- 600 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İKİ YÜZÜM
İki Yüzüm
O şaşkınlıkla camdaki yüzüm yere düştü. Evet, aynen öyle oldu. Nasıl bıraktıysam çerçeveyi elimden, ayaklarım arasında kül oldu cam parçaları. Aklım yüzümdeydi. Ne üzülmüştüm o ara! Gözlerime yapışmış olan kederim ve düşmüş kaşlarımla daldığım karanlıktan çıkmaya çalışıyordum. O an, elimden kaydı cam parçası, bilemedim. Binlerce ben oldum sonra. Yere baktığımda binlerce ben gördüm. Tek bir bana bakarken yenemiyordum kederimi, az önceki halimi arar oldum şimdi. Ayağımı kaldırmadan geri geri çekilirken, çocuk saflığıyla parçalanan çerçeveye üzüldüm sonra.
Gün akşam olmuş yeni girmiştim eve. On dakikalık evimle ofisimin arasını bir saatte almıştım. Şehrin gürültüsü üzerime sinmiş olan ölü sessizliğine yanaşamıyordu bile. Artık sıkıldığım reklamcılık işinden mesai bitmeden yarım saat önce çıktım. Her gün gazetelere seri ilanları yerleştirmek, kelime hesabı yapmak yoğunluğundan kederli günlerimin hesabını edemiyordum.
Şehrin gürültüsünü hissetmeden karanlık sokaklardan geçtim. Anlaşılmaz reklam ışıkları gözümü aldı, küfrettim. Tezgahın önünde söylediklerinin yarısı yalan olan çığırtkan balıkçılara güldüm. Simitçinin alıcı bulamayan bayat simitlerine acıdım. Garip olan şu ki son beş yıldır aynı işe gidip gelirken aynı sokağı arşınlarken bunları hiç düşünmemiştim. Hüznüme arkadaş mı arıyordum ne!
Sabahın erken saatlerinde başlayan yoğunluk beni iyice yordu. Özellikle telefon trafiği ve insanlara bir şeyler anlatma ve ikna etme çabası başıma ağrıların yapışmasına neden oldu. Öğleye kadar bu şekilde boğuşmayla geçti.
— Kelimesi ne kadar?
— Duruma göre değişir. İşin içine punto giriyor.
— Ne?
— Harf büyüklüğü beyefendi?
— Büyük olmasın, küçük de olmasın ama.
— Benim bu evi beş gün içinde satmam lazım.
— Tamam, satılır satılır…
— Siz şöyle düzgün bir ilan uydurun işte. Bizim kayınvalideden miras kaldı. Paraya çevirelim diyoruz.
— Tamam, yaparız bir şeyler.
— Satılmazsa ne olacak peki?
— Nasıl ne olacak?
— Paramı iade edecek misiniz?
— Ne diyorsun sen ya? Satılmazsa yapacak bir şey yok.
— Satılmazsa ben paramı geri isterim.
— Kapat telefonu? Asabımı bozma benim mirasyedi bozuntusu.
— Kapatmıyorum, önce sen kapat.
— Daha konuşuyor bak, önce sen açtın sen kapatacaksın.
— Kapatmıyorum. Gücün yetiyorsa gel de kapattır.
— Senin ev ilanı yerine inşallah ölüm ilanını vermek nasip olur bana. Beş gün içinde değil; daha birinci günü gömülürsün, merak etme sen. Çaat…
Her gün böyle onlarca diyalog, onlarca anlamaya sağır müşteri beni bu işten iyice soğuttu.
Bugün öğle üzeri bir arkadaşım uğradı. Arada uğrar. Öğleden sonra yavaşlayan işimin tenhalığında yine her zaman ki gibi laflıyorduk. Söz arasında bir ara durgunlaştı. Başı önde boynundaki kravatın bitim yeriyle oynamaya başladı. Sonra doğrulup duvardaki Marlin Monroe resmine bakmaya başladı. Resim iki karış bir camlı çerçevede öylece duruyordu. Bunu Zafer Çarşısındaki karikatürden çıkmış haliyle ayaküstü resimler yapan bir ressamdan almıştım. Marlin’nin bildik resimlerinden birini kopya etmişti. Portre detaylara dikkat edilmeden üstün körü çizilmiş bir suluboyaydı. Buna rağmen aslındaki temayı iyi yakalamıştı. O ara hiç aklımda yokken içimden resmi almak geçti. Beni çeken o anki ruh halimle, resmin uyuşuyor olmasıydı. Marlin’in insana yaşama sevinci veren bir bakışı vardı. Hafif öne eğilmiş, kafasını biraz geri atmıştı. Kıvrımlı, kısa kesim saçları sulu boyanın etkisiyle soluk sarı görünüyordu. Gülüşü çok etkileyiciydi. Gülmenin etkisiyle gözleri olabildiğince kapanmış attığı kahkahayla dişlerinin otuz ikisi de meydana çıkmıştı. İki eliyle de nazikçe boynundaki kolyeyi tutuyordu. Bu apaçık bir mutluluk belirtisiydi. Öyle düşündüm ve yüzümde bir gülümsemeyle resmi aldım. Ertesi gün sabah erkenden işe gidip masama yakın bir yere duvara astım. Bazen yoğun işlerime aldırmadan gözüm duvara kayıyor ve sonra o kahkahaya karşı bulaşıcı bir gülümseme yüzümde beliriyordu. Üç beş saniye öylece kalıyor sonra yeniden masamdaki kağıtlara gömülüyordum.
¬¬— Artık o başkasıyla. dedi.
— Nasıl? dedim. Hâlâ resme bakıyordum.
— Bugün Karanfil’de gördüm.
Ona karşı dönüp gözlerimi hafif kısarak:
— Kimi? dedim.
— Perihan’ı.
— Perihan’ı mı?
— Bir başkasıyla kol kala yürüyordu Karanfil’de. Beni fark etmedi.
— …
— Mutlu görünüyordu.
— Demek başkasıyla ha!
— Evet.
Çok olmamıştı Perihan’dan ayrılalı. İlk zamanlar günleri sayıyordum. Şimdi kaç gün oldu tam kestiremiyorum. Sanırım dört beş ayı bulmuştur. Buna rağmen aklımdan hiç çıkmamıştı. Bizimkisinin kesin ayrılık olduğunu biliyordum, bunu ben de istemiştim; ama içimdeki kavuşma ateşi ara ara kükreyerek cılız umudumu yükseltiyordu. Kemalin sözlerinden sonra bu cılız umudun üstüne bir kova su dökülmüştü.
Eve girerken koltuk altımda sarı sayfalardan birine sardığım Marlin Monroe resmi vardı. Masa üzerinde çerçeveyi gazeteden çıkarırken sarı saçlar ve gazete yaprakları uyumlu gözüküyordu. Bu resmi ayaklarımın yere basmadığı günlerimden kalma anıların hatırlanmaması için evimin pek sık kullanmadığım dip odasının duvarına asacaktım. Böylelikle her kafamı kaldırışta bulaşıcı gülümsemenin, bulaşıcı somurtmaya dönüşmesini istemiyordum.
Çekmeceden çekici çıkardım, yanına ince ama güçlü bir duvar çivisi aldım. Bir sandalye çekerek pencerenin yanındaki duvara çiviyi çaktım. Daha sonra sandalyeden inerek masadaki üzeri camlı Marlin Monroe resmini aldım. Çerçeveyi duvardaki çiviye asacaktım. Ellerim arasındaki resme bakarken ışığında etkisiyle cama yansıyan hüzünlü yüzümü gördüm. Çerçevenin içinde gülen bir yüz, camın yüzeyinde de bir o kadar kederli yüzüm gözüküyordu.
O şaşkınlıkla camdaki yüzüm yere düştü. Evet, aynen öyle oldu. Nasıl bıraktıysam çerçeveyi elimden, ayaklarım arasında kül oldu cam parçaları. Aklım yüzümdeydi. Ne üzülmüştüm o ara! Gözlerime yapışmış olan kederim ve düşmüş kaşlarımla daldığım karanlıktan çıkmaya çalışıyordum. O an, elimden kaydı cam parçası, bilemedim. Binlerce ben oldum sonra. Yere baktığımda binlerce ben gördüm. Tek bir bana bakarken yenemiyordum kederimi, az önceki halimi arar oldum şimdi. Ayağımı kaldırmadan geri geri çekilirken, çocuk saflığıyla parçalanan çerçeveye üzüldüm sonra.
İki yüzüm. Biri kırıldı. Mutlu yanım… Diğeri yüzümde asılı kaldı.