- 2679 Okunma
- 15 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşamak İstiyorum!
Mustafa, güçlükle uyuduğu uykusundan, acıyla kıvranarak uyandığında, kan ter içinde kalmış, çamaşırlarının ıslanmadık yeri kalmamıştı. İnleyerek başını karısına doğru çevirip baktığında, genç karısının beyaz bacakları, beline kadar sıyrılan pembe geceliğinin altından çıkmış, sere serpe yatıyordu. Bir kolu kocasının üzerindeydi. Mustafa, acıdan inleyerek karısını uyandırmaktan korktuğu için, derin derin nefes almaya başlamış, her nefesi ciğerine hançer gibi batmaya, derin acı duymaya başlamıştı.
Daha fazla çektiği acıya dayanamayarak, karısının kolunu üzerinden alıp, yavaşça çarşafın üzerine bırakmış, uyandırmamak için azami güç sarf etmişti. Öğle derin inliyordu ki:
-Ağrıların yine mi başladı? Ne geçmez bronşitmiş bu; anlamadım gitti. Sen bu doktoru değiştirsen iyi olacak Mustafa. Bir yılda bronşit geçmez mi Allah aşkına ya!
Mustafa acıdan konuşamıyor, sadece inliyordu. Duvarın yanındaki beşikte yatan, altı aylık oğluna bakınca, geçmişi film şeridi gibi gözünde canlanmıştı. İki kızından sonra çok istediği oğula kavuşmuş ve hiç bir adı oğluna münasip görmeyerek kendi adını oğluna vermişti.
Mustafa henüz yirmi sekiz yaşındaydı. Karısı Zeynep’le, ilkokul sıralarında anlaşmışlar, herkesin karşı çıkmasına aldırmayarak, on sekiz yaşına gelmeden, kaçarak evlenmişlerdi.
Mustafa, güçlükle karısına cevap vermeye çalıştı:
-Yarın tekrar gideceğim doktora. Bu defa film çekmesi için zorlayacağım. Çekmezse başka doktora gideceğim.
Zeynep yataktan kalkarak, kocasının ıslak çamaşırlarını değiştirmesine yardım edip, terden ıslanan yastığını ters yüz ederek tekrar kocasının yanına yatmıştı.
Kocası ise, yatakta uzunca bir süre inledikten sonra, sabaha karşı uykuya dalabilmişti. Sabah erkenden kalkarak, hafif bir kahvaltıdan sonra, ilaç torbasını eline alıp, şehre giden dolmuşa yetişmek için aceleyle evden çıkmıştı.
Hastaneye gelince, kalabalıkların arasında sıraya girip muayene fişini alınca, doktor odasının kapısında, sıranın kendisine gelmesini beklemeye başlamıştı. O kadar yorgun ve bitkindi ki, ancak duvara yaslanarak ayakta durabiliyordu. İçerden, ‘kırk beş numara gelsin’ deyince, doktorun odasına girip, derdini anlatmaya başlamıştı.
-Doktor Bey, bu ilaçlar bana iyi gelmedi. Günden güne kötüleşiyorum. Ben film çe….
Çektirmek istiyorum diyecekti ki, doktor sözünü bitirmesine izin vermemişti:
-Ne filmi? İlerlemiş bronşit! Başka bir şeyin yok! Ben şimdi senin ilaçlarını değiştiririm, bir şeyin kalmaz!
Diyerek, önündeki mavi kalemlikten bir kalem alıp, reçeteyi yazmaya başlamıştı ki:
-Ben ilaç istemiyorum. Bu defa film çektirmek istiyorum doktor bey.
Doktor elindeki kalemi hızla masaya çarparak, karşısındaki, bir deri, bir kemik kalmış, gözleri iyice çukurlaşıp feri sönmüş adama, öfkeyle:
-Tamam! Her önüme gelene film çektireyim! Nerede bu yoğurdun bolluğu ha! Al şu kağıdı, röntgen odasına git, akciğer filmi çektir ! Bir şey çıkacağından da değil ya…
Elinde kağıtla film odasına giren adama, görevli:
-Soyun! Üzerinde metal bir şey kalmasın. Hazır olunca şu masaya yat.
Adam titreyerek soyunmuş, güçlükle masanın üzerine çıkmıştı. Titremekten, masada tam olarak duramıyordu. Röntgen görevlisi, görevini yapmakta oldukça zorlanmıştı.
Öğlenden sonra çıkan filmi alıp, tekrar doktor odasına gittiğinde, doktor filmi ışığa tutup dikkatlice incelemeye başlamıştı. Gördüğü manzara karşısında bir an irkilse de, çabuk toparlanıp, o sert tavrını hemen takınmıştı. Adamın yüzüne bakıp:
-Bak Mustafa, bu filme göre, sende ciğer falan kalmamış. Birkaç ay ancak yaşarsın. İlaç falan içip kendini zora sokma. Hastane hastanede dolaşıp vakit öldürme. Git evine. Çocuklarının yanında geçir son günlerini. Öleceksen evinde öl yani…
Mustafa biran irkilip ne diyeceğini şaşırmıştı. Birkaç aylık bir ömre ne sığardı ki… Daha fazla titremeye başlamıştı. Sonra kendine gelip:
-Hani bronşit diyordun ya! Nasıl bronşit bu böyle?
-Ne bronşiti adam! Ben de insanım, yanılamaz, hata yapamaz mıyım? Sen kanser olmuşsun dedim kibarca, anlamıyor musun sen! Artık tedavi için çok geç. Dışarıya çıkar mısın! Sırada bekleyen hastalar var!
Mustafa üzgün… Bitkin. Olduğu yere yığılmamak için, duvara tutunarak dışarıya çıkmıştı. Doktor arkasından bağırıyordu:
-Size sigara içmeyin diyoruz. Kaz kafalı herifler! İşte böyle kanser olursunuz! İçmeyeydiniz!
Durağa kadar üç dört yerde dinlenmiş, beş dakikalık yolu yarım saatte ancak gelebilmişti. Eve geldiğinde, karısı doktorun ne dediğini merak etmiş, hemen soru yağmuruna tutmuştu Mustafa’yı:
-Doktor ne dedi Mustafa?
-…………….
-Doktor ne dedi Mustafa! Susma be adam! Çatlatma beni!
Mustafa, biraz sustu. Yutkundu. Önüne bakarak:
-Ben kanser olmuşum.
Karısı bir çığlık kopardı. Öğle çok bağırmıştı ki, komşuları duyup gelmişlerdi. Komşularda, Mustafa’nın kanser olup, birkaç ay ömrü kaldığını öğrenince, kendilerince çareler üretmeye başlamışlardı. Komşusu, Ahmet Efendi:
-Bak ne deyeceğim Mustafa, sen neden hep aynı doktora gidiyorsun? Hastanede, branşında uzman bir kadın doktor var. Ona gitsene bir kez de. Çok iyi bir doktor diyorlar. Kaç kişiyi iyileştirmiş. Yarın ben seni alıp, O’na götüreceğim. Sen hiç üzülme komşu. İyi olacaksın Allah’ın izniyle.
Ertesi gün Mustafa, Ahmet’le birlikte tekrar hastaneye gidip, Doktor Yeşim Hanım’a fiş alarak, muayene olmak için girdiklerinde Doktor:
-Buyurun, neyiniz var?
Mustafa elindeki röntgen filmi Doktora uzatıp:
-Yaşamak istiyorum Doktor! Yaşamak!
Röntgen filmini iyice inceleyen Doktor, Mustafa’ya:
-Neden daha önce gelmedin Mustafa?
-Bir yıldır her ay geliyorum. Bana bronşit demişti Ali Bey. Bu filmi çekincede, birkaç aylık ömrün kalmış, öleceksin. Git evinde öl dedi.
Doktor Yeşim duyduklarına inanamadı, ama yinede ‘ondan her şey beklenir’ diye düşünmeden edemedi:
-Allah’tan ümit kesilmez. Ben seni hastaneye yatıracağım. İnşallah iyi olursun Mustafa. Moralini bozma sen.
-İnşallah Doktor Hanım. Küçük oğlum altı aylık, bana ihtiyacı var.
Mustafa ağlamaklı olmuş, konuşamıyordu. Yeşim Hanım uzun zamandır akciğer kanseri üzerinde araştırma yapıyordu. Artık araştırmasının sonuna doğru gelmişti. İçinden ‘inşallah sana yetiştirebilirim Mustafa. İnşallah çok geç kalmamışızdır’ dedi.
Yeşim Hanım eve geldiğinde, bebeğinin bakıcısı O’nu kapıda karşılamıştı. Altı aylık bebeği vardı. Kocasıyla anlaşarak evlenmişler, beş yıl çocuk yapmamışlardı. Yeşim, başladığı araştırmayı bitirmek istiyordu. Bu araştırması için, çalıştığı hastaneye şart koşmuştu. Kendisine destek verirlerse,’ hastanede çalışmayı kabul ederim.’ Demişti ve istediği desteği aldıktan sonra işi kabul etmişti. Bebeğiyle biraz ilgilendikten sonra, tekrar hastaneye gidip, gece geç saatlere kadar orada çalışıyordu.
Çalışmaları son aşamasına gelmişti. Kocasının çocuk yapma ısrarlarına dayanamayıp, çocuk yapmaya karar vermişti, ama bebeğine dört aylık hamileyken, kocasını bir trafik kazasında kaybetmişti. Bebeğini yalnız büyütüyordu. Bıraktığı çalışmasına, son zamanlarda tekrar hız vermişti.
Bu gün Mustafa’yı görünce, çalışmasına ara verdiği için kendine çok kızmıştı. ‘Birkaç çocuk daha yetim kalacak’ diye iç geçirmiş, ama bu düşünceleri hemen aklından kovmuş, laboratuara koşup deli gibi çalışmaya başlamıştı. Denek fareler, ağır ağır iyileşme belirtisi göstermeye başlamışlardı. Saatine baktığında, gecenin ikisi olmuştu. Yorgun ve bitkin bir şekilde Mustafa’yı düşünerek uyumaya çalışmış, Mustafa’nın sözleri kulaklarında çınlıyordu. ‘ Yaşamak istiyorum! Yaşamak istiyorum!’ ‘Yaşayacaksın Mustafa’ diyerek, yaptığı çalışmanın son aşamada olduğunu, işe yaraması için dua ediyordu.
İki gün sonra Mustafa hastanede iyice fenalaşmış, gece hastaneden kaçmak için sık sık yatağından kalkmaya çalışmıştı. Durmadan bağırıyor, yatağından kalkıp kapıya can havliyle koşuyordu:
-Bırakın beni! Ben evime gitmek istiyorum! Bırakın beniiiiii!
Yatakta tutmakta zorlanan görevliler, durumu nöbetçi doktora bildirdiklerinde, yatağa bağlayın’ demişti.
Yeşim Hanım, son çalışmalarını yapmış, deneklerini tekrar gözden geçirdiğinde, tamamen iyileştiklerini görüp hayretle çığlık atmıştı: ‘Başardım! Mustafa başardım!’
Heyecanla Mustafa’nın odasına koştuğunda, Mustafa yatağa bağlı, son nefesini veriyordu. Elinde ilaçla öğlece kalakalmıştı Yeşim Hanım. Gözünden akan yaşlar Mustafa’nın yüzüne
Yağmur gibi düşüyordu.
Hasta bakıcı Ali Bey’e, Yeşim Hanım’ın geldiğini, Mustafa’nın yanında olduğunu, söyleyince, O’da Mustafa’nın odasına giderek, Yeşim Hanım’a:
-Kurtuldu mu hastan? Yatak israfı… Sana ölecek dedik!
Öfkeyle Ali Bey’e bakan Yeşim Hanım:
-Defol! Allah’ın belâsııııı!
Doktor Ali, hiç istifini bozmadan, geldiği gibi odadan çıkıp gitmişti.
Emine /27/01/2010
YORUMLAR
Dünyada spor, siyaset, ticaret, sanat, hukuk, tıp, eğitim, askeriye, tv vs gibi cemiyet, dernek, takım, kurum ve kuruluşların branşlarında dünya liderliği yaptığı ülkelerin başında Amerika gelir desek sanırım istisnalar dışında haksız sayılmayız.
Bu gün dünya insanlarını incelediğimizde, aradaki saat farkını dikkate almadan gecenin köründe NBA liginden bir basket maçını yatak odasında helaliyle yapacağı erotik bir maça tercih eden birçok erkeğe şahit olursunuz. Bu tercihin rengi şartlara göre basketten *oksa döner. Bir bakarsınız hoca yanık, yanık sabah ezanını okurken bazı pörtlemiş gözler ağır sıklet unvan maçında, kulaklar gongun sesindedir şuursuzca.
Veya aynı saatlerde “Bired Pit”, “Leonardo Di Kapriyo” hayranı bir “bağyan” Namık Kemal’e inat hayaller içinde “Oskar” törenini seyrederken “Entivi” de, o saatlerde reflü’sünü azdıracağı gerçeğinden habersiz bir yandan da çekirdek çitlemektedir.
Hakkını yemeyelim “sen neymişsin be abi” methiyesini hak edecek envai çeşit malzeme ile dolu olan Amerika “nerde çokluk orda *okluk” atasözünün ana fikrine nail olmuşçasına çuvaldızı kendine batırmaktan da geri kalmaz. Kendi eleştirisini insafsızca, acımasızca yine kendisi yapar. Sinemacısıyla, gazetecisiyle, aydınıyla, önce araştırır, sonra yargılar, hükmünü verir ve çıkarır ipliğini pazara.
Şöyle bir hafızamızı yoklasak bir sürü Amerikan filminde ya bir general, senaryo gereği bir silah kaçakçısıdır, ya bir senatör eroin kaçakçısıdır, ya da bir doktor organ mafyasının eli kanlı bir üyesidir. Bakmışsın profesörün birisi dünyayı imha etmek için kimyasal üreten bir sapıktır. Fakat ne Amerikan ordusundan, ne senatosundan nede üniversitelerden bir ses yükselir bizi “potansiyel kötü” gösteriyorsunuz, adımızı lekeliyorsunuz diye. Bizde ise böyle durumlarda hemen tepkiler yükselir, protesto için “siyah çelenk” bırakma eylemleri falan.
Konunuz ile ilgili olduğu için oradan örnek veriyorum, ama görüyoruz insanlar organları için kaçırılıyor. Bu gibi durumlarda ameliyatları "mahalle kasabı " yapmıyordur herhalde. Acaba o doktor mezuniyetinde “Hipokrat yemini” ederken tek ayağını havaya mı kaldırmıştır. Olur ya birileri vicdanını rahatlatmak için, ileride “nolur nolmaz” diyerek, “ant” yerine “kant” mı içmiştir.
Bence bu aslında suçluluk duygusunun dışa vurum undan başka bir şey değildir. Allahtan burada siz birde iyi örnek vererek zevahiri kurtarmışsınız.
Hasbelkader bizde bir nevi müşteri sıfatı ile çok şükür yazınızdaki kadar ağır olmasa da çeşitli marazi vesilelerle endirekt olarak tıp sektörünün içindeyiz, bir şekilde tüm sağlıklı vatandaşlar gibi. Profesöründen, doçentine, operatöründen asistanına, hademesinden hemşiresine bütün kategorideki çalışanları ile bire bir temaslarım oldu mecburiyetten. Tüm bu personel içindeki hiyerarşide, makam ve mevki yükseldikçe, gözlerdeki merhametin, gönüllerdeki vicdanın renginin nasıl insafsızca "dolar yeşili" ne dönüştüğüne defalarca şahit oldum. İstisna şahıslar müstesna.
Tebrikler, saygılar, selamlar
Ne iş yaparsak yapalım önemli olan o işe gönül vermemiz,çok sevmemiz gerekir.türlü bahanelerle,yok parası az,yok işi çok yoğun gibi sözlerin arkasına sığınmadan hakkını vererek...illaki o işi yapmak zorunda değilsin,sevmiyorsan yapma..heleki doktorluk,öğretmenlik gibi yüreğini koyman gereken mesleklerse kaç uzaklaş.yüreği olmayanların yapacağı işler değildir bu meslekler..
kalemine sağlık ,memleket gerçeklerini hüzünle okudum..
Emine UYSAL (EMİNE45)
Ben de derim hep, ne iş yaparsak yapalım en iyisini yapalım. Çöpçülükte bir iş, bekçilikte bir iş, doktorlukta bir iştir. Bu işi sevmiyorsan, bırak sevenler yapsın, demi ya.
Sevgiler...
Maalesef olmaması gereken bir duyarsızlık örneği. Sağlık konusunda daha çok dikkat edilmeli. Sonuçta bir insan hayatı sözkonusu. Bir evrak yanlış yapıldığında yenisi düzenlenebilir fakat insan üzerinde yapılan hatalar yerine gelemiyor. Acıklı ve dokunaklı bir hikayeydi ve gerçeklerle doluydu. Teşekkürler canım benim. Sevgilerimle :)
Emine UYSAL (EMİNE45)
Sevgiler....
sevgili arkadaşım, hemşerim öylesine dokunaklı yazmışsın ki okurken gözümden iki damla yaş geldi. mustafa nın yaşadığı olayları maalesef güzel ülkemde on binlerce insanımız aynı kaderi paylaşıyor ve zorunlu bırakılıyorlar. neden derseniz şimdiye kadar hükümetlerimiz bu tür araştırmalara maddi ve manevi destek vermedi... her gelen hükümet kendi çevresi ve cebini düşündü, son on yıldır daha fazlada olabilir, hastane, sağlık ocağı, laboratuvar vs vs açılışı yapıldığını duydunuzmu.? buradaki en büyük hatayı yapan doktor ali bey değil, ali beyin başına günlük en az iki yüz hasta veren hükümetler.. dünyanın nüfusu her geçen gün artıyor ama ileriye dönük sağlık konusunda hiç bir yatırım ve adım atılmıyor, burada en büyük beceriksizlik hükümetin çünkü elinde ki işe yarar doktorlarıda özel hastanelere kaptırınca sonuç ortada. mustafa beyin sosyal güvencesini ve ekonomik durumunu belirtmediğiniz için, rahmetli hakkında her hangi bir görüş belirtemeyeceğim ama insanlarımız yasasın, yaşatalım. ünüversiteyi bitiren gençlerimizi işsiz bırakacağımıza, hangi bıranş olursa olsun onları araştırmaya yöneltmeliyiz yoksa bu ülkede nice mustafalar pisi pisine can verirler bahsettiğiniz gibi. duyarlı yüreğine sağlık, sevgi ve saygılar sunarım.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Selam ve sevgiler...
He meslekte böyle tipler var..
Hele ülkemizde sağlık sorunu bir başka dert..
Öykü hüzünlü..Kutlarım paylaşım için..sevgi ve saygılar dost
Emine UYSAL (EMİNE45)
Sevgi ve saygılar...
işde ne doktorlarda var kimi insan sever kimide canimi diyim bir söz bulamıyom açıkcası
inanki duygulandım güzel bir anlatımdı yüreğine sağlık sevgiler.....
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgiler...
Onsekiz yaşında başladım sigortalı çalışmaya. Canım hiç de kıymetli değildir. Mecbur kalmadıkça gitmedim doktora. Otuz yaşına vardığımda, ya ikinci ya da üçüncü muayenemdi. Antenle uğraşırken çatıdan düşmüştüm. kartal SSK hastahanesindeki doktor, iç knama şüphesiyle Göztepe SSK'ya sevketti. Yüzüme bile bakmayan doktor, anlattıklarımın bittiğini anlayınca ; '' Kaç metreydi düştüğün yer ?'' diye sordu. Bir gecekondunun çatısından düştüğümü, olsa olsa iki üç metre olduğunu söyleyince ; '' Git kardeşim, bir şeyin yok senin. Bir daha da otuz metreden düşmeden gelme buraya '' dedi. Sanırım inanmadınız. Başhekim de inanmamıştı. '' Açın telefonu sorun. Koskoca doktor, ben öyle bir şey demedim diyorsa, söyleyecek sözüm yok, deyince doğru olduğunu anlayıp fırçayı atmıştı ona. Ne yazık ki, her mesleğin olduğu gibi doktorluk mesleğinin de çürükleri mutlaka oluyor.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Paylaşım ve yorumunuz değerli sevgiler...
Maalesef günümüzde her iki doktordanda var
Yeşim hanım gibi meleklerde
Ali bey gibi cellatlarda
her ikiside pirokrat yemini etmiş doktorlar....
Bu yazı yaşanmış bir olaymıydı yoksa Emine hanımın yazılarında bir gerçek pay her zaman vardır
Yazı baştan sona harikulade işlenmiş bir öykü
cümleler bir birlerini tamamlamış geçişler çok titizlıkle işlenmiş
okununca su gibi akıp giden bir öykü
Yazarı kutlarım eline sağlık
gerek romanına gerekse değişik konuları işleyen öyküleri yazmaya başladığında ileride çok başarılı olacağını kensisine söylemiştim bence haklıyım yazar olma yolunda çok iyi adımlar atmış atmayada devam ediyor
ileriki günlerde kitaplarınıda göreceğimizden eminim
Başarılar Emine hanım.
saygımla
Emine UYSAL (EMİNE45)
Yorumunuz değerliydi...
Sevgiler...
kurgu ve anlatımdaki ustalığınız takdire şayan.....başladınmı ........hemen sonuç..... harikasın kardeşim....saygılar....
Emine UYSAL (EMİNE45)
Sevgilerimle...
offff offff...
ve ülkemin gerçeği bunlar...
birebir şahit olduğum bir olayı tekrardan
yaşadım...bu gün git yarin gelci bir doktor yüzünden
göz tansiyonu olan bir yakınım mallesef görme yetisini neredeyse
tamama yakın kaybetti...ve allah razı olsun başka bir doktor
durumu farketti.......
ço k güzel bir anlatımdı. kendimi kaptırdım yazıya içinde kaybolup gittim
ve mustafanın ölümü yordu beni inanın...
yüreğiniz dert görmesin sayın yazarım... çok beğendim
Emine UYSAL (EMİNE45)
Teşekkürler... sevgiler...
Çok güzel bir hayat hikayesi...Yaşam ve ölüm ve KANSER...Maalesef aynı mesleği yapan iki ayrı doktoru çok güzel sergilemişsiniz.Doktor Ali'nin geç teşhisi ile,insana veremediği değeri dile getirmişsiniz.Maalesef ülkemizde insana verilen değer bu kadar ama benim değinmek istediğim bir nokta var...Doktor Yeşim hanım ve kocası...Yazıdan anladığım kadarı ile Yeşim Hanımda kocasını genç yaşta trafik kazasında kaybetmiş...ECEL...Kimini kzada yakalıyor,kimini hastalıkta,kimini depremde,selde, yangında...1999 depremini yaşamış biri olarak,depremden sağ çıkıp sevinen ama 1 ay sonra kazada vefat eden birçok insana tanık oldum...Sakın sözlerim yanlış anlaşılmasın.Doktor Ali'nin yaptığı insanlığa sığmayan bir durum...Ama ECEL in nasıl ve ne zaman geleceğini bilemiyoruz...Hasta yatağında hasta duruken,sağlam abisi küt diye düşüp vefat edebiliyor...Çok uzattım:)) Sevgilerimle.Sevgi
Emine UYSAL (EMİNE45)
Size de büyük geçmiş olsun. Ben o 1999 yılını hiç sevmiyorum. Belki sen canlarını depremde kaybettin ama; ben çok farklı ve acı şekilde deprem olmadan kaybettim. Deprem ise, apayrı bir acıydı. Yüreklerimizi çok yaktı.
Yorumunuz için çok teşekkürler.
sevgilerimle...
ikiside doktor
birinin Allah be......diyeceğim bana yakışmaz
iyi ki, mesleğine aşık insan seven doktorlarımız var
kutlarım can yüreklim
harika bir anlatımdı yine
selam ve sevgilerimle
Emine UYSAL (EMİNE45)
Sevgilerimle...
Mesleğine aşık ve titiz olanla olmayan arasındaki farkı bu öykünüzle çok güzel ortaya koymuşsunuz...Tebrikler...Saygılarımla...
Emine UYSAL (EMİNE45)
Sevgilerimle...