- 710 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CECE! SOĞUKTA ÜŞÜMEYESİN! ARDAHAN ÖYKÜLERİ 82
Sözdizimi: Cümlede ki kelimelerin dizilişi ile çıkan anlamın merbut olması. Merbut yerine misal; " Bağlı " deseydim anlam vurgusunda, ruhunda, lezzetinde oynayan fark ve tat değişik olacaktı.
" Ya var; yok "
Bu cümle, dizimi, var mı yok mu, demektir? Anlamı bir maksata matuf şeyin söz dizilişi farkından tad ve yönsemesinden farklılaşıyor.
Sözdizilişi değişiminden şekil gösterişi değişirken anlam yani Semantik anlayışta nasibini alarak içeriğinde zihni katmanları tabii ki etkiler bunun için Fransız Filozoflar Hermeoitik okuma dedikleri bilimle her söyleyişin esasını okumak isterler yaparkende bunu döneme, an’a, kısacası zamanın ruhuna binaen izah etmek isterler.
Soğuk havada ayam, sarkıtlarla; Akoş Emin’in çatıdan üşük burnunu uzattı.
Akşam kavuşuyor, kavuştu. Hoppa!
Şehir kulübü sıcak çok rahat. Kazarmayı yeke soba gümbürtü ile bungaldatarak ceket çıkarttırıyor. Ter kesti adamlar. Gömlek katınnan oyun, ağır oyun oynayan sarı saçlı genç herif; mavi gömleğin dalına haritada göl şeklinde ter süzülmüştü.
" Oh, sıcacıktı, Akoş Eminin ora, çok sıcaktı. Tıpkı Sıcak gibi rahattı."
Kapının eşiği soğuk ve zahmetti.
Kapıyı açıp başını dışarıya sokan. Hortlak görmüş gibi. Başı beraber kafasını aniden içeri çıkarıyordu. Utanmazsalar. bağıracaklar:
" Kokkan kardaş, kokkan kardaş!."
Eşiğe teneke çakmış kulübün sahibi tahta eskimesin ve yıpranmasın.
Paspası gemkeç etmiş ayaz ve don. İti bağlasan gemkert keser. O cins soğuk taş, merdivenden çıkımış sahanlıkta bekliyordu. Maçası yiyen kurt kuş on dakika dursaydı, da, dışarda. Olanaksız bir şeydi!
Yeni postahananın köşede soğuk bekliyor. O üşük beklemeyide Cece gede terketmiyordu. Yani bekliyor. Soğuk nöbeti: Beş, sekize kalkmış, nöbete durmuş. Cece seni ölmeyesin! Asker olmayıda o kadar severki. Bayramlar da askerlerle yürüme arzusunu bildiklerinden, inzibatlar; geçitin protokol den sonraki kısmında askerler ile yürümesine izin verir ve yardım ederdiler.
Bir garibin göynünü eylemek. Garip gönlünün, kırılmasını, mevla af eylemezmiş!
"Can konağını aramadaysan, cansın
Bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin.
Şu nükteyi biliyorsan işi biliyorsun demektir.
Neyi arıyorsan osun sen." buda Mevlanadan...
Cece onsekiz yaşlarında filandı. Şehere geldiğinde, ya yetimdi, ya öksüz. gariban idi. Araştırıp sorduğumuzda sahibsizlik manası, garipliği essah çıktı.
Özgünlük, kültürlerin ve yaşamın, teknolojinin bilimin en geçerli ilkesidir.
Özgün telefon gsm’i kim bırakıpta manyotolusunu kullanır? Kuş uçurarak,elini boru yaparak, Duman tüttürerek kızılderili gibi haberleşilir mi?
Özgün yeni olmakla beraber, eskiyi de en iyi şekilde kapsamalıdır. Haberleşme en eski fikirdir Gsm ise en yeni form.
Ruh’ta evvel emirden beri eskidir. İçerik ruhtur.
Batı lisanlarında" Essans" ruhtur. Bizim gezergen kolonyacılarımız vardı onlara: " Esanscı" derdik. Uçucu kolonyaya esans derken içerik ve öz payesini yakıştırırdık.
Ruh: " Esans" ki; bizim "Esas" ta oradan gelmedir.
Öz, Muhteva, context eskidir ve bunu bina ettiğimiz form keşf, buluş yenidir.
İnovasyon ve invantasyon biçim ve orijinalitedir.
Gsm ve buluşları, kim çalışırsa Allah ona veriyor.
Ardahan da sözdizimi:
_ Biliyersin de; söylemiyorsun, ya!
Ya biliyorsun; ya da söylemiyorsun. İkinci sözdizimi de aynı nesneyi işaret ediyor.
Ardahan üç binyıllık dil ve kültür yoğunluğu ile yerinden evren’e bildiklerini paylaşan, yerkürenin naciz bir köşesidir.
Fanticiler, iki kişi. onlarca dakikadır; oynuyorlar: Sigarasına. Kim yutarsa... Şapkalı ve biri; başı açık, ikilinin yanları boş. Kaynakçı, çay içici oturtmamışlardı. Rahat durmuyor oturanlar, ondan dolayı.
Cam’dan Cece’yi başı açık Sazaralı oyuncu görüyordu. Sinek ikiliyi yerdeki sinek dörtlüyle beş üzerinden dokuz yapıp, onbire tamam edip, kaldırırken, keyfine limon sıktı.
Cecenin postahanedeki karanlıktaki karaltısı. Keyfi kaçtı. Biri üşürse, kim ısınır ki?
Mevlana dememiş mi ki!
"Biz insanlar düşünceden ibaretiz.
Gerisi et- kemik.
Gül düşünürsen, gülistan olursun.
Diken düşünürsen dikenlik olursun!"
Eline kağıdı aldıktan sonra. Dört kartı sağa sıraladı. Vale, ey onlu, papaz ve maça kız. Masanın üstünde ikisinin boş çay bardağı duruyor. Kağıt kalmamıştı.
Pikroplu; şapkalı, kupa valeylen temize havale etmişti.
Kağıdı Sazaralının karşısındaki yapmıştı. Kağıtta hırlık olmaz değil, olurdu. Bunlar önlem almıştı. Ayrı iki kağıtta sayıları yazıyordular. Merese kalan, bir paket Malboro sigarasıydı. Kumar, kumar oynadıkları, da!
Duman ve kısık ışık az adladın mı! Görüş mesafesi sıfıra iniyordu. Garsonlar; içeri, kapı ağzını koordineli kolaçan ediyordu... Kimsenin tenezzül edeceği yoktu. Unutup çayını vermeden giden oluyordu. Tamamen zuhulen efendim.
Petek nasıl fırlanır, garsonlar öyle tabanlarının etini yercesine masalara servis yetiştiriyor. İkinci loca gibi yerde ağır müşteriler oyun oynardı. Onların yemek istekleri olur. Garsonlar hizmette kusur etmez. Siparişleri tedarik eder. Koşar ulaştırırdılar. Burası şehir kulübüdür. Eşi menendi Avrupa da, Kuzey Amerikadadır. Eskiden yemek yenilen yer arka kısımdı. Zamanla beş yıldızlı oteller işlev ve endazesini Şehir kulüblerinden çekip alıverdiler.
Maça kızı masaya kaşlı yüzüğünün üstüyle çaktı. Şırrakkk! sesi yayınlandı. Kulaklar sese dönerek kaynağına ulaştı. Eli havada. El havada olunca parmakta aynı yerde olur. Kaşlı şövalye yüzük parlıyor. Burnundan soluyor. Kuyumcu İsmail’den almıştı. Şövalye yüzüğü İspanyol danalar gibi arenadan kaçmışca bakanlara, bakıyordu.
İşitilen sesi, parlayan yüzüğe yapıştırınca kulüpteki tüm zihinler: Ola bu yüzüğü masaya döşedi! Elimi bozuk ne?
Anlamış gibi uzaktan cevapladı.
_ Elim kötü değil. Efkarlandım da!
Başı şağbalı kızın üstüne papazı, kızın babasıymış sanki; koydu. Pastonu asayı kızın gözüne sokacak papaz. Başı açık : " Az sabret kız seni valeynen buyan kat ögün getürecem." diyerek kendine, kız’a teselli verdi.
Karşıdan bir kart daha yere yaprak dökümü gibi tek kart düştü.
Tarafında olduğumuz başı açık, son karta valeyi sakladı. Vurup hepsini alacak. İnce planı kağıtları toplamaktı, iyi onluyu almak, sinekten, pis ikiliden ve kağıttan beş gitmekti.
Yedi kağıt birikti yeşil masanın üstünde. Hiçbirini alamamıştı, karşıdaki, Son kart ve oynama sırası adamımızdaydı. Elini havaya kaldırdı kaşlı; koyun tüccarlarınında sevdiği yüzük: Şövalye yüzüğü nıhcayacaktıki. Kağıt elinde; eli havanın içinde kaldı.
Kapıyı açtı.
_Kaçıyor.....
Bağırıyor:
_ Adam devrildi kaldırın ola!
Cevap:
_ Nerede?
_ Postahananıın köşede adam yıkıldı. Zaar Ceceydi.
..................
Bağırmanın birini kulübe çattırdı:
_ Vale oynuyorum. Hıra kaçmayasın ola!
Eloğlunun cevabı:
_ Sayılmazki yeniden oynayacağız. Zaten kağıt pata gider. Sen de dellendin mi?
Can hıraş postahananın kapısına geldi. Gözünü diredi.
Kapıya adam boyunda afiş asmışlar. O da bir köşesinden bant gevşeyince, ikinci köşeyide çekip belden aşağısına kayıp aşşağı düşmüş. Buda onu zaten Ceceye benzetip durmuyor dumu? Telesiyirek, koptu emeden fırladı...
" SEVGİDEN TORTULU BULANIK SULAR ARI- DURU HALE GELİR.
SEVGİDEN DERTLER ŞİFA BULUR, ÖLÜLER DİRİLİR..."
Mevlana’dan...
Afişte adamın elinde zarf altta yazı: Mektup yazın ikibinli yıllarda okursunuz.
Sevindi birine birşey olmamıştı. Fanti gitmişti.
Eşikten atladı. Ne görsün:
_ Ola Cece sobanın başındaymışsın, ya. Kuçağına kediyi almış.
İyi! Sevindim. Donarsın diye korkmuştum...Kafan gözün yarılır! Allah esirgesin!...
Cece:
_Hihiiiii! Gülümseyerek; gülümsedi.
YALÇINER YILMAZ
12/ 02/ 2010/ GEBZE
--------------------------------------------------------------------------------
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.