- 839 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 9
Sabahleyin gözlerimi açtığım yeri tanıyamadım bir an. Şaşırdım ; nerede olduğumu hatırlamaya çalıştım. Hatırladığımda ise, tekrar uyumak ve bunun bir düş olduğuna inanmak istedim. Ne yazık ki gerçekti bu. Babamın sefalet yuvası kahvesinde ve annemden, ablamdan ayrıydım.
Sonra bir ıslaklık hissettim kendimde ; işemiştim. Çok utandım bir an. Ne yapacağımı şaşırdım. Biraz sonra babam geldi yatağımın başına.
- Hadi bakalım kalk, sabah oldu !
-Tamam kalkıyorum, dedim ama nasıl kalkacaktım ? Üstüm ıslanmıştı, yatak ıslanmıştı..
Biraz sonra halâ kalkmadığımı gören babam, yanıma gelip bir çırpıda aldı yorganı üstümden. O anda gördüklerine çok kızdı. Ben çok utandım ve onun öfkesinden de korktum. Elimle ıslak yerlerimi kapamaya çalıştım.
- Tuu, Allah kahretsin ! Annen mi tembihledi lân ?
Beni en çok bu söz yaraladı . Güya annem bana tembih edesiymiş, ’ Git babanın yatağına işe!’ diye. Söylene söylene beni yerimden kaldırıp soydu. Çantamı karıştırıp çamaşır buldu. Vücudumu öylesine bir silip, yeniden giydirdi. Yorgan, çarşaf ve yatağımızı, kahvenin arka tarafına, ahırın önüne , kuruması için serdik.
Yüzümü ocaklıkta yıkadıktan sonra, köy tuvaletine gidip geldim. Babam bana elli kuruş uzatıp dükkândan bisküi almamı söyledi. Kahvenin içindeki kapıdan dükkâna girdim.
- Hoş geldin Küçük İncirli diye karşıladı beni İbram ağa. Kısa boylu ,göbekli, sevimsiz bir adamdı o. Hiç bir zaman sevememiştim. Zaten başkaları da sevmezdi.
- Bisküi alacağım, dedim. Teneke kutulardaki açık bisküileri gösterip,
- Hangisinden istiyon ? diye sordu. Şöyle bir bakındım. Gözüm kremalı olanlara gitmişti. Ama onların pahalı oldukları aklımda kaldığından, diğer, dört köşe ve sade olanları gösterdim.
Gazete kâğıdına sarılı bisküileri alıp kahveye döndüm. Babam iki çay getirip, ocaklığın yanındaki masaya, benim yanıma oturdu. Benim çayım yine, açık, ılık ve üç şekerli idi. Paşa çayı deniyordu böylesine. Sonra bir çay daha içtim ve kahvaltımı yapmış oldum.
Günlerden pazardı. Sonbaharın son günleri. Hava oldukça güzeldi o gün. Kahvemizin kapılarından biri açıktı. İkinci kapı bahçeye doğru açılırdı. Pencereler yeşil boyalı, eski ve ahşaptı. İki taraf tamamen pencere idi. Bahçeye çıktım o gün. Bir tekir kedi yanaştı yanıma. Sanki bana hoş geldin der gibiydi. Sevmemi istedi kendini. Okşadım ; çok hoşuna gitti. Biraz sonra babam, elinde ekmek parçasıyla geldi.
- Al bakalım, besle Tekir’i ! Ekmek parçasını ufaltarak verdim Tekir’e. Yemeye başladı. Öylesine mutlu oldum ki onu beslemekten. Bir anda gözlerim boşalacak gibi oldu. Yanımdan hiç ayrılmadı Tekir. Babam, hayvanları çok sevdiğimi anlamış olacak ki ; birazdan yine bir ekmek parçası ile geldi yanıma.
- Karabaş, Karabaş, nah ! diye bağırmaya başladı. Az sonra yanımıza alaca renkli, küçücük, sevimli bir köpek koşarak geldi. Kuyruğunu öyle bir sallıyordu ki, mutluluğunu haykırmak ister gibiydi.
- Hadi bakalım ; Karabaş’ı da besle, deyip elindeki ekmeği bana verdi babam. Küçük parçalar halinde uzattım ekmeği ona. Aman Allah’ım, ne büyük mutluluk bu ! Bir hayvan beslemek ne kadar güzel bir şey. Nasıl da iştahla yiyor, kuru ekmeği ? Elimdeki ekmek bittikten sonra, Karabaş da yanımdan ayrılmak istemedi. Tekir ile birlikte, benim arkadaşlarım olmuşlardı bir anda. Onlarla birlikte bahçeyi gezdik. Güllerin, zambakların, kasımpatı ve sardunyaların olduğu çiçekliğimiz çok bakımsızdı aslında. Fakat kasımpatları açmışlardı sarı sarı. Sardunyalar da halâ canlıydılar. Kara çınar ağacı çok yüksekti. Camiinin minaresi kadar vardı yüksekliği. Gövdesini iki üç kişi ancak kucaklayabilirdi. Su kuyusu beş altı metre kadar ancak derindi. Kuyunun başındaki yeşil çınar ağacı çok güzeldi. Akasyalar dökmüşlerdi yapraklarını.
Karabaş kahvenin ahır tarafında pineklemeye başlarken Tekir, benimle birlikte girdi kahveye. Babam itiraz etmedi. Bir peykenin üzerinde uykuya daldı bir güzel. Ben yine çalışmaya başladım. Boş bardakları topladım, isteyenlere su verdim, ısmarlayanlara sigara-kibrit aldım. Çay onbeş kuruştu. Kahve ve gazoz yirmibeş kuruş. Meyvalı gazoz otuz kuruş. Nil gazozu satıyorduk o zaman. Şimdiki meşhur markalar falan yoktu. Babamın köylü sigarası elli kuruş. Sigaraların hepsi filitresiz. Kırmızı paketli Köylü, gariban sigarası. Daha da garibanlar için yeşil paketli Üçüncü de var. Az orta halliler ve gençler Birinci içiyor. Biraz daha ötesi Bafra. Yassı paketli Gelincik ve Yenice biraz daha ekabirlerin sigaraları. En ekabir olanınki de Kulüp.
Biraz daha erken geldi uykum o akşam. Tavlayı kendim aldım başımın altına koymak için. Koyun postundan yapılma pöstekeyi altıma serdim. Babamın eski kumaş paltosunu da üzerime örtüp, uyumaya çalıştım köşedeki peykenin üstünde. Tekir de gelip üzerime pinekledi. Gurul gurul ses çıkartıyor beni ısıtıyordu. Kahvedeki gürültüyü ve sigara dumanını yok saymaya çalışıp uyudum.
Bir ara babamın seslendiğini duydum. Ocaklıktaki güğümün suyu ile bana banyo suyu hazırlamış. Soyunmamı istedi. Soyunup tahta sandalyenin üzerine oturdum. Bir güzel yıkadı beni . Bir gün önce işemiştim ve ertesi gün de okula başlayacaktım. Kirlenmiştim ve temizlenmem gerekiyordu. Biraz üşüdüm ama sağlık olsun. Temizlendim, rahatladım ve o gece daha huzurlu, derin bir uyku çektim.
Rüyamda yine annemi, ablamı gördüm. Fakat yüzleri gülüyordu. Ben de artık yalvarmıyordum, beni kurtarmaları için.
Yeni hayatım buydu ve ben de bunu kabullenmiş ve yaşamaya karar vermiştim.
(Devam edecek)
Fikret TEZAL
YORUMLAR
"Babamın köylü sigarası elli kuruş. Sigaraların hepsi filitresiz. Kırmızı paketli Köylü, gariban sigarası. Daha da garibanlar için yeşil paketli Üçüncü de var. Az orta halliler ve gençler Birinci içiyor. Biraz daha ötesi Bafra. Yassı paketli Gelincik ve Yenice biraz daha ekabirlerin sigaraları. En ekabir olanınki de Kulüp."
Birinci,Bafra,Gelincik,Yenice ve Kulüp.İyi hatırlıyorum.
"Köylü ve Üçüncü" sigaralarına yetişememişim demek.
Rahmetli dedemin bakkalı vardı.Dizildikleri raflarda çok çekiciydiler.
İlk içtiğim sigaralar,dedemden aşırdıklarımdı.
(7 Aydır içmiyorum.)
Dedeminde hep vardı kedileri.
"Pisi,pisi" değil de, "mats,mats" diye çağırırdı.
Türkçede "ts" sesi olmadığından komşu çocukları hem söyleyemez,hem de "ne diyor?" diye sorarlardı.
Kestirmeden:
-Kedinin adı "Maks",onu çağırıyor derdim.Çocuk aklımla.
Eskiyi özlemek,neye yorulur bilmem .Sürükledi,"Müebbetlik Hayat" ınız.