paranız var mı?
Çünkü karıkocanın dizinden aşağısı çamur içinde, paçalarından sular damlıyordu. İkisinin de, ayaklarında ayakkabı yoktu. Adam elini cebine soktuğunda, beş kuruş çıkmamıştı. Bunu gören doktor, muayene parası almayıp, ilaç parasını da kendi cebinden vermişti.
-Yazdığım ilaçları hemen bir nöbetçi eczaneden alın ve bu çocuk iyileşinceye kadar her hafta bana getirin.
Karıkoca mahcup bir şekilde, minnetle doktora teşekkür etmişler, iyileşinceye kadar çocuklarını, hiç para vermeden doktora getirmişlerdi. Genç kadın öyle güzel dualar etmişti ki, doktora… O doktor şimdi kim bilir neredeydi…
Elindeki çay bardağını masaya koyarken, gözleri hala yağan yağmurda olan Zeynep, derin bir iç geçirip, gözünden süzülen yaşlara engel olamayarak:
-O Doktor nerede olabilir? Şimdi olsa olsa, cennetin en güzel köşklerinin birindedir.
Emine Uysal/02/02/2010
YORUMLAR
Zeynep hanımın çocuğu hasta iken duygularını çok iyi anlayabiliyorum.Zira benim kızımda astım bronşutlu büyüdü.Özellikle kışın abartısız haftanın 1 gecesi hastanede sabaklardık.Oksijen verirlerdi.Şükür ilk okul 4. sınıfta tamamen silindi...
Evet yazınız çok güzel,insancıl duyguları alan bir doktoru konu almış.Rahmetli eşimin işinden dolayı,ben çok hipokrat yemini edip,mesleğinin 2.-3. ayında "herkes karşılığında para alıyor,ben niye almayayım" diyebilen doktor gördüm...Maalesef ki sanırım o çarka girince insanın gözünü para bürüyor...
Konu güzel,yazı güzel.Kaleminize sağlık.Sevgiyle kalın
"Hem çayını yudumluyor, hem de, cama vuran yağmura bakıp, mazide bir gezinti yapıyordu. Yıllar önceydi:"
Yazının en can alıcı yeri burası işte burada yani “yıllar önceydi”. Zira günümüzde böylesi olaylara rastlamak nerdeyse imkânsız.
Günümüzde insani ilişkilerdeki çürümüşlük, kokuşmuşluk bulaşıcı bir hastalık virüsü gibi her yere yayılmakta. Bu çürümüşlükten Tıp camiası da payına düşeni almakta şüphesiz. İşin üzücü olan yanı da şu; hadi sokaktaki vatandaş cahildir, neresi ağrısa atar bir aspirin şifa niyetine. Peki, doktorlara ne demeli onların bu virüse karşı daha bilinçli olması gerekmez mi?
Bu gün Tıp fakültelerinden diploma alınırken, vicdanlar rehine bırakılıyor. Bu gün artık doktor denildiğinde insanlara tepeden bakan, ukala, kibirli, para canlısı tipler çağrışım yapıyor insanlara, en azından bana. Bu gün şifa dağıtıcı olarak yetiştirilen doktorlar maalesef iflah olmaz bir hastalığın pençesine düşmüşlerdir.
Her ne kadar gazeteler yazmasa da, televizyonlar göstermese de ibretlik bir sürü hikâye ile doludur yaşam. Bilhassa doktorlar için “parayla saadet olmaz” diye
Selamlar
işte iz bırakanlar ve unutulmayanlar...ne mutlu o doktora...tebrikler emineciğim..
Yazı başdan sona kadar güzel ve akıcı
su içer gibi yudumlayarak okudum ve sonundada oh dedim
yazını gerçek payı var gibi camın önünde çay içerken insanın aklına yaşadıkları gelr ancak
nerden nereye demeli. Günümüzdede böyle melek doktorlar vardır dabiiki
Paraya düşkün olanlar çoğunlukta olsalar bile iyiler her zaman yer tutar unutulmaz.
Güzel bir yazı elinize sağlık Emine Hanım....
................saygım sonsuz
Çok dokunaklı ve akıcı bir yazıydı.
Türkiyemizde köy hayatı, dolayısıyla köylünün çalışma şekli de değişiyor. Artık köylüler de pek çok şeyi ekip biçmiyor ve hazır alıyor. Çünkü para kazanamıyor o mallardan.
Ama değişmayan ve benim yazılarımda sürekli vurguladığım şeyde Halkın Istırap veren bir fakirlik içinde olduğu gerçeğidir.
Ölümüne çalışsalarda tüm ailenin kazancı ilaç almaya yetmiyor.
Bunlar gerçekte de oluyor.
Cebinde dolmuş parası olmayan insanlar var.
Askari ücret bir kiraya denk. Kendini mi satsın bu insan?
Elbette sadece bu hükümeti suçlamıyorum. Ama bu eşitsizlik, dengesizlik ve acımasızlık böyle sürüp gidemez. Önceki kötü idarecilerin tüm suç.
Fakat şu an başta olanlar da enkaz devraldık edebiyatı yapma hakkına sahip değildir. <ya çare bulacak ya gidecektir.
Efendim kaynak yok demek bir şeyi çözmez.
Kaynak yoksa bulacaksın.
Serveti olanlardan gerekirse hatırı sayılır ağırlıkta servet vergileri alıp, yıllarca hakları gaspedilen, sömürülan insanlara adilce dağıtacak ve de onlara para kazanacakları kaynaklar yaratacaksın.
Almanyada çalışan Türkün emeği emek te burada çalışanın ki sebil mi?
Devlet çiftçi emeklisine bile en düşük maaşı rava görüyor. Olmesin yeter politikası.
Eşeğe de ölmeyeceği kadar ekmek verler zaten.
Hani "Köylü millet'in efendisi'"ydi.
Lafla peynie gemisi yürümüyor.
Yazınız deşti beni. Sizi tebrik ederi. 10 Numara bir yazuydı.
Selamlar.