- 2242 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
287 - EL FETTAH
Onur BİLGE
Kasımım sonları... Hava oldukça soğuk, yatağım sıcacıktı. Uyku, dünyanın en güzel olayı, uyanmamak en kolayıydı. Günlerden Pazar, vakitlerden sabahtı. Uyumak rahat, uyanmak eyvah’tı, ah’tı! Saat ona geliyordu. O kadar yorgun ve bitkindim ki bir türlü toparlanıp kalkamıyordum. Ara sıra annemin sesini duyuyordum. Alçak bir sesle, artık uyanmam gerektiğini söylüyordu. Kalkmam gerektiğini ben de biliyordum. Kalp atışlarım hızlanmış, vücudumda hafif bir terleme oluşmuştu. Beynim uyuşmuş, bilincim gidip geliyordu. Sesle kendime geliyor, gözlerimi açamadan tekrar uyumakta olduğumu hissediyordum. Gece geç saatlere kadar ders çalışmış, ders notlarımı temize çekmiştim. Sağ elim şişmiş, parmaklarım kapanmaz olmuştu.
Kalkıp duş almalı, açılmalıydım ama ne mümkün! Üstüme ölü toprağı serpilmiş gibiydi. Çay kokuları duyuyordum. Birazdan, kızarmış ekmek kokuları da gelecekti. Bardaklara, tavşan kanı çaylar dolacak, ekmeklere tereyağı sürülecekti. Tulum peyniri ve ceviz... Aman Allah’ım! Karnım acıkmış, iştahım kabarmıştı. Fakat şu uyanmak, uyanabilmek ne zor işti! Hele kalkmak ve yürümek...
Derin bir nefes aldım. Beynime, artık uyanması gerektiğini emrettim. Emre karar veren de emreden de emre itaat edecek olan da oydu. Her işe karar veren, emreden, emre itaat eden, uygulayan komutan... Vücut ülkesinin padişahı, zor işlerin fatihi, kendi kendisini ve ülkesini iyi idare ederse, daima muzafferdi.
Yorganın altında; kendimi, toprağın altında açılmayı bekleyen bir tohum, bir çekirdek gibi hissettim. “Ya Fettah!..” dedim, kendi duyabileceğim bir sesle. “Ya Fettah!..” Çekirdeğin çatlama anını düşünmeye başladım. Minicik bir muhafaza içine koca bir ağaç sıkıştırılmış, belli bir zamana, İlahi bir emre kadar hapsedilmişti. İçi güçsüz, özü aciz, gözü kör, hali zavallıydı. Güç kuvvet bulması ve o çetin kabuğu çatlatması, hatta toprağı, belki de kayayı yarması ve yeryüzünde boy atması gerekiyordu. İçsel bir sesle yaratıcısından medet umuyor, varlığının tüm gücüyle:
“Ya Fettah!..” diye bağırıyordu.
O nasıl bir çığlık, nasıl bir medet bekleyişti ve nasıl bir sancı neticesindeydi ki Merhametlilerin En Merhametlisi ona el uzatıyor, kuvvet ve kudretinden lütfediyor, bir anda canavar kesiliyor, önüne çıkan her şeye meyden okuyabilir hale geliveriyordu! Yer altında bir infilak oluyor, bir varlık yeryüzüne gelmek üzere yola çıkıyordu. O ses, bir atomun parçalanmasıyla meydana gelen sesle birdi. Olay, aynı olaydı. Bir yerdeki esaretin bitişi, fetih... Yani açılış, çıkış, kurtuluş, özgürlük, günden güne güçleniş... Allah’ın kudretini arkasına alarak yürümek... Fatih’in ordularının yürüdüğü gibi...
Kutsal topraklarda, yerleri gökleri titreten bir ses: “Inna fetahna leke fetham mübina!..” “Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik!..”
Beynim gidip geliyordu. Tekrar dalmamak için yavaş yavaş hareket ediyor, sağ elime güç gelmesi için açıp kapatmaya çalışıyordum. Ne kadar da dermansızdım! En az sekiz saat uyumam gerekirken, kendime işkence edercesine yorulmuş, sabah ezanından sonra yatmış, birkaç saat uyumuştum. Ağzımı açacak gücüm yoktu. Sadece beyin gücümle, içimden:
“Ya Rabbi! Beni uyuttun, uyandırdın. Tekrar uyutma! Kalkmama yardım et! Sen, ölüleri diriltmeye kadirsin! Her şeye kadirsin! Bana güç kuvvet ver! Yatağın içinde, etene içinde cenin gibiyim, iki büklüm. Kabuğun içinde emrini bekleyen tohum gibi kıvrılmış... Acizim, güçsüzüm, bitkin üstelik... Bana güç ver! Zindelik ver! Olmazı, sadece sen oldurursun! Amin!” dedim.
Allah’ın yardımı anında yetişti. Kendimde, bir anda yerimde doğrulacak ve ayağa kalkacak kuvvet buldum. Birkaç adım attım ve şükrettim:
“Allah’ım! Her kuvvet Senden, her kudret Sende... Her şey senin elinde... Hamdolsun!” dedim. Yanlarına gittiğimde, babam:
“Ne söyleniyorsun, kendi kendine? Günaydın yok mu, yorgun savaşçı?” diye çattı.
“Günaydın! Yataktan ölüm kalktı! Çok geç yattım da... Kabirden kalkar gibi kalktım, inan! Ölmüşüm de sanki yeniden can geldi! Hiç böyle olmamıştım.”
“Nasıl kalkabildin?”
“Allah’tan yardım isteyerek... ‘Ya Fettah!..’ diyerek...”
“Fettah, Feth kökünden gelir. Feth mastarından... ‘Her türlü müşkülü açan ve kolaylaştıran’ demektir. Feth, ‘kapalı olan şeyi açmak’ anlamındadır.”
_ “Maddi mi manevi mi?”
“Hem maddi hem manevi... Kilitli olanı açmak, maddi; ‘bir şeyi açmak, taraflar arasında hüküm vermek, birine yardım edip zafere ulaştırmak, yol göstermek; tasayı, kederi atarak gönlü açmak’ anlamında, sıfat olarak da manevi...”
“Kendimi tohuma, cenine benzettim. ‘Ya Fettah!..” dedim, kalktım.”
“Allah sana, kendisini yine buldurmuş. Tohumun açılması, yaprağın, çiçeğin açılması... Başaklanma, sümbüllenme, bire bin verme, hep o isimle gerçekleşir. Allah, Fettah’tır. Yani maddi manevi her kapıyı açan... Rızık ve rahmet kapıları da o sıfatla açılır. Allah, yarattıklarına Fettah ismiyle tecelli ederse, o kişi fatih olur. Fatih, İstanbul’u nasıl aldı sanıyorsun? Fethi ona kim nasib-i müesser etti?”
“Tabi ki Allah! Fütuhat da o kökten geliyor, değil mi?” diye banyoya doğru yürüdüm. Arkamdan:
“Evet, ya! Fettah, fatih, fetih, fütuhat... Anlaşmazlıkların halledilmesi ve adaletin gerçekleşmesi, hakla batılın fark ettirilmesi için idrakin artması, öğrenmenin kolaylaşması, müminlerin muzaffer olması hep Fettah ismiyle isteme neticesinde olur. Ya isteme veya Allah’ın arzusuyla, mutlaka lütfuyla...”
Artık onu, su sesinden duyamıyordum. Çıkınca devam edecektik. Günler kısacıktı. Çok oyalanırsam, günün yarısından çoğu geçiverecekti. İnsan ömrü, yaz günleri gibi görünüyor, kış günleri gibi başladığıyla bittiği bir oluveriyordu. Çıkarken:
“Suyu Yaratan Allah’ıma Hamdolsun!” dedim. “Oh, be! Oh!..”
“Zindelik verir.” dedi, babam.
Ekmekler kızarmaktaydı. Alelacele giyindim, saçlarım havluyla sarılıydı. Kurutmaya vakit kalmamıştı. Annem söylenmeye başlamadan masaya oturmalı, önce kahvaltı etmeliydim. Bir taraftan yiyor, bir taraftan da Fatih’in doğduğu evin arka sokağında ondan bahsediyorduk. Babam:
“Yirmi iki yaşındayken İstanbul’u fethetti. Çağ kapattı, çağ açtı! Senden birkaç yaş büyüktü. Düşünsene!” dedi.
“Fakat arkasında Allah’ın yardımı, Peygamber Efendimizin duası; yanında Ak Şemsettin gibi ulemalar, veli kullar vardı. Yalnız değildi.”
“Şuradaki o ahşap evde doğmuş; adını tarihe altın harflerle yazdırmış! Ne kadar mütevazı yaşamışlar!”
“Belki Muradiye Camisi’nde toplantılar yapmışlar, kararlar almışlardır.”
“Kim bilir, belki... Konuşup tartışıp karar aldıkları yerlerde, seslerini su sesleriyle perdelemişler. Eşlerine bile söylememişler. O şekilde başarıya ulaşmışlar. Ne zaman yönetime kadın parmağı değmiş, o zaman Osmanlı duraklamaya, gerilemeye başlamış. O yabancı kadınların entrikaları... Taht kavgaları...”
“Fatih de kardeşini katlettirmiş, değil mi?”
“Fatih’in kanunnamesinde, kardeş katli meselesiyle alakalı: ’Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katletmek münasiptir. Ekser ulema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.’ şeklinde bir madde vardır.
Toplumun huzurunu bozan her hareketi bağy, yani isyan saymış; isyan eden veya isyana sebebiyet veren, padişahın emrine itaat etmeyen herkesin katline karar vermiş.”
“Kardeş katli, güzel bir şey mi? İnsan, kardeşine nasıl kıyar? Kardeşe değil, karıncaya bile kıyılmaz! Karıncalar da bir âlem... Onlarla da hesaplaşacağız. Onlar türap olacak. Biz ne olacağız?”
“Kardeş katli, ülke esenliği için uygun. İsyan eden, kardeşse de değilse de asidir. Şer’i yönden katli gerekebilir.
“Beşikteki bebek isyan mı etti de boğduruldu? Bunun neresi Şer’i?”
“Fatih, taht derdinde değildi. Osmanlı Devleti’nin geleceği için endişeleniyordu. O zamana kadar böyle durumlarda isyan edenler katlediliyordu ama henüz kanunlaşmamıştı. Yabancılara sığınan ve onlarla işbirliği eden şehzadeler veya hanedandan diğer kişiler, tahta mirasçı olduklarını iddia ettikleri için başta Bizans ve İran olmak üzere bütün düşmanlarımız bu olaydan faydalanmaya kalkıyorlardı. Fatih de öncekilerin yaptığı gibi devletin parçalanmaması ve İ’lây-ı Kelimetullâh konusunda zarar görmemek için Şeyhülislâm’dan aldığı fetvayla kardeşini katletmiş.”
“Belki yersiz bir endişeydi. Belki o bebek, büyüdüğünde isyan değil, yardım edecekti. Bunu kim bilebilir de karar verebilir? Bence bu konuda çok büyük hatalar yapılmış. Herkes yapmış olabilir. Fatih bari yapmasaydı! Bilmem ki buna da kader mi desek? Hazreti Musa’nın bir tokadıyla adamın ölmesi kazadır da bu ‘taammüden adam öldürme’ değil mi?”
“Dedim ya... Padişahın yardakçılarının fitne tohumu ekmesi, özellikle saraylı kadınların entrikaları yüzünden haklı haksız pek çok cana kıyılmış. Bu katletme olayları nefsaniyse, vay hallerine!.. Değilse, gerçekten niyet, İ’lây-ı Kelimetullâh’ı temsil etmek ve onun için çalışarak başarıya ulaşmak idiyse, ne mutlu onlara!”
“Kalplerden geçeni sadece Allah bilir. Ne niyette oldukları, bize karanlık, sadece Allah’a ayan!”
“Kendisine böyle bir fetih nasip edildiğine bakılırsa, Fatih’in niyeti kötü değil. Yine de Allah bilir.”
“Fettah’tan söz açmıştık, nerelere geldik! Savaşmadan alınan topraklar için de fethedildiğini söylüyoruz. Yani fetih için ille de savaş gerekmiyor, değil mi?”
“Gerekmiyor. Önemli olan, bir ülke veya yere girebilme hakkını elde etmek. Anlaşmazlıklarda ve dargınlıklarda da her iki taraf birbirine kapalıdır. Fetih, onların anlaşması, barışmasıdır. Fetih, bir anlamda hükmetmektir. İslâm’da meşru görülen savaşlar için ‘cihat’ anlamında da kullanılır. Yani burada amaç, toprak almak değil, İslamiyet’i yaymaktır.
“Bu bir terim mi?”
“Terim olarak da kullanılmaktadır. Kuran-ı Kerim’de, Hudeybiye Anlaşması’ndan, fetih olarak bahsedildiği için o zamandan beri terim halinde kullanılmaktadır.”
“Hudeybiye Anlaşması, pek sevimli bir anlaşma değil.”
“Sevimli değil ama savaşın bırakılması ve barışın sağlanmasıyla, İslamiyet’in hızla yayılmasına yol açmış olduğu için hayırlı bir anlaşmadır. O tarihten sonra kabileler, İslam’a girmeye başladı.”
“Allah, Fettah ismi gereği zafer verdiği gibi her türlü sıkıntıyı da giderir mi? Mesela fakirliği yok eder mi?”
“Evet. Sadece maddi manevi sıkıntıları yok etmek anlamında değil; bilinmeyenlerin bildirilmesiyle kapalılığı, yani sırları açmak anlamında da kullanılır. Adli anlaşmazlıklarda bir hüküm vermek manasında kullanıldığı gibi şifa kapılarını da açar. Onun için dualarımızda: “Allah’ım, Fettah isminle bizim için hayırlı kapılar aç.” deriz.”
“Bu kökten başka sözcük var mı?”
“Şimdi aklıma geldi. Toplu halde namaz kılarken, imamın arkasında, yanıldığında yardım edecek biri olur. Ona da ‘fatih’ denir. Az daha unutuyordum; Fettah, Peygamber Efendimizin de sıfatlarındandır.”
“Fatiha ne demek? Kur’an, onunla açılıyor. O da mı açan demek? Yani anahtar...”
“Fatiha, ’başlangıç’ demek... Bir anlamda da dediğin gibi... O sure; Kuran’dır, duadır, şifadır. Her kapıyı açar. Anahtar... Maymuncuk gibi...”
“Öyle olmasa, namazların her rekâtında, hem de ayakta okunur mu!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 287