SEVGİ SOSLU FARK EDİLME
Hayat, insan diye hitap edilen gelişmiş varlıkların kendilerini ortaya çıkarabileceği, düşüncelerini korkusuzca açıklayabileceği, inançları ve kendi değerleri uğruna başkalarında vazgeçebileceği, taşlarla dolu bir yoldur. Bu yol boyunca birçok taşa takılır ve düşmemeyi istememize rağmen düşeriz; her düşü bir şeyler öğretme çabası güder bize. Dizimizde oluşan her yaradan akan her damla kan, hayatın acılarının ve pişmanlıklarının rengidir aslında. Hatta bu yüzden kırmızı dediğimiz; aşkın, ateşin,acının, nefretin ve utancın renginin bağımlısıdır.
Düşüşlerimiz, bazen bizim tecrübe, başkalarının hata dediği şeyler yüzünden, bazen de en sevdiklerimiz yüzündendir. En sevdiklerimizin hep yanımızda olmalarını, bize gerçekten yardım etmelerini isteriz, istemekle kalmaz bir de yanımızda olduklarını, bize gerçekten yardım ettiklerini düşünürüz. Farkında değilizdir bizi yalnızlık uçurumuna itenlerin en yakınlarımız olduğunun. Yalnızlık; boşvermişlik, umursanmamazlık, sevgisizlik ve ilgisizliğin başladığı o feci noktalardan biridir. Yalnızlık anbean kendini katlayarak büyüyen bir kartopu gibidir. Yalnızlıklarımız bize özgü, bize ayrılmış, soyutlanmış zaman dilimlerinden ibarettir. Her tattığımız dilimde, dolaptan çıkarmış olmamıza rağmen biraz daha yanar dilimiz.hani buza dokunduğumuzda elimiz yanar ya, onun gibi. Soğukluktur hissetmek istediğimiz, belki de sıcağın bunaltısından kurtulma arzusudur; ama sıcaktan her kaçışta, her soğuk özleminde yine kaçtığımı şeyle; sıcakla karşılaşırız. Bu yüzden yanlılık duygusundan kurtulmak veya uzaklaşmak, “Terk Edilmişlik ve İstenmemezlik” lokantasında bir porsiyon “sevgi soslu fark edilme” istemek gibidir. Fark edilme yerine “terk edilmişlik” konulur sevgi sosu yerine acıya batırılmış “istenmemezlik” konulduğu gibi. Her zaman her yerde yalnız olduğumuzu kabullenme ve fark etme aşamasına yaklaşırız. Sabah erken uyanmanın keyfini sürerken, yüzümüzü yıkadığımızda soğuk sudan irkilirken, kahvaltı için hazırladığımız peynir dilimlerini sayarken ve içtiğimiz kahveden haz alırken yalnız olduğumuzu fark ederiz; çünkü bizler aynı şeylerden zevk alma duygusuna ya da aynı şeylerden alıyormuş gibi rol yapma becerisine sahip değiliz. Yalnızlığımız, bazen doğrularımız, gerçeklerimizi ve inançlarımız yüzündendir. Doğrular, bizim olaylara bakış açımıza göre şekil alan inanç ve gerçeklerimizin toplandığı bir kavramdır. Doğrularımız da inançlarımız ve gerçeklerimiz gibi sürekli geri kalan saat misali farklılık gösterir. Doğrularımız yetiştiğimiz ortam ve tanıdığımız, yakın olduğumuz veya sadece bizim öyle hissettiğimiz insanlara göre ayarlanır bazen; ama genellikle zevk dediğimiz bir şeylerden haz alma ve doğru dediğimiz ne pahasına olursa olsun bizimkini savunma hissimizi en sevdiklerimize karşı bile on dakika ileri alamayız, almak istemeyiz. En çok sevdiklerimizle kavga ederiz. Kavga mıdır tartışma mıdır bilinmezlikler içerisinde kendini boğulmaktan kurtarmaya çalışırken biz boyutunu belirleriz. Her konu hakkında kendi doğrularımızı savunmaktan alıkoyamayız kendimizi. Doğrularımız inancımızın harcına elleriyle su katarlar. Doğrularımız bir süre sonra inançlarımıza dönüşürler ve karşımıza kömürken elmas olmuşçasına sertleşmiş çıkarlar. Onları değiştirmek artık imkansız olmuştur.
İnançlarımız, inandıklarımız uğruna yalnız kalmayı, kalabilmeyi göze almalıyız taşlı yoldan cam kırıklarıyla dolu yola girerken. İnançlarımız, inandıklarımız bizim önümüzdeki duvarı kaldırır ve çırılçıplak düşünce kümesine çevirirler. Bize açıklığı, korkusuzluğu ve atılganlığı öğretirler. İnançlarımız ölçüsünde değerlendirilmeye başlarız bir süre sonra. Bizimle aynı değerleri “inanç” olarak kabul edenleri yanımıza alır, kamp ateşimizi yakarız; farklı olanları bilimiz ve kültürün yayıyla, insanlığın okuyla vurmayı hedefleriz. Kendi inançlarımızı böyle kabul ettirmeye çalışırız diğer insanlara. Katılanların ateşimizin etrafında toplanarak ısınmaya çalıştıklarını, katılmayanların kendi kıvılcımlarıyla ateş yakmaya çalıştıklarını düşünürüz. Bazen katılmayanlar çoktur. Hatta katılan yoktur; tek başımıza kalırız. Kimse olmaya bile yanımızda kendi kendimizi yeteriz. Doğrularımız, inançlarımız, inandıklarımız pahasına tatmamışların “yazık” düşünceleri arasında kendimize yol buluruz ve acımaklı gözlerle bakanlara inat şevkle yürürüz.
“İnandığın yolda tek başına yürü!” mısralarında saklambaç oynayan ilkeyi buluruz ve kendimize kendimizin yanında bir tek onu8 yol arkadaşı seçeriz, kabulleniriz.
İnandığımız yolda, inançlarımız, değer yargılarımız uğruna yanımıza kattığımız, ilke diye benimsediğimiz mısralarımızla bir meşale oluşturup yürüyebilmeliyiz. Yürüyebilmeliyiz; çünkü inansak da inanmasak da, kabullensek de kabullenmesek de bizim inançlarımızı bizimle aynı tatla yiyebilecek ve bu yolda düştüğümüzde bizi kaldırma çabası güdecek kimse yok. İnandığımız yolda tek başımızayız!
YORUMLAR
Yalınız bir dava adamının içindeki umutsuzlığu mükemmel yakalamış ve yansıtmışsınız.
Sizi tebrik ederim.
İçerik olarak çok çok güzel bir yazı.
Lakin okurken tansiyonum yükseldi. Çünkü; çok tıkış tıkış. Yazı şekil olarak parağraflarla ve seyreklikler verilerek daha akıcı hale getirilebiliedi.
Başarılar diler selamlarımı sunarım.
Engin Tatlıtürk tarafından 2/9/2010 10:03:38 PM zamanında düzenlenmiştir.