bahar ve güneş
Güneş bir sabah Toros zirvelerinde doğduğunda, yepyeni bir dünya gördü. Gür ve neşeli ormanları, toprağa bir gülümseme gibi yakışan çiçekleri, otları, kelebekleri ile daha biraz önce sıcak dudakları ile öpüp geçtiği Doğu Karadeniz’i aratmayan bir dünya. Güneş geçip gitmesi gerektiğini unutarak bu eşsiz güzelliği seyre daldı.
Yalnız yüksek rakımlı yaylalarda esen, serin, hafif ve buz mavisi rüzgâr uzak dağlardan alıp getirdiği bir kar kokusunu taze papatyaların üzerine bıraktı. Papatyaların ince bedenleri ürperdi. Üç küçük sincap her zaman ki acelecilikleri ile güneşe bir selam çakıp, avuçlarındaki palamutlarla koyu bir delikte kayboldular.
Bir yerde bir papatya yeni güne sarıgöz çapakları ile giriyor. Bir kelebek kozasının parçalayarak terk ediyor, bir günlük ömründe bir daha uğramamak üzere. Çimenler ilk defa rüzgârın ferah nefesi ile tanışıyor. Patikadan koşup gelen kediler birbirine kur yapıyor. Ağaçlarda, dallarda hışıltılı bir hareketlilik başlıyor. Sadece Kuzey Yarım Küre’ye özgü bu günde doğa soğuk yatağından sıcak bir bayram sabahına uyanıyor.
Güneş yaşlı bir filozofçasına düşüncelere dalar; ‘’ Nevruz, yeni gün demek. Ne doğru bir kelime! Bahar yeniden uyanıyor o soğuk uykusundan. İnsanlar gibi yani; nasıl bir insan soğuk bir akşamda odasına, yatağına çekiliyorsa bahar da öyle kışın dünyanın sıcak kalbine çekiliyor. Baharda insanlar gibi duygularını hemen belli eder mutlu olduğunda gözleri parlar, güler, mutsuzken bir hüzün kaplar çehresini, güzelim saçlarını döker.
Ah! İnsanlar yok mu? Şu evrendeki küçücük bir kara parçasına bağlı dev sorunları olan dev adamlar. Dertlerini, sıkıntılarını nede çok büyütür, onların içinde nasılda boğulurlar!
Hâlbuki şu bir kaşık suyunda boğuldukları dünyayı benim gözümle bir görseler, şöyle etrafında bir tur atsalar. Ne kadar küçük ve aciz olduklarının ve de benim neden binlerce yıldır ona baktığımı anlarlar; ama nerde!
Belki onu benim gözümle göremeyecekler ama anlamaları için tek yol bu değil elbet. Nevruz var, yavaş yavaş onun kıymetini daha iyi anlıyorlar. Hele hele birkaç on yıldır bahar birazcık yorgun kalkmaya başladığından beri. Neyse bu bayram insanlar üzerine en temiz kıyafetlerini, kafalarına en arı duygularını alıp doğaya bir bakma fırsatı bulurlar. Hem de en güzel, en taze zamanında doğanın, Ne kışın soğuğu, ne yazın sıcağı vardır. İnsanlar isterlerse kendi dünyalarından çıkıp dünyaya varabilirler.
Bu bayram öyle bir şey ki insanlar onu birbirine bakmadan ayrı ayrı bulurlar. Persler zamanı başlattı, Adem doğdu Acem’de. Bir yerde Nuh karaya ayakbastı, başka bir yerde bir Türk dağı eritti. Başladı işte! Sonra bir Zerdüşt ateş yaktı, atladı bir Osmanlı çocuğu, üzerinden. Bir Türk’ün Ötüken’de bahar için kestiği kurbanın Adana’da yapıldı kebabı.
Bu manzaralar güneşe hep heyecan vermiş ve heyecanını saklamaya çalışmamıştı. Onu görenler de kendilerini; ‘’ Güneş bu gün daha bir güzel’’ demekten alamamışlardı. Güneş bir iç çekip uyanan doğaya ‘’ Günaydın !’’ dedi ve yoluna koyuldu.