- 985 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FAKİR ULUSLAR DÜNYA BANKASI VE İMF
Savaş uçakları gökyüzünde bir sağa bir sola gidiyorlar,sarayın üzerine tehlikeli dalışlar yapıyorlardı,tehditkar ve küstahtılar. Zaman zaman sarayın giriş ve çıkışlarını mitralyözlerle taradıkları görülüyordu. Bütün bunlar Başkanlık Sarayındaki Başkanın teslim olması içindi. Başkanın o sırada o kocaman sarayda tek başına olduğunu herkes biliyordu. Fakat başkan teslim olmayı reddetmişti. Çünkü o : “ Beni buraya halkın oyları getirmiştir beni buradan halkın oyları götürebilir.” diyordu .
Sonuç bir dram olacaktı. Nitekim başkanı teslim almak için saraya giren müfreze ile başkan arasında bir çatışma oldu. Bu çatışmanın sonuna doğru başkan tabancasında kalan tek kurşunla kendini vurarak intihar etti.
Bundan 30 yıl öncesini hatırlayanlar kimden söz ettiğimi anlamışlardır. Sözüne ettiğim başkan Şilinin talihsiz cumhurbaşkanı Salvador Allendedir.
Allende ülkesinde halkın oylarıyla iktidara gelmiş sosyalist bir başkandır. Salvador Allende özgürlükçü bir sosyalistti ve ulusalcı bir politika güdüyordu. Aslında ülkesini ve ülkesinin yoksul insanlarını savunduğunu söylüyordu.
O günlerde Şili’de ne kadar solcu parti varsa komünistler, sosyalistler, sosyal demokratlar, radikaller ve diğer tüm gruplar bir araya gelmişler ve bir cephe oluşturmuşlardı. Bu cephenin adı Unitad Popular yani Halk Birliğiydi.
Halk Birliği iktidar olmuştu ve başarılı sayıla bilecek bir başlangıç yapmıştı. Fakat bu iktidardan hoşnut olmayan ABD Şili ile tüm ekonomik bağlantılarını kesmiş, Dünya Bankası ve İMF tüm kredi musluklarını kapatmıştı. Durum böyle olunca bir süre sonra işler tersine gitmeye başladı
Bunun üzerine gösteriler ortaya çıktı. Evinde hiçbir şeyi eksik olmayan burjuva kadınları ellerindeki boş tencerelerle sokaklara çıktılar. Kamyoncular sendikası harekete geçti öteki işçi örgütlerini de harekete geçirdi ve Unitad Popular hükümetine karşı çok ciddi bir mukavemet başladı. Bunun arkasından özellikle hava kuvvetleriyle deniz kuvvetlerinin başı çektiği bir askeri darbe yapıldı. Darbenin sonunda general Pinochet’in orada iktidar olduğunu ve yıllarca süren faşizan bir rejimin sürüp gittiğini hatırlayacaksınız.
Peki bu darbenin sebebi neydi? Bunun sebebi aslında Allende’nin çok tehlikeli bir komünist rejim yürütmesi değildi. Allende böyle bir şey yapmıyordu. Zaten özgürlükçü olduğunu söylemiş, seçimle geldiğini ve seçimle gideceğini tekrarlamıştı. Fakat Allende ulusalcı bir başkandı. Yani Şili’nin çıkarlarını koruyordu. Halbuki Şili Güney Amerika’daydı. Güney Amerika’da ABD’nin arka bahçesiydi.
Allende nin neden bu akıbete uğradığını anlamamız için onun o tarihlerde yaptığı iki konuşmadan birer küçük parçayı aktarmakta fayda var . Birinci konuşma şudur: “ Sadece iki çok uluslu şirketin Şili’den sızdırdığı karlar en az memleketin var olmaya başladığı tarihten yani 1541’den buyana olan bütün toplumsal sermayesine eşittir. Bu iki şirket kısa zamanda Şili’den bütün bir Şili koparmışlardır.Şili’lilerin artık hiçbir zaman ele geçiremeyecekleri bir Şili ki, bu ülke emperyalizm yüzünden bugün olması gereken büyüklüğün ancak yarısı kadardır.”
Allende gerçeği söylüyordu. Bir başka tespiti daha vardı ki, bu bizimde çok yakından tanıdığımız bazı uluslar arası örgütlerle ilgiliydi.
“Dünya bankası, para fonu ve gümrükler anlaşması bazı egemen ülkelerin çıkarlarını koruyan mübadele, kalkınma ve ticaret finansmanı sistemleri ile donatılmıştır. Her zaman olduğu gibi ekonomik çıkarlarla siyasi çıkarlar üçüncü dünya ülkelerini baskı altına almak için güçlerini birleştirdiler. Bunlar ticaret oyununun kurallarını koydular. Gümrükler ve gümrük dışı engeller koyarak yapısı ekonomik olmayan, üretimi ve dağıtımı adaletsiz kendi pazarlarını üçüncü dünyanın mallarına kapadılar. Mahvedici finansman sistemlerini kurdular. Bunun ötesinde malların taşınmasıyla ilgili faaliyet ve kuralları belirlediler. Taşıma ücretlerini belirlediler ve böylece aralarında güçlü bir tekel üçüncü dünya ülkelerini bilimin ilerlemesinde seyirci durumuna indirgediler. Ve bize bir çok hallerde kültürel yabancılaşma aracı olan, bağımlılığımızı arttıran teknik bilgiler aktardılar. Biz fakir uluslar durumun böyle gitmesine izin veremeyiz.”
Allende’nin otuz yıl önce söylediklerini günümüze bağlamak istiyorum.
2002 yılının Nisan ayının ortalarına doğru yine Güney Amerika ülkelerinin birinde, Venezüela’da buna benzer bir olay patlak verdi. Venezüela’da seçimle işbaşına gelen bir başkan var adı Hugo Chavez. Chavez seçimlere katılıyor ve halkın oylarıyla başkan seçiliyor. Halk Chavez’i seviyor, çünkü Chavez ulusalcı bir politika izliyor. Fakat Nisan ayının ortalarına doğru birden bire garip bir şeyler olmaya başladı. Uzun süreden beri başkent Caracas’ta televizyonlar şiddetle başkan aleyhinde yayınlar yapmaya başladılar. Gazetelerdede benzer bir durum vardı. O kadarla da kalmıyordu, ülkenin aşağı yukarı iş hayatına hükmeden Fede Camaros denen yani bizdeki TÜSİAD denen işveren örgütlerine tekabül eden bir örgüt ve örgütün başkanı olan zat Pedro Carmona şiddetle Chavez’e karşı çıkmaktaydı. Fakat daha da enteresanı işverenlerin yanı sıra işçilerde bu işe katılmışlardı. Orada STV harfleri ile ifade edilen en büyük işçi konfederasyonu başkana ateş püskürüyordu. Herkes sıkıntı içerisindeydi ve ülkenin geleceği ne olacak diye kaygılanıyorlardı. Bu sonunda öyle bir yere geldi ki yaklaşık elli bin kişiyi toplayan muazzam bir gösteri hareketi başladı. Elli bin kişi başkanın sarayına doğru yürümeye başladılar. Bunları önlemek için başkanın daha önceden örgütlediği Bolivarcı öncüler bu kalabalığın önüne geçti. Kanlı çarpışmalar oldu insanlar öldü. O sırada milli muhafızlar ve ordudan bazı generaller başkana karşı tavır takındılar ve bir teslim alma grubu giderek başkanı tutukladı. Başkanın tutuklanmasının ardından Pedro Carmona kendini başkan vekili olarak ilan etti, daha doğrusu tayin etti. Onun yerine geçti ve başkan tutuklu olduğu yerden alınarak Vorşilo diye uzakta bir yerdeki bir adaya götürüldü. Böylelikle yine benzer ve dramatik bir olay başlıyordu.
Peki bütün bunlar Hugo Chavez’in başına neden geldi? Hugo Chavez ne yapmıştı? Chavez’in yaptığı şey memleketinin çıkarlarını korumaktı. Belki bilirsiniz, belki bilmezsiniz Venezüella dünyanın büyük petrol üreticilerinden biridir. Üretimin yaklaşık % 10 unu yapar ve bu yüzdende çok duymuş olduğunuz Opec isimli petrol üretim örgütünün içindedir. Bu petrol üretim örgütünün içinde daha çok üçüncü dünya ülkeleri vardır. Hugo Chavez bunlarla ilişkiye girerek petrol fiyatlarının düşmesine karşı birtakım tavırlar takınıyordu fiyatların arttırılmasını sağlama peşindeydi ve bu iş içinde çok faaldi. Uluslar arası temaslar yapıyordu. Bu temasları kimlere kadar gidiyordu biliyor mu sunuz?
Mesela Saddam Hüseyinle konuşuyordu. Mesela Muammer Kaddafi ile konuşuyordu.Chavez’in bu tür konuşmaları taktir edersiniz ki ABD tarafından hiçte hoş görülmüyordu. Neticede beklide bunu ödetmek istemişlerdi ve kendisini küçük bir adada sürgün olarak bulmuştu.
Mesele bitmiş gibi görünüyordu. Çünkü onun yerine gelen Pedro Carmona açık bir şekilde meclisi lav etti, geçersiz saydı, seçimlerin Aralık ayında olacağını ilan etti. Cumhurbaşkanlığı seçimide şu zamanda yapılacaktır dedi ve o zamana kadar geçici bir yönetim kurulduğunu söyleyerek koltuğa oturdu.
Fakat işler Carmona’nın istediği gibi gitmedi. Ertesi gün inanılmaz bir şey oldu. Caracas’ın bütün varoşlardaki halkı ayağa kalktılar, bir araya eldiler ve başkanımızı isteriz diye sokaklarda gruplar halinde birbirleriyle birleşerek Başkanlık Sarayına doğru yürümeye başladılar. Bu yürüyüşü askerde güvenlik kuvvetleri de önlemedi. Daha doğrusu önlemeye cesaret edemediler. Çünkü Hugo Chavez taraftarları o kadar kalabalıktılar. Bu kalabalık sonunda Başkanlık Sarayını işgal etti. Sarayı işgal etmekle kalmadılar daha da öteye gittiler. O sırada oraya gelmiş olan Hugo Chavez’in başkan yardımcısını başlarına geçirdiler. Bunun üzerine kara kuvvetleri komutanlığı meclisin geçerli olduğunu kabul etmek zorunda kaldı ve böylece işler tersine döndü. Askerler Pedro Carmonayı tutukladılar. Tutuk evine kapadılar ve gidip Hugo Chavez’i adadan alarak Sarayına getirdiler. Böylece iş tatlıya bağlandı ve Hugo Chavez yeniden başkanlık koltuğuna oturdu.
Hugo Chavez’e bu işi kim yaptı? Bu işin arkasında kimler vardı? Bu sorunun yanıtı gayet basit. Bu işin arkasında ABD ve yerli işbirlikçileri vardı. İşbirlikçilerin en başında ise kıtanın en büyük servet sahiplerinden biri olan Venevizyon TV kanalının sahibi Güstavo Kesneros bulunuyordu.
Bu arada bir olay daha oldu ki, bu çok daha enteresan bir şeydi. 4 Mart akşamı İngiliz televizyonu BBC de iki kişi konuşma yaptılar. Bunlar iki İngiliz gazeteciydi. İki gazeteci daha önce dünya bankasında çok önemli bir yerde olup ta ayrılan bir başkan yardımcısıyla konuşuyorlardı ki bu adam ünlü Sticklick’tir. Konuşmanın sonlarına doğru gazetecilerden biri İMF ve Dünya bankası hakkındaki görüşlerini şöyle anlatıyordu. “ İMF ve Dünya Bankası temelde ulusları kendileri ile gizli anlaşmalar yapmaya zorluyor. Bu anlaşmalarda uluslar stratejik varlıklarını satmaya söz veriyorlar. Kendilerini mahva sürükleyecek adımlar atmaya yanaşmazlarsa her ulusun altına imzasını atması gereken 101 maddelik bir sözleşme var. Bunlara göre bu adımları atmazlarsa uluslar arası kredi imkanları kesiliyor, uluslar arası piyasadan hiç para bulamaz hale geliyorsunuz.”
Bu Hugo Chavez’in de daha öncede Salvador Allende’nin de neden iktisadi durumunu düzeltemediklerini anlatan çok güzel bir haber. Buna mukabil diğer gazetecinin söyledikleri daha da müthiş. O diyor ki: “ İMF ve Dünya Bankasının yaptıklarını yıllardır görüyoruz. Geliyorlar , içme suyu şebekelerini, demir yollarını , telefon şirketlerini , kamulaştırılmış petrol işletmelerini , benzin istasyonlarını devretmeleri için politikacılar para veriyorlar. Böylece politikacıları bunlar onlara bedava vermesini sağlıyorlar. Küreselleştirmeciler kişilere ödüyorlar sonra İsviçre bankalarına milyarlar gidiyor ve plan şu olarak görülüyor: TÜM HALK İÇİN TAM BİR KÖLELİK…
Bunu söyleyen BBC. Amerikanın müttefiki İngiltere nin devlet televizyonu ve bu televizyon içinde iki muhabir gazeteci. Şimdi ortaya öyle bir tablo çıkıyor ki üçüncü dünya ülkelerine karşı sistem mükemmel bir tuzak kurmuş ve bu tuzak içerisinde Dünya Bankasıyla İMF beraber çalışıyorlar. Bunun böyle olduğunu doğrulayan bir başka bir şey daha var. Oda Le Monde gazetesi. Le Monde gazetesi aylık bir gazetedir. Bu gazete daha önce sözünü ettiğimiz Sticklick’in yazdığı kitaptan bazı bölümler aktardı. Bunların içinde öyle bir şey vardı ki tüm bunları doğruluyor. Sticklick Dünya Bankasında çalışırken Habeşistanla yani Etyopya’yla ilgilenme görevini almış, oraya gitmiş ve Etyopya’daki durumu beğenmiş. Sticklick bakın ne diyor: “ Etyopya’nın ekonomik temelleri sağlam olmakla kalmıyor, Dünya Bankası da yönetimin işinin ehli olduğuna ve yoksullar için çalıştığına dolaysız tanıklık ediyordu. Etyopya’da yoksullar lehine özelikle kırsal halkın % 85’ini ilgilendiren tarımsal bir kalkınma stratejisi benimsenmişti. İktidara silah zoruyla gelen bir hükümet olduğu halde silaha giden paranın yoksullukla savaşa yaramadığını bildiğinden savunma giderlerini önemli ölçüde azaltmıştı. Bu bakımdan uluslar arası camianın yardımını en çok hak etmiş bir yönetimdi. Oysa makro ekonomik düzeyde elde ettiği bu iyi sonuçlara rağmen İMF ülkenin bütçe dengesi onu kaygılandırdığı gerekçesiyle Etyopya’ya yardım programını askıya almıştı.”
İşte bundan dolayı adam istifa etmiş ve bütün dünyaya İMF’ nin asıl maksadının ne olduğunu açıklamıştı. Bu bir kıssadan hissedir. Neticede Allende’nin başına gelen Hugo Chavez’in başına henüz gelmedi. İlerde gelir mi bilemeyiz ama çok kesin olan bir şey var. Allende’nin 1972 Nisan’ının 14’ünde söylediği şu sözler hala o ufuklarda çınlıyor:
BİZ FAKİR ULUSLAR DURUMUN BÖYLE DEVAM ETMESİNE İZİN VEREMEYİZ…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.