- 1072 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
DEMOKRASİ, BİZDEKİ DEMOKRASİ
Demokrasi, toplumsal taleplerin özgür bir ortamda siyasete yansıması ve yönetimin karar mekanizmasını etkilemesini ifade eder.
Demokrasi kelimesinin kökü Yunancadır. Demos( halk, millet) ve krotos (yönetim) kelimelerinin birleşimi olan demokratia’ dan türemiştir. M.Ö. 5 yüzyılda Atina’nın antik Yunan şehirleri arasından demokrasiyi toplumsal yaşamda benimsemiş ilk toplum olduğu görülür. Vatandaşlar arasında eşitlik, özgürlük ve adalete dayalı olmasına rağmen, bu modelde hak sahibi olmak sadece yurttaş, yetişkin ve Atina kökenli olan erkeklere mahsustu. Bu model Aristo, Plato(Eflatun) ve Thucydides gibi düşünürlerce sert bir şekilde eleştirilmiştir.
11. Yüzyılın sonlarına doğru ticaret ve üretimle uğraşan güçlü kent merkezlerinin çoğalması ile Rönesans dönemine de denk gelen “Cumhuriyetçilik” anlayışı, toplumun özgürlüğünün kendisinden başka hiçbir otoriteye hesap verme zorunluluğunda olmayışı esası benimsenmişti. O günün koşullarında bunu yaşatmanın zorluğuna rağmen, yeni koşullarda toplumun refahını ancak seçilmiş hükümetler ve katılımcı demokrasi ile elde edilebileceğini savunan Niceola Machiavelli, modern devletlerin ilk teorisyeni olarak da kabul edilir. 17. ve 18. Yüzyıllardaki Rönesans’la birlikte İtalya’da başlayan kendi kendini yönetme anlayışı İngiltere, Amerika ve Fransa’da da etkili olmuştur.
Krallar ve toprak sahipleri arasındaki otorite çekişmeleri, yüklü vergiler karşısında ayaklanan köylüler, ticaret ve pazar ilişkilerinin genişlemesi, teknoloji ve askeri teknolojideki gelişmeler, milli monarşilerin köklenmesi, Rönesans kültürünün artan etkisi, dini çatışmalar, kilise ve devlet arasındaki mücadele Liberal demokrasinin doğmasına neden olmuştur. Liberal düşüncenin ünlülerinden Thomas Hobbes, insanların doğuştan kendi kendini yönetebilmek için doğal haklarının olduğunu savunarak zulme karşı mücadelede hükümdar ile kul arasındaki ilişkiyi karşılıklı mesuliyete dayalı daha eşit bir boyuta taşımıştır.
Sosyalist demokrasi savunucularından Karl Marx, endüstriyel kapitalist bir düzende ekonominin özgür olamayacağı gibi devletin de tarafsız olamayacağını, liberal demokrasinin kapitalist düzenin yarattığı sınıfları korumak amaçlı olduğunu, toplumda sosyal, ekonomik ve siyasi eşitsizlikler varken devletin adil olamayacağını der. Toplumda eşitsizliklerin ortadan kaldırılması gerektiğini vurgulamasına rağmen 20. Yüzyılda komünizmin benimsendiği ülkelerde bu ideale karşın komünist partiler etrafında otoriter rejimler kurulmuş demokrasi anlayışından daha da uzaklaşmıştır.
1. Dünya Savaşı ve Osmanlıların dağılması ile elinden çıkan Müslüman topraklar ve ülkeler batının sömürgesi olmuştur. 1930’larda çıkan ekonomik kriz ve faşizmin ortaya çıkışı demokrasi gelişimine darbe vurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde katı bir devlet, bireyin devlet karşısındaki güçsüzlüğü, devletin topluma rağmen toplum çıkarlarını kendisinin belirlemesi, toplumun çıkarlarının devletin korumasıyla özdeşleştirilmesi ile toplumsal taleplerin dinamiğinden gittikçe uzaklaşmıştır. 1923- 1945 yılları arasındaki modern kurum, kavram ve kurallar çerçevesine taşınmasına rağmen hükmünü sürdürmüştür.
Tarihsel devlet geleneğinin köklü olduğu ülkemizde, 1960’lardan sonra askeri müdahaleler topum üzerindeki etkisini doğrudan siyasete taşımış bireyin devlet karşısındaki ezikliğini ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla demokrasi anlayışının eksikliği de yaşanmaktadır.
Bu bağlamda Laiklik anlayışı da devletin dinlere karşı tarafsız veya ilgisiz kalması gerekirken müdahale etmesi şeklinde algılanıp oluşması bir kısım sorunlara yol açmış, demokratik hak ve özgürlükler ortamında tartışmalara neden olmuştur.
Tarihin belli dönemlerinde uğrunda kanlar dökülüp canlar verilmiş ve çabalar harcanarak ortaya çıkarılan demokrasi, günümüz toplumlarının talebini karşılayacak düzeye erişememiştir. Özellikle Demokratik ve Laik Cumhuriyet idaresi olamasın rağmen ülkemizde gerçek demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Askeri müdahalelerin de etkisiyle katı devlet geleneğinin daha da güçlendiği, kurumlarının dokunulmaz zırha bürünerek vatandaş karşısında güçlü bir yapıya bürünmüştür. Bu yapıyı değiştiremeyen siyasiler de kendi vaatlerini unutup bu yapı içerisinde kendilerini sağlama alma yolunu tercih ederek siyasi diktatörlüğe dönüşmektedirler. Siyasi partilerin kongrelerine bakıldığında hangi parti olursa olsun, parti lideri kendisinden başka parti içinden aday çıkmasına tahammül edemediği gibi aday olmak isteyenler hiç de demokratik olmayan yöntemlerle engellenmekte ve partiden atılmaktadırlar. Milletvekili adayları ise bir dönem sonra çok azı elenmek suretiyle adaylıklar aynı kişilerce parsellenmiş, adeta tapulanmıştır. Vatansever birçok yetenekli insanlar siyasi oluşumlarda yer alamamaktadırlar. Bir parti lideri kendisine rakip olan adayı silah tehdidi ile adaylıktan attırmıştır. Laikliğin savunuculuğunu ve demokrasi bekçiliğini kimseye bırakmak istemeyen bir parti lideri kendisine rakip olan kişi hakkında parti itibarını hiçe sayarak ne olduğu bilinmeyen rüşvet dosyaları ile kamuoyuna yansıtıp yıpratama yöntemiyle diskalifiye etmiştir. Bir parti lider de, bürokrasiden gelme oluşu ve geleneksel devletçi oluşundan rakip çıkmasına bile müsaade etmemiştir. Siyasi üstünlüğü elinde bulunduran bir parti lideri ise parti içi muhalefete ve eleştiriye tahammül edememektedir ve bu nedenle bütün parti teşkilatlarında eleştiri yapılmasını adeta yasaklamıştır.
Görülüyor ki partilerde olmayan bir demokrasiyle ülke yönetimi nezdinde vatandaşın yönetime katılması nasıl oluşturulacaktır? Ya da ne derece sağlıklı olacaktır?
Aynı yöntem ve sıkıntılar üniversite yönetimlerinin seçimlerinde de görülmektedir.
Tehditle öğretim üyelerinin sindirilmesi, para dağıtılması gibi yöntemlerin uygulandığı zaman zaman kamuoyuna yansıdığına şahit olmaktayız. Aynı yöntemler ne yazık ki sivil toplum odaları ve ticari kuruluşların bağlı olduğu odaların seçimlerinde de zaman zaman görülmektedir. Hukuk sisteminde dahi bazan çifte standart kararların çıktığı görülmektedir. Resmi kurum atamalarında da uzmanlık, bilgi yetenek ve kimin hak ettiği konusunda adil davranıldığı da söylenemez.
Paylaşımcılığı, katılımcılığı ve birlikte yaşamayı içimize sindiremediğimiz ve bu olgunluğa erişemediğimiz bir toplum yapısında demokrasinin olduğundan söz etmek mümkün değildir. Şekilcilikle kendimizi kandırmaktan öte bir şey olamaz.
Ertuğrul TORUN
YORUMLAR
Yazınızın bilimselliği bir araştırmanın ürünü olduğunu gösteriyor.Ancak yazıda sistem ile partiler karıştırılmış.Sistemi belirleyen ya da belirleyeck olnın siyasal partiler olduğu vurgulanmış.Bence bu yanlış,Çünkü devlet ve hükümetler yapı olarak farklıdırlar.Devlet bir sınıfın diğer sınıf ve ya sınıflar baskı altına alma mekanizmasıdır.Bu egemen olan güçlerin niteliğine göre değişse de,devletin özü aynıdır.İleri kapitalist ülkelerdeki görece gelişmiş demokratik yapı,o ülkelerdek Burjuva sınıfının iktisaden güçlü olması ve kendi ülkesindeki kesimlere daha rahat bir yaşam sunabilmesindendir.Özünde sömürü yinede vardır.Bizde ise,tarih sahnesine çok geç çıkmış,demokratik devrim sürecinden geçmediği için cılız kalmış Burjuvazi,ulıusal devleti kurarken bile anti-emperyalist olmaktan çok,ulusalcılığı ırk devletine dönüştüran bir rota izlemek zorunda kalmıştır.İktisaden zayıf oluşu onu tefeci bir sermayeye kavuşturmuş,ekonomik olarakta ülkede emperyalist tekellerin acentası konumuna dönüşmüştür.Bu iktisadi zayıflık onu her dönem faşizan yöntemlerle halkı ezen konumuna sokmuştur.Dikkatli bakılır sa,bir çok ulusal düzeydeki sorunların kaynağıda budur.Kürt sorunu,emeğin hoyratça gaspı bundandır.Üç dil konuşulan ve yerel yönetimsel Kantonlarla yönetilen İsviçrede etnisite sorunu gündeme bile gelmez.Eyaletlerini bayrağı ve kendine özgü polis teşkilatı bulunan ABD'de de bu sorunlar yoktur.Kanada,Belçika,İngiltere vb.Kapitalist ülkeler ulusal sorun yaşamaz.Bu sorunlar ya Türkiye,ya Pakista,Ya Irak,ya İran ya da Sri-Lanka gibi ülkelerde ortaya çıkmaktadır.Buda bu ülkelerin gelimişliği ile orantılıdır.Türkiye Cumhuriyetinin 86 yıllık tarihi,isyanlar,Darbeler,Cuntalar,sıkı yönetimler ve katliamlarla doludur.Halk hiç bir zaman özgür iradesini yönetime taşımamıştır.Halkın sorunlarını açıkça anlatması hep baskılarla önlenmiştir.Sistem Partilerin niteliğini bile kendisi belirler.Yer yüzünün en adaletsiz seçim sistemi bu ülkede var.Parlamento parmak kaldırıp indirme yeri gibi çalışır.Askeri vesayet parlamentonunda üstündedir.Bizde Demokrasi ya hiç olmadı ya da görece yapılan küçük değişiklikler kısa ömürlü oldu.
Suskunyolcu
Demokrasi ve demokratikleşmeye dair anlaşılır ve akıcı bir yazıydı kaleminizden okuduğum.
Demokrasi hayatımızın her safhasında karşımıza çıkmaktadır. Konuşmaya gelince herkes bol keseden demokrasi dersi vermeye kalkar ama iş uygulamaya gelince söylenenler unutulup sadece pratikte kalır. Bizlerde koyu bir koltuk sevdası vardır. Bu tüm iş alanlarında geçerlidir. Bakın sivil toplum örgütlerine . Yıllardır aynı koltuğa kazık çakmış gibidirler ve onları yerlerinden kimse kımıldatamaz. Hatta karşılarına rakip bile çıkamaz. Siyasette olduğu gibi.
Sizin de dediğiniz gibi söze geldiğinde demokrat ama uygulamaya gelince dayatmacı bir politikamız var.
Tarihsel bir ders niteliğinde yazınız için teşekkürler.