- 830 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Acı Bir Hatıra
Sabahın erken saatleri. Yeni uyanmıştım, dışarıda yağmur yağıyor, pencereye vuran yağmur hüzünlü bir gözyaşı gibi camların içinden insanın ruhuna akıyordu.
Yağmurun sesini oldum olası sevmişimdir.
Ama yağmurun altında ıslandığımda her zaman korkmuşumdur.
Yağmur değildir beni korkutan, her tarafım ıslansa da önemli değil.
Ama nedense ıslandığım zaman ürkek bir duyguya kapılıyor, kendimi bundan kurtaramıyorum. Nedenine gelince çok düşündüm.
Yıllar önceydi. Çocukluk zamanımda, ağabeyimle birlikte korkunç bir yağmurun altında ıslanmış, yağmura aldırmadan oyun oynamamıza devam etmiştik.
Sonra annem camdan başını dışarıya uzatmış, yağmura bakarak, bizi azarlayarak eve çağırmıştı.
Çok korkmuştum. Zaten çocukken çok defa korkmuşumdur bazı şeylerden.
Çocuk bir annenin bağırmasından korkar, belki anne bir şey yapmasa da, yapacağını düşünür, oracıkta ya ağlar, ya da hemen özür dilemeye başlar.
Eve girdiğimizde annem ağabeyimle beni anadan doğma soyarak dövmeye başladı, oramıza, buramıza vuruyordu. Ben ağlıyordum.
Ağabeyimse asabi bir şekilde bacaklarına aldığı darbeleri izliyordu.
Tuhaf bir durumdu bu. O gün yediğim dayağın etkisi midir acaba diye düşünüyorum, yağmur yağdığında ürkek bir duyguya kapılıyorum, adımlarımı hızlandırıyor, bazen koşuyor, bazen sıkılıyordum.
Çok zaman geçti ama bu durum her yağmur yağdığında hep gelir aklıma.
İnsan çocukluğunda yaşadığı hiç bir şeyi unutamıyor. Bu her ne olursa olsun. Yıllar da geçse, ömür de bitse.
O hatıra hep dün gibi hatırında kalıyor insanın. Belki de hatırlaya hatırlaya biz büyütüyoruz onu içimizde, büyüttükçe bir sorun teşkil etmeye başlıyor insanın içinde. Böyle şeylerde düşündüm, düşünmedim değil.
Ama anlatmak istediğim bu değildi. Yazmaya başladığı zaman insan çok başka şeyler anlatıyormuş gibi oluyor sanki. Asıl anlatmak istediğim konudan tamamen uzaklaşmış buluyorum kendimi. Kıyıya yanaşan bir gemi gibi, yanaşıyorum fakat, her ne oluyorsa yanaşmadan geri dönüş yapıyorum. Oysa anlatmak istediklerim o kıyıdaydı. Orda duruyordu, görüyordum.
Çocukken ağabeyimle yaramazlıklarımız oluyordu. Ben ağabeyimden biraz daha farklıydım, yani daha yaramazdım, içe kapanıktım. Bir şey olduğu zaman anlatmaz, susardım.(bu şimdi de böyle) kimseye bir şey anlatmıyorum veya anlatamıyorum, içimde kalıyor yaşadıklarım. Böyle bir gün yazıya döküleceği günü bekliyor sabırsızlıkla.
Çocukken ağabeyimin bir arkadaşı vardı. Aslında o benimde arkadaşımdı. Ama ağabeyim onunla daha bir içli dışlıydı. Her zaman birliktelerdi. Her yere birlikte gidiyorlar, birlikte geziyorlar, oyunlarını birlikte oynuyorlardı. O zamanlar nasıl oyunlar oynuyorduk.
Hala anlamış değilim. Bütün gün sokaklarda oluyorduk. Ya maç yapardık bir sokakta, ya da bir inşaatta çivi toplardık. Son derece tehlikeli durumlardı bunlar. Boş bir inşaatta çivi toplamak genelde ağabeyimin ve arkadaşının en sevdiği işti. Ne yaparlardı o çivileri ve bir inşaata girmeyi göze alacak kadar değerli miydi, hala anlamış değilim. Çivi oyunu vardı, toprağa atardın, attıkça çizerdin. Toprak yumuşak olurdu genelde, yumuşak olmasa da, genelde su dökerlerdi. Çok basit bir oyundu, ama sanırım o zamanlar yapacak bir şey yoktu. Ve bu durum keyif veriyordu çocuklara.
Yine böyle inşaata çivi toplamaya gittikleri bir gün beni de çağırdılar. Beş katlı bir binaydı. Henüz yeni temel atılmıştı. Ve inşaatın içinde temel atıldıktan sonraki tahtalar sökülmüş, yerlerde duruyordu.
Bu durum gerçekten de çok tehlikeliydi. Bütün katları dolaşıyor, güzel çivileri topluyorduk. Temiz olanları vardı, paslı olanları vardı. Ben hep temiz olanlarını seçiyor, ceplerime dolduruyordum.
En üst kata kadar çıktık. İnşaatta kimseler yoktu ve mahalleden birkaç kişi gelip geçiyor, bizi görebiliyordu. Ama kimse bizim orada ne yaptığımızla ilgilenmiyordu. Aslında ilgilenecek bir durumda yoktu. Üç yaramaz çocuk inşaatta dolaşıyordu. En üst kata çıktığımızda balkon tarafında durduk, yerde güzel çiviler vardı. Ağabeyim ve arkadaşı karşılıklı bir şekilde duruyorlardı balkon tarafında.
Henüz ne balkon vardı, ne pencere. Kerem ağabeyime; şu altındaki tahtayı kaldır bakalım dedi. Ağabeyim tahtayı kaldırdı. Fakat tahtayı kaldırmasıyla sağ ayağını bastığı tahta altından kaydı.
Ağabeyim beşinci kattan aşağı düşüyordu. Evet ilk defa boşluğa düşen bir insan görüyordum ve hiç bir şey yapamıyordum. Ağabey ağabey diye bağırıyor, sesim olanca ağırlığıyla mahalleyi yankılatıyordu. Ağabeyim düşerken kafası diğer katlarda bulunan tahtalara çarpıyor, fakat düştüğü andaki pozisyonu hiç değişmiyordu. Sanki uyuyordu. Gerçekten de düşen bir insanın aldığı pozisyon çok tuhaftı. Belki boşluğa atlayan bir insanın durumuyla farklıydı bu durum. Ama ağabeyim düşeceğini bilmiyordu. Gerçekten de uyuyormuş gibiydi. Bir yatağın içindeydi sanki. Dizlerini kırmış, elini kafasının altına koymuştu.
Hızla aşağı düştü ağabeyim. İçimde bir şey öldü. Yitip gitti. Çok korkmuştum.
Çok çabuk merdivenleri inip ağabeyimin düştüğü yere gittik. Yer betondu, betonun yanında ufak bir kum parçası vardı, fakat ağabeyim betona düşmüştü. Yanına vardığımızda nefes alıyor oluşu sanki benim nefes almam gibiydi. Evet ağabeyim yaşıyordu.
Fakat her tarafından kan geliyordu. Kafası, dizleri, kolları, bacaklarında yaralar vardı. Hafifçe doğruldu, ayağa kalktı. Ve bana şöyle dedi; sakın anneme, babama söyleme. Tamam dedim. Söylemem. Ama yaralarını nasıl sarabiliriz.
Her tarafından kan geliyordu. Sanki bir savaştan çıkmış gibiydi. O zamanlar eczanemiz vardı. Babama gidebilir, durumu anlatabilirdik. Fakat korkuyorduk. Ağabeyim kendini iyi hissediyordu. Bir şey olmayacağından emin olduğu için belki, anneme babama söyleme dedi. Ama gitmeliydik, bu yaraları sarmalı, bir daha da inşaatlarda dolaşmamalıydık.
Mahallenin bir köşesinde merdivenlere oturduk, ağabeyim bir bezle yaralarını temizlemeye çalışıyor, kan akışı hızlı bir şekilde akmaya devam ediyordu.
Artık dayanamadım ve ağabeyimi eczaneye, babamın yanına gitmeye ikna ettim. Çünkü kan akışı sürekli devam ediyordu.
Eczaneye girdiğimizde, annemin bakışlarını ve babamın bakışlarındaki korkuyu hiçbir zaman unutamam. Annem bir çığlık koparmış, babamsa şaşkın bir şekilde bizlere bakıyordu. Tabi yanımızda ağabeyimin arkadaşı yoktu. Oda korkmuştu, fakat korkusu bizi yalnız bırakacak kadar adiydi.
Babam büyük bir titizlikle ağabeyimin yaralarını temizledi, sardı. Ciddi bir sorunu yoktu. İki üç gün evde yattı. Kendine geldi.
Acı bir hatıraydı bu benim için. Gözümün önünde ağabeyim kayıp gitmişti. Öldüğünü düşündüğümde, nefes alıyor olduğunu görmem her şeye yetmişti.