- 566 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
.
Küçük bir iğneydi beni, bana anlatan...
Nedenini bilmiyorum ama son günlerde işlerimiz oldukça bozulmuştu. Oysa üniversiteyi bitirip, babamın toptan tuhafiye satışı yapan dükkanını devir alırken ne hayallerim vardı! Babam dört gözle beklemişti okulu bitirmemi ve işi üstlenmemi. Evet, okulun ardından dükkanı devir almıştım. Ayrıca dükkanı yeni baştan dekor etmiş, mal çeşidini de arttırmıştım. Ama ona rağmen işlerimiz her geçen gün daha da düşmeye başlamıştı. Ve bu düşüş nedense tam da benim geldiğim döneme denk gelmişti.
Ertesi sabah işe gelirken canım gene sıkkındı. Kafamda bir sürü cevapsız soru vardı. Acaba işler neden azalıyordu. Daha ne yapmam lazımdı bilmiyorum. Neredeyse işi bırakma, ya da devretme safhasına gelmiştim. Babam bana güvendiği için dükkana gelmiyordu ve ben onun yüzünü kara çıkardığım için çok mahçubtum. Dükkan da iş olmaması için aslında hiç bir neden yoktu! Hani fiyatlarımızda diğer toptancılarla aynıydı belki de aşağı. Üstelik ben de üniversite bitirmiş , yabancı dili olan birisiydim.Yani donanımım iyiydi. Peki o zaman eksik olan neydi? Dükkanımız da işlek bir yerdeydi. Burası İstanbul, Laleli’ deki Sırça Handı. Oldukça büyük ve eski bu hana yurdun her yerinden insanlar akın akın toptan mal almaya geliyordu.
Öğleye doğru ben dükkanda bir kaç çalışanla birlikte beraber rafları düzeltiyorduk. O sırada kapıdan içeri bizim hanın çaycısı Selman, yanında yaşlı bir amcayla içeri girdi.
"Ümit abi kolay gelsin" dedi bana gülümseyerek.
"Sağolasın Selman, buyur, hayırdır." dedim.
"Bu benim, Tahir amcam.Yengem memleketten bir iğne sipariş etmiş de sende varsa bir yardımcı olur musun? Ocakta kimse yok ben aşağı iniyorum" dedi telaşla ve amcasını dükkanda bırakıp gitti. Tahir amca bana tebessümle bakıyor, yardımcı olmamı bekliyordu. O an " Altı üstü bir iğne mi diye geçirdim" içimden isteksizce. Kim uğraşacaktı şimdi bu ihtiyarın alacağı bir iğneyle. Yanımda çalışan çocukları çağırdım. "Şu amcaya bir iğne verin" dedim Sonrada başka işlere baktım.
Bir süre sonra Tahir amca yanıma gelip" Peki evladım size kolay gelsin; aradığım iğne sizde yok galiba" deyip gitti. Bende "Öyle mi? Peki” dedim. Yine aynı umursamazlıkla. Fakat bir şey dikkatimi çekti o sırada! Bizim dükkandan çıkan Tahir amca karşımızdaki dükkana girdi. Oradan bir şey satın aldı ve parasını ödeyip çıktı. "Allah Allah!" dedim kendi kendime. "Bu yaşlı amca bizde neyi bulamıştı da karşıdan aldı !" Dayanamadım karşı dükkana gittim . Zaten arkadaşımdı. Belli etmeden sordum. "Az önceki ihtiyar, bizim çaycı Selman’ın amcasıymış. Hayırdır! Bir şeyler aldı senden galiba" Arkadaşım da "Evet" dedi. "Bir iğne aldı sadece." İşte o an çok şaşırmış, birazda kızmıştım Tahir amcaya, hani önce bana gelipte benden niye almadı diye. Yüzüm kızarmış bir şekilde ve sanki öylesine soruyormuşum gibi arkadaşıma “Hangi iğne” dedim. Gösterdiğindeyse iyice bozulmuştum. Çünkü gösterdiği iğneyi ben de Tahir amcaya göstermiştim.
O akşam eve canım sıkkın bir şekilde gelmiş, yemekten sonrada mutfakta düşünüyordum. İşler böyle giderse dükkanı kapatmam an meselesiydi artık. İşte bu sırada aklıma Selman’ın bugün dükkana gelen amcası geldi! Fiyatı ben de daha ucuz olmasına rağmen iğneyi benden almamıştı. Bir iğne....Evet, sadece bir iğne...Yoksa benim için ilahi bir mesaj mıydı bu küçücük iğne? Bu işareti mi anlayıp, takip etmeliydim. Belki küçük bu iğne de yatıyordu çektiğim bütün sıkıntıların cevabı!
Bu sabah işe geldiğimde ilk işim Selman’ın çay ocağına gitmek oldu.
"Ne haber Selman" dedim.
"İyidir abi. Hayrola! Sen buraya pek gelmezdin!" dedi şaşkınlıkla.
"Niye gelmeyeceğim burası yasak mı bize? Neyse senin şu amcan var ya.. Hani dün bizim işyerine getirdiğin. O buralarda mı ona bir şey soracağım.?"
"Bir şey mi soracaksın..Hayırdır abi! Ne oldu ki! Bir şey mi var yoksa?" diye sordu şüphelenerek.
"Yok yok.. Kötü bir şey yokta. Ona küçük bir şey soracaktım. Peki bugün senin yanına gelir mi?"
"Hayır abi gelmez. Ne bugün ne de yarın....! Dün akşam memlekete gitti amcam."
"Memlekete mi?" diye sordum, belli etmediğim bir hayal kırıklığıyla.
"Evet." dedi Selman yine aynı şaşkın bakışlarla
İşte şimdi canım çok sıkılmıştı. Tahir amcaya muhakkak sormalıydım "İğneyi neden benden almadın?" diye. "Peki" dedim Selman’a "Sizin Memleket neresi?"
"Erzurum’un, Serin yayla Köyü!!" dediğinde içimde büyük bir sıkıntı oluştu. İstanbul nere, Erzurum’un , Serin kuyu Köyü neresiydi!!!
O akşam Erzurum’a doğru yola çıkarken kafam karmakarışıktı., Eşime ve babama biraz tuhaf gelmişti, Erzurum’daki bir asker arkadaşımın düğününe gideceğimi söylemek. Şu an elim direksiyonda, aklım Tahir amcadaydı. Altı üstü bir iğne almamıştı benden! Ne vardı bunda yani.. Belki o an beğenmedi ya da ne bileyim....Şimdi tutupta niye almadığını sormak için ta Erzurum’lara gidilir miydi hiç? Akıl işi miydi şimdi bu? Ama şu an yola çıkalı tam dört saat olmuştu. Kış vaktiydi. Hey yer kar boran. Hele Erzurum tarafı şimdi tamamen karakıştır. Bakalım gideceğim köyün yolu açık olacak mı? Hem Tahir amca beni karşısında görünce ne diyecek? Ya iğneyi benden niye almadığını sorduğumda bana sadece "Hiç" derse veya benim arzuyla beklediğim cevabı bana vermezse! Ama yolu yarıladıktan sonra bu küçücük izin peşinden gitmeye kesin kes karar vermiştim.
Yaklaşık on iki saatlik ve sadece bir saatlik mola sonrasında Erzurum’a varmıştım. Varmıştım da...! Buralarda kar neredeyse bir adam boyuydu ve korktuğum başıma gelmişti! Gideceğim köyün yolu dün geceden beri kapalıydı. Ve aldığım bilgiye göre karayollarına bağlı ekipler yolu açmak için halen uğraşıyorlardı. O gece bir otelde kalmak zorunda kaldım. İyi de olmuştu bu sayede biraz dinlenmiş oldum. Sabah olunca içimde büyük bir heyecanla tekrar yola koyuldum. Köye giden yollar henüz açılmıştı ama buzlanma olduğu için arabam yolda kaya kaya gidiyordu.
En sonunda köyün meydanına gelip durduğum da evlerden birer ikişer çıkan insanlar merakla "Bu da kim?" der gibi yanıma gelmeye başladılar. Ben arabadan inip, oradakilere selam verdim. "Tahir amcayı arıyorum" dedim. İnsanlar biraz şüpheyle bakıyorlardı.. Bu karda kışta otuz dört plakalı bir araç ve hiç tanımadıkları adamın Tahir amcayla ne işi olabilirdi ki. Yanıma bir çocuk katıp, beni, onun evinin olduğu yere doğru yolladılar.
Heyecandan kalbim duracak gibiydi. Tahir amca acaba beni görünce tanıyacak mıydı? Yanımdaki çocuğun çaldığı kapıyı yaşlı bir teyze açtı. "Nene.. nene.. Bu amca, Tahir emmiyi görecekmiş" dedi küçük çocuk. O an nene büyük bir kuşkuyla baktı! Bilmiyorum acaba o sırada hakkımda ne düşünüyordu. İşte tam bunlar olurken Tahir amca kapıda belirdi! Beni görünce, tanır tanımaz gibi oldu! Sonrada "Yoksa Selman’a bir şey mi oldu?" dedi yüzünde korkulu br ifadeyle. Demek ki beni tanımıştı. “Yok” dedim. “Müsaade edersen seninle biraz konuşalım Tahir amca” dedim. O hala şüphe içindeydi. Benim burada ne işim olduğunu anlamaya çalışıyordu. İçeri girdiğimde güzüne sobası içeriyi hamam gibi yapmıştı. Genişçe bir sedire oturdum. O da karşıma oturmuş halen merak ve kuşkuyla bana bakıyordu.
“Tahir amca beni tanıdın değil mi?” dedim. "Evet yeğenim tanıdım seni. Sen, o bizim Selman’ın binada ki tuhafiyeci değil misin?" "Şükür" dedim içimden. Şimdi sorumu sormak daha kolay olacaktı. “Evet benim Tahir amca.” dedim. “Ben buraya kadar niye geldim biliyor musun? Belki şaşıracaksın ama sana bir şey soracağım. Hani sen bizim dükkana iğne almaya gelmiştin, ama benden almayıp sonra karşıdaki dükkandan almıştın. Söyle şimdi bana, sen o iğneyi niye benden almadın? O an Tahir amca yüzüme garip garip baktı. Belli ki sorum ona tuhaf gelmişti. Fakat ben sorumu ikinci kez ciddi bir şekilde yineleyince, bu sefer yüzünde derin bir tebessüm belirdi. Düşündü bir müddet. Sonra kafasını hafifçe sallamaya başladı. Belli ki o günü anımsamaya çalışıyordu. Sonra başını kaldırıp gözlerimin içine sevgiyle baktı. "Evlat" dedi. "O gün senden iğneyi niye almadım biliyor musun? Dükkanın çok güzeldi maşallah. Malın da çoktu. İğnelerinde tam nenenin istediği gibiydi. Ama ben bunu bulamadım be yeğenim", deyip bana imalı bir şekilde tebessüm etti. İlkin anlamadım. Ama bir kaç saniye sonra ne demek istediğini anladığımdaysa, bozulmuş ve yüzüm kızarmıştı. Ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım. Yani bana "Suratsızsın" demişti. Ve ya senin dükkanına bulamadığım şey "Güler yüz" demek istemişti. Orada bir kaç saat kaldım. Aslında o gün orada kalmam için çok ısrar ettiler, ama ben aradığımı bulmuştum artık.
Geri dönerken, kabul etmesem de, bir konuda ne kadar hatalı olduğumu kabullenmeye çalışıyordum. Dükkanı devir aldıktan sonra işlerin düşmesi boşa değildi demek ki. Demek o yüzden mal almaya gelenler babamı bulamayınca benden almıyorlardı, ya da bir kez alıp bir daha gelmiyorlardı. Çünkü babam güler yüzlü ve hoş sohbetti. Bense yüzü her daim asık, ve müşterilerle öyle hoş beş sohbet eden birisi değildim. Aslında sadece müşterilere karşı değil herkese karşı. İşte o an neler kaybettiğimi daha iyi anladım. Üniversiteyi bitirip diplomamı almış işin başına geçmiştim ama, işleri iyi biçimde yürütebilmenin asıl diplomasını Tahir amcanın o gülümseyen yüzü vermişti bana. Ve beni bu diplomaya götüren küçücük bir bir iğneydi.
O günden sonra anladım ki çevremizde karşılaştığımız bir çok küçük alamet, işaret bir çok sıkıntımızın anahtarı, bir çok derdimizin devası olabiliyormuş. Önemli olan işaretleri iyi okuyabilmekmiş. İnsan ancak etrafındaki küçük şifreleri doğru çözdüğünde gelecekteki mutlu ve huzurlu günleri yakalıyabiliyormuş..
YORUMLAR
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır demiş, atalarımız. Bu sözün doğruluğunu siz yazınızla tescil etmişsiniz zaten.
Günlük yaşantımızda beden dilinin çok önemi var. Sözle anlatamasak bile, somurtan yüzümüz, arkamızı dönüp, kişiyi dinlemememiz, bizi ele verir. Böyle olunca da, Tahir amcalar, güler yüz gördüğü yere gider.
Ders verici bir yazıydı tebrikler...
sevgiler...
Mustafa Sakarya
Çok teşekkürler yorumunuz için.
Çok önemli bir mesaj var yazıda. Ben de anadan doğma esnaf olduğum için, tam da içindeyim bu gerçeğin. Kesinlikle çok doğru. Başımdan geçen olaylar sonucunda, çok kötü olan ruh halimi yüzüme ve dolayısı ile müşterilerime yansıttığım günlerde, aynı kaçınılmaz sonuçlarla karşılaştım ben de. Esnafın çok güçlü olması gerekiyor. Zor da olsa, işlerini sürdürebilmesi için mecbur buna. Yoksa gerçekten yıkılıp gidiyor insan.
Mustafa Sakarya
Ne kadar önemli değil mi? Beden dili dediğimiz olay. İşte bu yüzden hiç sevmem kısa cep mesajı ile sohbeti. Ya da sorunu her türlü yazı ile çözmeyi. Yazdığınız bir kelime sizin sesiniz, nüansınız, mimikleriniz olmaksızın gider kişiye. Ve sizin çok iyi niyetle kullandığınız o kelime, tamamen ters algılanır, karşıdaki tarafından. Hatta belki siz gülüyordunuz o kelimeyi yazarken..
Hayatın her anı bir öğreti. Bitmek bilmeyen bir serüven. Mutluluk, huzur aynı sevgi gibi yansımadır. Karşımızdaki kişiyi eleştirmeden önce, kendimze döndürmeliyiz bakışlarımızı. " Ben ne yansıtıyorum? " diye sormalıyız kendimize...
Düşündüren, akıcı ve okunması gereken bir yazıydı...Saygılar.
Mustafa Sakarya
Güleryüz,tatlı söz her zaman iletişimin en etkin anahtarıdır bence.Yazınızı beğenerek okudum,hepimiz öyle değil miyiz?İki ayni işi yapan esnaftan ,her zaman tercihim, güler yüzlü olandan yanadır,saygılar.
Mustafa Sakarya
Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme
adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava
içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta
teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı,
yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her
öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş
bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu.
Aksam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her
zaman köşe basında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki. İki gündür boğazından
aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra,
bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak
tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek
yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin
soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha
kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar
sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle
bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra
bütün apartman halkı. Anneler, babalar dumandan boğulmak
üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan
bir TEBESSÜMSÜN sonucuydu. ALINTIDIR
bu benim severek okuduğum bir yazıydı. bilgasayarımın bir köşesinde sürekli durur
Yazınız bana hatırlattı tekrar
Hayata hep gülen gözlerle bakmanız umudu ile
güzeldi paylaşım kutluyorum
saygılarımla
Mustafa Sakarya
bunu öğrenmek çok uzun bir yola ,ama çok da uzun bir zamana ve kayba neden olmamış sanırım
zararın en kısa yolundan dönmüşsünüz.:))
güleryüzün açamıyacağı kapı yoktur.:)))))
hele hele esnafsanız.tabi ki bu tüm insan ilişkilerinde geçerlidir.
kısacık bir öykümü yazacağım size
ben bir mobilyanın bayisi idim eşimle beraber.satışda ben vardım.bir diş hekimi bayan geldi alış verişe.öyle asık suratlı öyle durgun ki.
bense hep gülerim.en üzgün anımda bile bulurum gülümsiyecek bir şey.neyse iyi bir diyolog kurduk.hatta arkadaş bile olduk desem yeri var.muyanehene açacaktı mobilya verdim.evine koltuk falan.
açılışa davet etti beni.gittim müşteri azlığından bahsetti.
şimdi dedim artık sen sırf doktor deil esnafsında.yok canımm dedi
evet dedim bak dene .eğer müşterilerine hastalarına senin deyiminle güler yüzlü davranırsan başka ,sen gibi davranırsan başka. aman abla nasıl ben gibi yani dedi
asık suratın gülüm .hiç gülmüyorsun kalbindeki ışığı yüzünde göremiyorlar.anca seni tanımaları gerek onada vakit yok.
günler geçti göremedim kendisini.ilk gördüğümde sarıldı bana .
abla çok işim var başımı kaşıyamıyorum.iyi ki seni tanımışım:)))
çok beğendim yazınızı .başarı ve mutluluk sizinle olsun
sevgimle:)))
yüreğinizi ,yüzünüzden yazınızdan okumak güzel
nertenn tarafından 2/3/2010 10:10:24 AM zamanında düzenlenmiştir.
Mustafa Sakarya
Ve iyi ki işin bu kısmını o doktora söylemişsiniz. Teşekkür ederim güzel yorumunuz için.