- 1582 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ALABALI MAMET
Henüz küçük yaştayken duymuştum Alabalı Mamet adını. Oysa şimdi yirmi dört yaşında olmama rağmen halen de duymaktayım. Gaziantep’te bu ismi duymamak mümkün mü? Çalışkanlığın, doğruluğun ve azmin insana çok güzel şeyler kazandıracağına inanan Alabalı Mamet; “Her şeyimi sabrıma, çalışmama borçluyum. Hayatta çok şeylerle karşılaştım ama onları yenebileceğimi bildim” diyor doksan yaşında olmasına rağmen.
Neydi bu ismi bu kadar bilindik yapan? İnatçı bir eşekle ekmeğinin peşine düşmesi miydi acaba? Çalışmayana, dürüst olmayana, hırsıza, yalancıya bir örnek olsun diye söylenirdi bu isim hatırladığım kadarıyla. Çok küçük yaşlarda duyduğum bu ismin peşine düşmek, onun hakkında bilgi edinmek keyif verici olmaya başlamıştı bile. Yeniler tanımasa da eski esnaflar ondan övgüyle bahsediyorlar. Araştırmaya köyünden başlamak en doğrusu olacak diyerek tutuverdim Sam Köyünün yolunu.
Az ileride Sam köyü levhası görünüverdi. Sandığım kadar da uzak değilmiş şehir merkezine. Kısa süren bir yolculuğun ardından köy merkezine geldik. Genişçe bir meydan da indim otobüsten. Birkaç adım sonra oturan bir gruba yaklaşarak, köy muhtarını sordum. Siyah ceketli kısa bir adam, “Buyurun benim” diyerek ayağa kalktı. Kendimi tanıttıktan sonra, “Alabalı Mamet hakkında bilgi almak istiyorum…” demeye çalışırken daha ağzımdaki sözümü bitirmeden her ağızdan bir söz çıkmaya başlamıştı bile.
O hep bir ağızdan konuşmaların arasında onun hala hayatta olduğunu duydum. Bu durum beni çok mutlu etti. Sam Köyü Muhtarı Rüstem Atar; “Yaşım neredeyse elli oldu, çocukken babam ve amcalarım onun çok çalışkan olduğunu, işten hiç kaçmadığını söylerlerdi. Mesela köyün arazilerini gezdiğinizde eğer taşsız ve bakımlı bir yer görürseniz, bilin ki orası Alabalı Mamet’in tarlasıdır.”diye anlatırken, heyecanım giderek artıyordu.
Ve nihayet evine doğru yol almaya başlamıştık. Taşlı birkaç yoldan geçtikten sonra genişçe bir meydan çıktı karşımıza. Bu meydanın tam ortasında bir pınar akıyordu. Suyun sesi gittikçe artmaktaydı. Dört çeşmeden oluşan bu pınardan sular, muhtarın dediğine göre arazilere akıyordu.
Ben çok heyecanlı idim. ‘Pınarı sonra da gezebilirdik’ demek istiyordum ama muhtarın lafını kesemiyordum bir türlü. Muhtar bu heyecanımı anlamış olmalı ki, “Hadi gidelim Alabalı Mamet’in evine” diyerek az önümde yürümeye başladı. Beş on adım sonra durdu. “İşte burası Alabalı Mamet’in evi” diyerek ayak parmakları üzerine dikilerek zile bastı. Zil o kadar yukarıya konulmuştu ki muhtarın ayakları yerden kesilmişti zile basabilmek için. İçimden ‘ya bu kapı açılmazsa, ya Alabalı Mamet ile görüşemezsem’ derken kapı açıldı.
‘Buyurun, hoş geldiniz’ diye bir ses eşliğinde içeriye girdik. İçerisi hafif karanlık olduğundan bize kapıyı açan kişinin suratını kısa bir sonra görebildim. Bu kişi uzun elbiseli, hafif eğik yürüyen sıcak sohbetli birisiydi. Muhtar; “Bu Döne teyze, Alabalı Mamet’in eşi” diyerek bizleri tanıştırdı. Çok sıcak ve mütevazi şekilde bizleri karşılayan Döne teyze; “Durumu hiç iyi değil, geceleri hiç uyumuyor, ne yapacağımızı şaşırdık, doktora gitmeyi de istemiyor, Allah’tan gelene çok şükür halimize çok şükür” diyordu kanaatkar bir sesle.
Mavi renkli küçük bir demir kapının önüne geldik. “Şimdi uyanmıştır” diyerek kapıyı açtı Döne teyze. Ben daha da heyecanlanmıştım. Ağızdan ağıza dolaşan bu insan şimdi kapının arkasında diye bir sevinç bastı içimi.
Giriş kapısının tam karşısında bir yatakta yatan Alabalı Mamet bizi görünce doğrulmaya çalıştı. İnce bir sesle “Buyurun hoş gelmişsiniz” diyerek eşi Döne hanımın gözlerine baktı. Bu bakışın yardım isteme anlamına geldiğini anlayan Döne teyze kalkmaya çalışan ‘Efsaneye’ yardımcı olarak oturmasını sağladı ve devam etti; “Her zaman böyle; birisini gördüğünde ister çocuk ister yetişkin olsun, kalkar ona saygı gösterir. Demişler ya can çıkmayınca huy çıkmaz” dedi başını sallayarak.
Alabalı Mamet “Allah çok şükür” diye mırıldanarak bana “Hoş gelmişsin oğlum. Nasılsın? Nerelisin? Derken bir yandan da karnınız aç mı?” diye sordu. “Döne misafirlerimize çay yap” dedikten sonra, sorduğu soruların cevabını bekliyormuşçasına bana baktı.
“Ben de Gaziantepliyim. Sizleri büyüklerimden çok duydum. Çalışkanlığınız dürüst ve titiz bir insan oluşunuz beni çok etkiledi. Neredeyse sizi bu bölgede tanımayan yok.” dedim
Ben konuşurken gözleri uzaklara dalıyordu. Birden titrek bir sesle “ Hepsi yalan evlat. İnsanoğlu bir rüzgâr gibi gelir ve geçer. Dedelerimiz nenelerimiz vardı, hani neredeler? Giden gidiyor ama gelen hiç olmadı. Bu hastalık beni yedi bitirdi. Tarlamı bağımı bahçemi özledim. Diktiğim son ağaçları özledim, budanması gereken ağaçlar ve bağ var, ne oldu bilmem. İşte böyle evlat, dünya yalan. Babamı erken kaybettim. Tek kaldım. On dört yaşında evlendim. Tüm yük bana kalmıştı. Ablam rahmetli de evlenmişti. İş başa düşmüştü. Bunlar benim gibi birçok insanın da başındadır.” Etrafa sessizlik çökmüştü, sanki çevredeki her şey bu insana saygı gösteriyordu. Sorularım ağzımda sıralanmıştı ve ben hiçbirini soramıyordum. Ama sanki o ağzımdan soruları alıp cevaplıyordu.
Çevrede bu kadar tanınan, sevilen bir insan olmayı; azimli çalışmanın bir sonucu olduğunu söylerken; “Bir sürü nüfus vardı, çalışan bir tek ben kolay değil. Şimdi insanlar çok şanslı. Ben ticareti kötü bir eşekle yapardım. Buradan Kahramanmaraş’a gider gelirdim. O kadar yol şimdi olsa gidilir mi? Çevre köylerdeki, ilçelerdeki kişiler ‘bu adam kafayı yemiş, eşekle bu kadar yol yapılır mı? Hem de bu eşekle’ derlerken ben on kişiyi doyurmanın savaşını veriyordum”
Mamet Amca kendini kaptırmıştı. Ben heyecan içerisinde onu dinlerken, Döne teyze çaylarımızı veriyordu. “Önce yemek verseydin” diyerek göz ucuyla eşine baktı. Sanki muhtarla anlaşmışız gibi “ Karnımız tok” dedik bir ağızdan.
“Alabalı Mamet ne demek?” diye sorduğumda gülümseyerek; “ Babamın yanakları kırmızı olduğu için, bal gibi yanakları var bu adamın diyerek, başına babamın adı Ali’yi eklemişler, ortaya bu lakap çıkmış.”
“Evlat kolay değil çocuk bakmak. Sabah çıkar akşam gelirdim, yalnızdım, bu kadar nüfusu aç mı koyayım? Hiç yılmadık, dürüst olduk, işimize hainlik etmedik. Nereye de gittiysem işim görüldü, tanındık. Allah herkese nasip etsin. Bu vatanı da böyle kurtarmadık mı biz? Azmin karşısında neler erimez ki!” dedi hüzünlü bir sesle.
“Kahramanmaraş’ta sizi çok seviyorlarmış. Neredeyse tanımayan yokmuş”
“Bakırcı Ali vardı orada iyi arkadaşımdı, o da çok çalışkandı. Huyumuzu da benzetirlerdi. O zaman genciz, at, araba nerede, kıtlık, yani zaman kötüydü. Şimdiki gibi imkân nerede? Ama şimdikiler de hiç çalışmıyor, aksine yoruldum deyip bir kenara çekiliyorlar.”
“Biz on bir ay Fransızlarla mücadele eden insanların evlatlarıyız. Benim anam evde un kalmamış badem ve kayısı çekirdeğini kurutup ezerek ekmek yapıp yedirmiş bize. Biz Gaziliği kolay mı aldık? Onların evlatları olarak çalışmışız çok mu? Bizler onlardan ne kadar da şanslıyız.”
Sohbetimiz sırasında, Mehmet Amca çok güzel bir konuya da değiniyordu; gelişen iletişim araçlarının insanları birbirlerinden uzaklaştırdığını, dost, akraba, arkadaş ziyaretlerinin azaldığını söyleyip, insanın insana tahammülünün kalmadığını belirtmeden de edemiyordu.
Alabalı Mamet yoğun geçen yaşam hikâyesinin ardından çalışmanın ve dürüstlüğün vermiş olduğu rahatlığı mutlaka herkesin tatması gerektiğini söylüyordu. Bunu başaran insanın yaşlılığından asla şikâyet etmeyeceğini, aksine yaşlılığından bile zevk alacağını ifade ediyordu.
Güneş batmak üzereydi. Alabalı Mamet’in yüzünde yorgunluk izleri iyice belirmişti. Muhtarla müsaade isteyerek kalktık. Kapıdan girerken ki heyecanım yerini birdenbire anlaşılmaz bir hüzne bırakmıştı. Kendimce ‘efsane’ diye nitelendirdiğim yaşlı adamdan ayrılmak ve sanki onu yeniden görememek düşüncesi yüreğimi sızlatıyordu. Yine ayağa kalkmaya çalışarak bizi uğurladı.
“Güle güle, yine beklerim evlat. Yine gel.” derken sanki bendeki hüzün Alabalı Mamet’e bulaşmış gibiydi.
YORUMLAR
sanki bende onu tanımış gibi oldum .yüreğinize ve kaleminize sağlık.. gecenlerde bir dostumla konuşuyordum ..artık eski insanlar o kiymetli insanlar birer birer gidiyor.. tarih gibi ..kıymetli .. tarihi eserlerimizi kaybedince nasıl üzülüyoruz değil mi ?..bu değerli insanlarda öyle bence..kıymetlerini bilmeliyiz..