- 1160 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİZ NEDEN ANLAYIŞSIZ OLALIM? -2 -
“…Bir şeyi gerçekten bilmek onu anlamakla olur. –Sokrates-“
En ön sırada büyük bir merakla izlerken, dev perdeler açılınca (-Taksim AKM’deki sahnemiz 1000 metre, döner sahnedir-) dikkatimi çok farklı bir düşünceyle böldüm. Dekor yoktu. Koskoca Çin Operası, Ülkelerarası bir gösteri yapacak ama koca dev sahne boştu. Neden? Bunun nedenini beş dakika sonra çözdü/m/k…
Bir Çinli elinde küçük bir dia göstericisi ile sahnede hazırlık yaptıktan sonra, görüntü muhteşemdi. (-Oysaki devletimiz; opera dekorlarına dünya kadar kereste, kostüm için maliyeti oldukça yüksek limitler harcamakta, tırlar ile bir yerden bir yere ulaşım sağlanmaktaydı-)
Dünyanın yedinci harikalarından bir Çin Seddi tüm sahneyi kaplamıştı. Daha sonra sahnedeki kendi kültürlerine örneklemeler ile şelalelerden, sahillerinden, alışveriş kültürlerine, inançlarına kadar; Çin yaşamı görsel dünyamıza sunulmuştu. Hatta ara verildiğinde ilk kez küçük çay fincanlarında “YEŞİL ÇAYI” ‘ın buruk tadını da damaklarımızda hissetmiştik. Yemek kültürlerindeki bizim midemizi kaldıran “kedi/köpek/börtü ve böcek” yemeleri bizim kültürümüze ters gelmektedir. Oysa onların doğasında vardır.
Sonradan öğrendim ki kalabalık Çin’de eğer bir aileden bir kızı beğenip evlenmeye kalkarsanız, kız kardeşlerini de alma zorunluluğu da varmış…
Şimdi bu İslam ile yönetilen kültürlerde belki normal gelse de günümüzde “aaa” dedirtebilecek bir inanç, örf ve adet…
Diğer bir yaşadığım ise;
Bu Çin Operasını izlemeye gelen İngiliz gazeteci hanımefendiydi. Yaşı 72 olan basın görevlisi, opera gösteri arasında sohbet etmiştik. Oldukça dinç ve neşeli gözüken hanımefendiye şu soruyu sormuştum:
“Siz yaşınızı hiç göstermiyorsunuz, ama tek başınıza ülkenizden çok uzaklara gidebiliyorsunuz. Peki, öleceğim diye, korkmuyor musunuz?”
İnanın bana dudaklarımı uçurtacak bir yanıt vermişti. Bugün bile halen o yanıt; beni canlı ve enerjik tutmakta. Kahkaha atıp yanıtladı:
“ Hayır, korkmuyorum. Evet, yaşım 72 ve ben siz Türkler gibi göğsüme “kefen parası” koyup “ya ölürsem” düşüncesi ile yarınları yaşamıyorum. Göğsüme “seyahat parası” koyarak, yaşlanınca dünyayı dolaşacağım, düşüncesi ile “ölüm yerine yaşama umudu” biriktiriyorum. Ecel elbet bir gün nasıl olsa, nerde olursa beni bulacaktır. Günü ve zamanı hoş geçirmek gerekiyor.”
Ona ikinci soruyu sordum:
“Peki, bu dünya seyahat parasını, hem yaşayarak/yiyerek/gelişirken biriktirmek zor olmuyor mu? Öyle ya dünya seyahati için önemli bir kapital gere!”
Bana verdiği yanıt çok mantıklıydı:
“ Hayat sigortam ben daha doğduğum anda ailem yaptırmış. ”
Bize göre doğru, onlara göre yanlış olabilirken bizim hangi durumda, hangi eldeki verilerle, nasıl davranmamız asıl? Etik ahlak ve insanca yaşamak en asılı… Şimdi hangimiz hayat sigortası yaptırdık? Kaçımız? Ama aracımızın yıllık çifte sigortasını yaptırıyoruz. İşyerimizi, poliçelerimizle güvenceye alıyoruz. Ya kendimizi?
İşte küçümsediğimiz ve dışladığımız, emperyalistler de dediğimiz toplumlarda 18 yaşına gelen birey ailesinden özgür, bizde hala memeden kesilmemiş çocuk gibi peşinde çoban olup, köleliğimizi kültür ve örflerimize dayanarak sürdürmekteyiz. Neden?
Kendi kültürümüzle karşılaştırdığımızda ekonomik nedenler, kırsallardaki, kentteki farklılıklar, ergen/yetişkin tanımlarına farklı bakış olarak farklılıklar göstermekte. Bize göre hala biyolojik olarak “daha o çocuk” zihniyeti hâkimken batıdaki kültüre göre “o bir yetişkin” diye adlanabiliyor.
Sonuç:
Eğer bu etnosentrik gözlüklerden baktığımızda ötekileri yargılarken kendi ve onların kültür değerlerini de göz ardı etmemek gerekir. Lakin kendi kültürümüzde diğer kültürlerden, ötekilerden de daha doğru olmayabilir. Önemli olan içinde bulunduğumuz, doğduğumuz, yetiştiğimiz normlar ile kültürümüze göre bakıp diğerlerini yargılamalı; doğru/yanlış haksız/haklı olmuş olsa bile var olan asıl olandır.
Biz insanlarda, Peygamber sabrı ile Mevlana’nın hoşgörüsü de yok tabi ama birini yargılarken önce onu dinleyip anlamaya çalışırsak, onun kültürel değerlerin, örf ve törelerine saygınlığımızı da korumuş ve ayrışmamış oluruz. Çoklu kültür değerlerine sahip olan, bir sosyo/ekonomik/kültür patlaması yaşadığımız ülkemizde bu ancak eğitimle aşılacaktır.
Tabi bu da 0-6 aile içi/ sonrası okullarda verilen öğretim, doğru bilimsel,BENLİK maskelerinden sıyrılık, inatlaşmadan, rasyonel bir eğitimle olmalıdır. Laik Cumhuriyetimizin kurucusu M.K Atatürk ruhu şad olsun çağın ötesinde öğütlerini tutmamız gerekiyor. Bize düşen asıl ve en önemli görev de budur.
“…En önemli ve verimli vazifelerimiz millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lâzımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu suretle olur.
Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek vücut ve tek düşünce olarak esaslı bir program üzerinde çalışması lazımdır. Bence, bu programın iki esaslı noktası vardır:
a - Sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına uygun olması
b - Çağın gereklerine uymasıdır. ( 1922 )…”
(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: II, 1952)
“… Milletimizin siyasî, toplumsal hayatında, milletimizin fikrî terbiyesinde rehberimiz ilim ve teknik olacaktır. Mektep sayesinde, mektebin vereceği ilim ve teknik sayesindedir ki Türk Milleti, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün güzelliğiyle gelişir. ( 1922 )…”
(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: II, 1952)
Sevgi ve ışıkla
Emine Pişiren/Bursa
31.0cak.2010
YORUMLAR
� Hayır, korkmuyorum. Evet, yaşım 72 ve ben siz Türkler gibi göğsüme �kefen parası� koyup �ya ölürsem� düşüncesi ile yarınları yaşamıyorum. Göğsüme �seyahat parası� koyarak, yaşlanınca dünyayı dolaşacağım, düşüncesi ile �ölüm yerine yaşama umudu� biriktiriyorum. Ecel elbet bir gün nasıl olsa, nerde olursa beni bulacaktır. Günü ve zamanı hoş geçirmek gerekiyor.�
yukarıdaki bölüm genelin düşüncesindeki kangren duruşu anlatan bir kısa özet aslında...
teşekkürler...
emine pisiren
Zekice yakalamışsınız satır arasındaki asıl kurguyu.
Tebrik ederim.
Yazımı sabırla okuduğunuz için de teşekkürler gönül dostum.
Sevgi ve ışıkla