Takınç
TAKINÇ
Aylardır onu izliyordu, tutku ne demek anlamıştı onun sayesinde. Kızın hiç haberi olmadan onun yaşantısına girivermişti. Nerede çalıştığını, nerde oturduğunu gizlice takip ederek öğrenmişti. Aylardır her sabah sokağının başında onun topuk tıkırtılarını duymayı gözleri kapalı beklerken, nice tuhaf bakışlara maruz kalmış olması pek umurunda değildi. Önce bakkaldan Radikal gazetesini alıyordu. Her gün aynı yoldan vapur iskelesine yürüyordu, bazen bir büfeden kısa iki bin alıyordu kendine, Salı sabahları ise Murat muhallebicisine gidip bir peynirli kepekli poğaça ve çay ile kahvaltı ediyordu. Yel değirmeni ile iskele arası güzergâhtaki kaldırım taşlarını, çukurları, ilk kat sakinlerini, arabaların markalarını ezberlemiş haline gülümseyerek, her sabah onun arkasından gizlice yürüyordu. İskeleye geldiğinde, mutlaka bir sigara yakıyor vapur kalkış saatine göre bazen bitiremeden söndürüyordu. Bu sabah onunla tam o söndürme sırasında tanışmayı göze almıştı.
Işıklardan karşıya geçerlerken yüreği ağzından çıkacaktı neredeyse. Her zamanki köşesinde tek eliyle ustaca açtığı çantasından bir çırpıda çıkardığı paketten aldığı sigarasını yaktı. Bu sabah bir türlü bitmek bilmiyordu yanan sigara. Vakit erken olduğundan tamamen içti, neredeyse izmariti yakacak kadar. Çok uzun bir kavak ağacındanmış gibi geldi sigara ona. Uzadıkça uzadı, içi içine sığmıyordu. Yaklaştı günlük gazetenin ziyanına gerek yok dedi ona. Anlamadım dedi kadın. Elinde söndüreceği sigarasını koyabileceği kağıt parçasını uzatarak-ki çöpe atmadan önce hep yaptığı gibi- dünkü gazeteden kopardım ben sizin için dedi.
<<İyi hoşta bunu nasıl biliyorsunuz siz?>>
Ben de her gün karşıya geçiyorum derken hafif kekeledi elini uzattı ve ben Levent diyebildi ona.
Yüzü sinirli halini anımsatan bir kasılmadan sahte bir tebessüme geçiş yaptığında, içi rahatladı Levent’in. Memnun oldum ben de Ayça dedi. Çok ısınmış çaydanlığın kulpunu tutmuş gibi yanıyordu eli. Tokalaşma bittiğinde gözlerindeki gülümsemenin gerçek oluşu cesaret verdi Levent’e. Beraber turnikelere yöneldiler, aynı kapıda bekleşmeye başladılar. Şimdi saate bakacaksınız, ben de ne şirin bir saat diye düşüneceğim dedi. Kadın hafif bozuldu buna ama kendini tutamadığından saatine baktı. İçi yeşil işlemeli kenarları çini küçük hoş bir saatti bu. Vapura bindiklerinde dışarıdaki banklara yöneldiler. Elindeki poşetten bir boş dosya kâğıdı çıkardı Levent, kadına uzattı.
—gazete bazen leke yapabilir dilerseniz bunu altınıza koyabilirsiniz dedi
Kadın artık korkmaya başlamıştı. Büyük ihtimalle bir sapıkla karşı karşıyaydı. Tüm bu takıntılarının farkında olabilmesi için, en az onun kadar obsesif biri olduğunu düşünmek en iyimser bakış açısıydı. Bir yandan da yapısallığıyla sağlıksız olan bu durum hoşuna da gitmişti.
Ayça hep bir sevgilisi olacaksa üç önemli şeye uygun olması gerektiğini düşünüyordu. Bunlardan biri Sezen’in Deniz Yıldızı albümündeki bir şarkıyı sevme şartıydı. Bir diğeri mutlaka tantuni sevmesi ve nerelerde iyi Mersin tantunisi yapıldığını biliyor olmasıydı. Sonuncusu ve en önemlisi ise takıntılarına önem veren ve anlayış gösteren biri olmasıydı ki şimdi Levent’ten çekinmesine neden olan bir konu da buydu. Bu üç şeyi bir arada bulduğu adama kendini kaptırmayı kafasına koymuştu. Aslında sürekli bir ilişki için uygun bir dönemde değildi.
O bunları düşünürken Levent’te uzaklara dalmış bir şeyler düşünüyordu.
Cumartesi günleri Ayça için planlıydı. Öğlen mutlaka bir üniversite sınavına hazırlanan bir çocuk evine gelir ders alırdı. Levent’in gözünden kaçmayan çocukların tiplerinin hemen hemen aynı oluşu ve erkek oluşlarıydı. Gönderirken onların mutlaka saçlarını okşayarak yollamasına anlam verememişti. Ayda bir gece de bara gider eğlenirdi. Mutlaka bir adamla eve dönerlerdi. Bir keresinde üç erkekle gelmiş olmasını anlamlandırmak isteğiyle, kafasını masum kurgular için epey uğraştırmıştı. Cumartesilerini sormak için uygun bir zaman değil derken Ayça ona sordu.
<Sezen Aksu Deniz Yıldızı > dedi duraladı.
Ee biliyorum o albümü hele bir şarkı var ah yakar içimi, Hala haber bekliyorum senden der demez Ayça ağlamaya başladı. Levent telaşa kapıldı, anlam veremedi. Onu ilk kez bu kadar hüzünlü görüyordu ve aynı zamanda da gözlerinin içi gülümsüyor gibiydi. Bunu ona söylese dalga geçer gibi olacağından sustu.
İçerideki büfeye gidip ona kâğıt mendil alıp geldiğinde orada yoktu. Belki yalnız kalmak istemişti. Yine de habersiz gittiğinden kızdı ona. Ve ona kızdığında hep yaptığı gibi onu çiçeklerini sularken düşledi. Pazar sabahları penceresine dizili olan kaktüslerini sularken adeta onlarla oynaşırdı. Ve yüzünde çok tatlı bir tebessüm olurdu. Bu hali ona çok iyi geldiğinden, ona her kızdığında onu bu haliyle anımsar ve biraz olsun rahatlardı. Yine öyle yaparak kapadı gözlerini, bu sefer hiçbir işe yaramıyordu. Telaşlı hali devam ediyordu. Aynı anda vapur yavaşlamaya başladı ve arka tarafa doğru bir hareketlenme oldu yolcularda. Biri denize düştü diye bağırıyordu bir adam.
Levent’te arkaya doğru yürüdü ama gözleri iyi görmüyordu, dalgınlaşmış ve onun aceleciliği yüzünden Ayça’yı kaybettiğini düşünmeye başlamıştı. Birden bir şarkı sanki kulağında ona özel söyleniyormuş gibi oldu. Ezginin Günlüğünün yeni albümünden <eksik bir şey mi var> şarkısına bu kadar mı ihtiyacı olurmuş insanın. Levent tebessümle gözünü açıp arkaya döndüğünde Ayça’nın söylediğini anlar. Ellerinde fotoğraflar vardı. Halen ağlıyordu.
<<bunları atamadım yardım eder misin >> diyebiliyor sadece.
Bakıyor fotoğraflara Levent, hepsi beyaz tatlı bir kediye ait. O zaman bunun bir veda olduğunu anlıyor. Hiçbir şey sormuyor Ayça’ya. Böylesinin doğru olduğunu anlıyor ve bir cellâdın soğukluğu ellerinde, martı beslermiş gibi vapurun arkasından tek tek atıyor fotoğrafları denize. Ayça arkasından beline sarılıyor, ağlıyorken ve onlarca göz onlara anlam veremiyorken Levent ıslık çalmaya başlıyor. Ağzında çok tatlı bir melodi, gözlerinden akan yaşlar sanki çıkan sese çarpıp titretiyor. Ve vapur tekrar hareket ediyor. Suya düşenin ne olduğunu bulamıyorlar. Hiç anlamamışlardı, işte yine anlayamıyorlar…
Ocak 2010
Nadir