- 644 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 6
Ben bir buçuk yaşında ancak varmışım , ablam da üç yaşında ; annem- babam ayrıldığında, daha doğrusu, babam evden kovulduğunda..
Yedi yaşıma gelinceye kadar Tepeören’de olduğumuzu biliyorum. Çok yoksulluk çektiğimiz de geliyor gözlerimin önüne. Ağa kızı Sadriye ablanın çocuklarıyla arkadaş olduğumuz da aklımda. İki kızı, iki de oğlu olmuştu. Özellikle kızları ablamlarla iyi arkadaştılar.
Köylü kadınların bir kısmı Esat Aslan’ın bahçesinde yevmiye ile çalışıyor, bazıları da Pendik civarına süt, yoğurt ve yumurta satmaya gidiyorlardı. Herhalde Kara Hüseyin ağanın yanında çalışanlar da vardı. Annemin, Esat Aslan’ın bahçesinde yevmiye ile çalıştığını hatırlıyorum. Hatta o bahçenin içindeki kocaman havuz bile gözlerimin önünde. Bir çift at, havuzun etrafında dönerek, takılı oldukları düzenek sayesinde havuzdan su çekiyorlar ve bu su ile bahçe sulanıyordu.
Ufak da olsa kendi bahçemizin olduğunu da hatırlıyorum. Bir gün Nermin ablamın kurbağa yutan bir yılanı görüp feryat ettiği ve kaçmayıp, çapa ile yılanı kovalayarak, kurbağayı kurtarmaya çalıştığı da hatırımda. Ağbim galiba Pendik’e ortaokula gitmeye başlamıştı. Bir akşam sofrada, cebindeki şişliğin sebebini soran anneme, cebinden çıkarttığı küçük plâstik topu bana aldığını söyleyip, kötü bir dayak yediğini de unutamıyor, hatırladığımda üzülüyorum.
Elektriğin ve şebeke suyunun olmadığı köyde, ulaşım aracı olarak kasalı kamyonlar kullanılıyordu. Ağbim okula, kadınlar da yoğurt satmaya bu kamyonlarla gidiyorlardı. O da sabah ve akşam sadece.
Köyün ortasındaki, Hüseyin ağanın damadına ait kahvenin bahçesinde İmam Hasan amca berberlik yapardı. Babam ona tembihlemişti, benim istediğimde traş olmam için. Ben de bedava traş diye, her aklıma geldiğinde giderdim İmam Hasan amcaya. İmam lâkabı babasından geliyormuş. Babası gerçekten imammış onun. Onu da hatırladım ; İmam Ali amca..
Annemin bir de üvey kardeşi Mustafa dayı vardı köyde. Arnavut Mustafa derlerdi ona. Yaşlı, göbekli ve sevecen biri idi. Çoğu zaman kahvede olurdu. Onu her gördüğümde hemen yanına koşar elini öperdim. O da hemen hemen her defasında, elini cebine atıp, bana harçlık verirdi. Koşardım kahvenin bitişiğindeki bakkala. Kahve de bakkal da, Hüseyin ağanın damadına aitti. Mustafa dayımın oğlu Musa ağbim vardı. Beni öz ağbim gibi sever ve kollardı. Bir Ramazan günü, ben altı yaşındayım ve inatla oruca niyetleniyorum. Köyün ikinci bakkalı Muharrem amcanın dükkanı önünde Musa ağbim yediği bisküilerden bana da ikram ediyor. Ben orucumu unutup yiyorum bisküidi. Aklıma geldiğinde kıyameti koparıp ağlayarak gidiyorum eve. Annem zor ikana etmişti beni orucumun bozulmadığına.
Büyük ablam köydeki isteklisiyle evlenmiş. Nermin ablam Kartal Soğanlık’a gelin gitmiş. Hiç biriyle ilgili en ufak bir anım yok ; neden ? Kimselere soramadım ve de çözemedim de ! Büyük ablam daha sonra kocasıyla beraber emekli oluncaya kadar çalışacağı Almanya’ya gitmiş. Ne zaman hangi yılda gittiğini bilmiyorum.
Mukaddes ablam okula başladığında, ben de tutturdum okula gideceğim diye. Tek öğretmen olan Hüsnü bey anlayış gösterip razı oldu kayıtsız da olsa okula gitmeme. O günlerde okumaya merak sardığımı, hatta çok kişiden önce okumayı söktüğümü hatırlıyorum.
Doğrusunu isterseniz, annem ya da ağbim ve ablalarım tarafından sevilen bir çocuktum . Horlandığımı, dayak yediğimi hiç hatırlamıyorum.
Okula kayıtlı gitmeye başladığım senenin, eğitim yılının yarısıydı. Sebebini bilmediğim bir şekilde Pendik’e taşındık. Annem, Feridun ağbim, Mukaddes ablam ve ben.. Pendik Dörtyol’un alt tarafında bir gecekondu. Hacı Mehmet Ali amcaya ait.
En yakın okul Süreyya Paşa ilkokulu. Bana sınıf bulmakta zorlanıyor okul idaresi. Bütün sınıflar doluymuş. Annem ısrarla benim çok akıllı olduğumu, mutlaka biraz görmelerini istiyor. Uzatılan alfabeyi çatır çatır okuduğumu gören öğretmenler, bu defa paylaşamıyorlar beni. Sarışın, orta boylu, kırk yaşlarında Saadet öğretmenin sınıfına alınıyorum.
Orta sıralardan birine oturtuldum. Yanımda çok yaramaz bir erkek öğrenci. İkide bir çimiriyor, dürtüklüyor beni. Öğretmen de beni azarlıyor. Derdimi anlatamıyorum.
Başarısız, zorla sınıf geçtiğim bir eğitim yılı geçirdim. Ablam benden daha başarılı. Demek ki o benden şanslıydı. Aklıma gelmişken söyleyeyim , ablam aklımız ermeye başladığı günlerde, beni fena halde kıskanmaya başlamıştı. Ben küçük olduğum için, sevildiğimi kıskanırdı.
Annem Pendik’te ne iş yaptı hatırlamıyorum. Herhalde temizliğe falan gitmiştir. Ağbimin okul saatleri dışında ve tatilde bir manav dükkanında çalıştığını biliyorum.
Tatil olunca sıra bana gelmişti. Pendik’te o zamanlar pazar günleri pazar kurulurdu. Şimdiki çarşı camiinin sadece temel betonu atılmıştı. Avluda bir çeşme vardı. Çocuklar suyunun Yakacık’tan geldiği söylenen bu çeşmeden plastik sürahilerine doldurdukları suları, yine plastik bardaklarla pazarda satarlardı.
İşte ben de sucu olmuştum Pendik pazarında.
- Buz gibi Yakacık suyundan içen ! Bardağı beş kuruş..diye bağırıp dolaşırdım pazarın içinde. Becerebiliyordum, sevmiştim işimi.
Henüz yedi yaşındaydım ve su satarak iki buçuk üç lira para kazanıp anneme veriyordum. Seviniyor ve beni seviyordu. Büyük mutluluktu bu benim için.
Tabii bundan bir de hoşlanmayan vardı ; Mukaddes ablam. Her fırsatta, şişle delerdi su sattığım plastik sürahimi. Annem de aynı şişi ısıtıp tamir etmeye çalışırdı...
(Devam edecek)
Fikret TEZAL
YORUMLAR
ayrı yerlerde ve ayrı zamanlarda olsa bile yaşantılarımızın yoksul rengi aynı genelde.çok güzel bir yaşanmışlık
anlatımı kendimi buldum sanki içinde.gerçekten hayatla çok canhıraş mücadele ettik zamanında.kolay olmadı bu günlere gelmemiz.yüreğine sağlık dost.kutladım paylaşım için.saygıyla kal...
cinitas tarafından 1/27/2010 4:40:05 PM zamanında düzenlenmiştir.
cinitas tarafından 1/27/2010 4:40:48 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bence bu yazı dizisini roman yapmayı düşünün. Çünkü o kadar ilgi çekici olaylardan bahsediyorsunuz ki, insan hepsinin sonra ne olduğunu merak ediyor. Mesela benim aklım hala babanızın devir aldığı kahvehanede kaldı.
İilgiyle okumaya devam....