- 1129 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KIYAMET
KIYAMET
* Halit Özdüzen
Araştırmacı- Yazar
Kıyamet, Arapça ayağa kalkma, ayakta dik durma, diriliş, bir şeye kalkışma, baş kaldırma ve isyan manalarında olan “kıyam” sözcüğünden türetilmiş olup, çeşitli mecazi anlamları olmakla beraber, İslam inancında genel tanımıyla, dünya yaşamının son bulup ahiret yaşamının başlayacağı büyük olay olarak anlaşılmaktadır.
Kıyamete inanmak, Hz. Adem’le başlayan İslam inanç sisteminin altı inanç ilkesinden biridir. Kur’ân-ı Kerim’de , “kıyamet kopma zamanı” anlamında sâat kelimesi kırk yerde geçmekte, vukuu ve sonuçları ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Aynı şekilde Tevrat ve İncil’de de belirtilen ahiret hayatı, Hz. Muhammed’in hadislerinde de geniş yer bulmaktadır. İnsanın vefatıyla kendisi için kıyamet yaşamı başlamış olduğundan, buna küçük kıyamet anlamında “Kıyamet-i Suğra” denilmektedir.
Yazının ilerleyen pasajlarında İslam’ın kıyamet inanç ve anlayışına değineceğiz ve öncelikle -son yıllarda üzerinde büyük spekülasyonlar yaratılarak insanların kafası karıştırılmak istenen- Maya takvimi ve ona atfedilen “Kıyamet 2012” kehanetleri üzerinde durmaya çalışacağız.
MAYALAR
Güney Amerika kıtası halklarından olan Mayaların köklerini tarihçiler M.Ö. 2000’li yıllara kadar götürmektedir. Kaynaklar Maya kültürünün M.S. 250-950 yılları arasındaki dönemini onların altın çağı olarak gösterir. Siyasal ve sosyal kültürlerini 16. yüzyıla kadar sürdüren Mayalar, İspanyol istilasından sonra Amerika Kıtasını diğer yerlilerinin yaşadığı gibi soykırım, zorla Hıristiyanlaştırma, toprak ve servetlerinin yağmalanması gibi, karşılaştıkları barbarlıklar sonucu, azınlığa düşerek çeşitli kavimlerin arasında erimişlerdir. Günümüzde Maya halklarından kalanların sayısının 300.000 civarında olduğu sanılmakta, yoğunluklu olarak Güney Meksika ve Guatemala çevresinde yaşamakta, genellikle tarım ve dokumacılıkla uğraşmaktadırlar. Mayalardan o günün şehirleri Uxmal, Copan, Petel ve başkent Tikal’den günümüze önemli kalıntılar intikal etmiş olup, saray ve piramit şeklindeki mabetler ve arkeolojik kazılarda çıkan buluntular, yaşadıkları çağda komşularına kıyasla kültür ve sanatta ne kadar ilerde olduklarını göstermektedir.
Maya uzmanı bilim adamları, Mayaların kullandıkları hiyeroglif yazının Orta Amerika bölgesinin en gelişmiş yazısı olduğunu belirtmektedirler. Bu gün için Mayalara ait olduğu belirtilen takvim, Maya öncesi Orta Amerika halklarının kullandığı ortak takvimdir. Maya hiyeroglifleri ile günümüze ulaştığından “Maya Takvimi” olarak bilinmektedir.
Kaynaklara göre yerel lisanla “Haab” adını taşıyan takvim, bazı farklılıklarla bugün kullandığımız güneş takvimine benzemektedir. Bir yıl, 20 şer günlük 18 ay ve 5 ek günü kapsayan 365 gün olarak belirlenmiştir. Takvim başlangıcı Miladi Takvimde M.Ö. 21 Aralık 3113 yılına denk gelmektedir. “Uinal” olarak adlandırılan bu 20 günlük ayların toplamı 360 gün tutmakta, Maya zaman ölçümünde buna “tun” adı verilmektedir. Takvim 5000 yıllık periyodu kapsayacak şekilde 144.000 (bak) “tun” olarak düzenlendiğinden süreç 2012 Aralık ayının 21’inde son bulmaktadır.
Mayaların da gök bilimi ve yıldızları takip konusunda Sümerler gibi gelişmiş bir millet oldukları bilinmektedir. Rahiplerinin sihir, büyü ve astroloji bilgisi yanında gizli bilgiler olarak nitelenen ezoterik bilgilerle uğraştıkları, o kavmin devamı olan toplumlarca günümüzde de -yasaklanmış olmasına rağmen- hala yaygın olarak kullanılmasından anlaşılmaktadır.
Mayalar hiçbir zaman 21 Aralık 2012’nin kıyamet tarihi olduğunu belirtmedikleri gibi, tarihin sonu olduğunu da söylememişlerdir. Ayrıca gerek o ırktan gelen araştırmacılar ve gerekse de Maya uzmanlarının çoğunluğu da böyle bir iddiada bulunmamaktadır. Öyleyse popüler kültürün ürünü olan bu sav nereden çıkmıştır? Meksika’nın Tabasco bölgesinde Maya yerleşim alanında bulunan klasik döneme ait tabletlerden bazıları günümüzde 2012 kıyamet teorisinin en önemli kanıtı olarak tanımlanarak, çıkar amaçlı kullanılmıştır. Altıncı Tortuguero Anıtı’nda Maya zaman dilimine göre takvimin son bölümü olan 13. “tün”ün sonu yukarıda da belirtildiği gibi bu günkü Gregoryen takviminde 2012 yılına karşılık gelmektedir. Maya uzmanı Mark Van Stone yazıtın üzerinde “13. (bak)tun sona erecek...” yazısından sonra “siyah...kaplayacak ,gökten gelecek...” yazdığını söylemiş, ancak yazıların hasarlı ve silik olması yüzünden net bir açıklama yapılamayacağını belirtmiştir. Buradan yola çıkan bazı açıkgözlerin, yazdıkları bilim-kurgu kitaplarının liste başı olduğunu gören Hollywood yapımcıları, olayı sinemaya aktarmış ve bolca reklam pompalayarak yeşil dolarları ceplerine indirmişlerdir! Bütün ülkelerde eşzamanlı olarak vizyona giren filmin Türkiye sinemalarında üç haftada bir milyon seyirciye ulaştığını söylersek, yapıtın ne kadar sanatsal ve bilimsel(!) ve ne kadar dolarsal değerde olduğu anlaşılacaktır.
Hiç kuşkunuz olmasın, yakında bu ve benzer konular daha cafcaflı tavalarda ısıtılıp -yeni mönüymüş gibi -önümüze servis yapılacaktır!...
Bu gelişmeler olurken, astroloji ve ezoterik (gizli bilgi iddiası) şarlatanları “Kıyamet 2012” tellalı kesilerek basında baş köşelerde yer alırken, bilim adamlarının karşıt düşünce ve görüşleri, ya yer bulamamış ya da televizyonların gece kuşaklarıyla yazılı basının iç sayfalarında verilmiştir. Tartışmalar alevlenip yetişme çağındaki çocuklar ve gençler üzerinde olumsuz etkiler oluşmaya başlayınca, ABD Ulusal ve Havacılık Dairesi (NASA) bilim adamlarından David Morrison “Kıyamet 2012” filmine yönelik tartışmalardan sonra bazı sorulara tatmin edici yanıtlar vererek, ortamın şimdilik kısmen de olsa sakinleşmesini sağlamıştır. Şimdilik diyoruz çünkü: Yayınevleri bu tarz kitaplarını satacak okur buldukça, yazılı ve görsel basın, tiraj ve reyting hesaplarıyla şarlatanlara yer verdiği sürece, “reklam verenler” de medya mahallesindeki değirmene su taşımaya devam edeceklerdir.
İDDİALARA CEVAPLAR
NASA uzmanı David Marrison’a sorulan sorular ve verdiği cevaplar orijinalinden tercüme edilerek aktaran kaynaklardan şöyle özetlenebilir:
1. Soru: 2012 yılında kıyametin kopacağı nereden çıktı ve Mardukla bağlantısı nedir?
Cevap: Marduk ve kıyamet söylentilerinin kökeni Sümerlilere dayanmaktadır. Sümerliler bu gezegenden Anunnaki isimli uzaylıların dünyayı ziyaret ettiğine inanmaktaydılar.
2. Soru: Sümerliler astronomide gelişmiş bir uygarlıktı. Bu öngörüleri doğru çıkamaz mı?
Cevap: Uranüs, Neptün ve Plüton’u keşfeden Sümerliler, Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü dahi keşfedemediler.
3. Soru: Marduk’un 1983 yılında “Gezegen X” olarak keşfedildiği ve kayıtlara geçtiği doğru mudur?
Cevap: 1983 yılında IRAS uydusu tanımlanamayan bir şey görüntüledi; daha sonra bunun bir galaksi olduğu anlaşıldı. Fakat basın bunu yeni bir gezegen olarak ilan etti.
4. Soru: İnternette yayınlanan birçok Marduk fotoğrafı var. Bunlar gerçek midir?
Cevap: Bu fotoğrafların çoğunda Marduk’un güneşin arkasına saklanmış olduğunu göstermek ve bu görüşü desteklemek için güneşle yakın gösterilmiş. Ancak bu fotoğrafların tamamı fotoshop ürünüdür.
5. Soru: Marduk bir aldatmacaysa NASA neden bununla ilgilenmekte ve ABD hükümeti neden bir açıklama yapmamaktadır?
Cevap: Maalesef iddiaları NASA ile ilişkilendirilmeye çalışıyorlar ve internette de bunu engelleyebileceğimiz herhangi bir yasa bulunmamaktadır.
6. Soru: Marduk görüntülerini ve koordinatlarını Google Sky ve Microsoft Telescope gibi uyduların kararttığı iddia ediliyor; bu doğru mu?
Cevap: Dünya sürekli hareket halindedir. Bu yüzden bir gezegen sürekli aynı noktada görünemez. Ayrıca Microsoft ve Google eksik veri yüzünden o bölgeleri boyadığını açıklamıştır.
7. Soru: Maya Takvimi neden 2012 de son bulmaktadır?
Cevap: Mayalar çok zeki bir kavimdi. Karmaşık bir takvim geliştirdiler ve dünyanın bu zamana kadar yaşayacağını öngöremedikleri için 2012 de sonlandırdılar.
8. Soru: 2012′de tüm gezegenler aynı hizaya gelecek. Dünya da Samanyolu’nun tam ortasında yer alacak. Bu dünyanın çekim kuvvetini tersine döndürür mü?
Cevap: Gezegenlerin aynı doğrultuya gelmesi özel bir çekim alanı oluşturmaz. Dünya zaten Samanyolu’nun merkezinden 30 bin ışık yılı uzakta bulunmaktadır.
9. Soru: 2012 yılında çok güçlü düzeydeki güneş fırtınalarının dünyanın manyetik alanını mahvedeceği tahminleri doğru mudur?
Cevap: Güneş fırtınaları yaklaşık olarak her 11 yılda bir gerçekleşmektedir. Bundan önceki güneş fırtınaları 2001 yılında meydana gelmiştir ve bir sonrakinin ise yaklaşık 11 yıl sonra yani 2012 civarında meydana gelmesi öngörülmektedir. Bu tip fırtınalar ve patlamalar insan veya Dünya üzerindeki herhangi bir canlı için tehlike oluşturmamaktadır. Dünya’nın magnetosfer tabakası uzaydan veya güneşten gelen herhangi bir tehlikeyi tutmakta veya saptırmaktadır. Bu nedenle manyetik kutupların savrulması, ters dönmesi gibi bir durum beklemek bugün için yersizdir. Böyle bir manyetik dönüşüm sadece 400.000 yılda bir kez olmaktadır.
10. Soru: 2012 yılında Dünya’ya meteor çarpacak mıdır?
Cevap: Dünya, kuyruklu yıldız ve gök taşı çarpmalarına her zaman maruz kalmaktadır. Bununla beraber çarpmaların büyük çaplı zararları çok nadirdir. Son büyük çarpışma 65 milyon yıl kadar önce olmuş ve bu dinozorların yok olmasına sebep olmuştur. Henüz bu boyutta bir tehlike belirlenmemiştir.
Gaybı, Yüce Allah’tan başkasının bilmesi mümkün değildir. Bu nedenle kıyamet saatinin ne zaman gerçekleşeceğini ne Sümerlerin ne de Mayaların bilemeyeceği gibi, teknik ve teknolojinin bunca gelişerek uzayın kapılarının aralanmasına rağmen Big-Beng teorisini test eden çağın âlimleri de belirleyemeyecektir. Birçok alametin gerçekleşmiş olduğu kesin olmakla beraber, Hz. Peygamberin hadislerinden anlaşıldığı kadarıyla, yeryüzündeki salih kulların miktarının yüksek olduğu bir dönemde kıyamet kopmayacaktır.
Yaşayanlar görecektir ki 2012 tarihi geldiğinde takvim hatası olduğu belirtilip 2014’e ertelenecek; o tarihte de vuku bulmayınca yeni bir teori ile yeni kehanetlerde bulunulacaktır. Nitekim bazı felaket tellalları, daha önce Dünya’ya bir gezegenin çarpacağı tarihi 2003 olarak belirlemişlerdi; gerçekleşmeyince 2012’ye ertelediler. Bir atasözümüz vardır: “Bir delinin kuyuya attığı taşı, bin akıllı çıkaramamış.” Fakat bir gerçek var ki insanoğlu çevreyi tahrip edip ekolojik dengeyi bozarak ozon tabakasının yırtılmasını sağlayıp küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi sebeplerle kıyametten önce kendi sonunu hazırlamaktadır!...
KIYAMET NE ZAMAN KOPACAK
Yüce Allah (C.C.) Casiye Suresinde “Kıyamet kopunca, işte o gün batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır.”( 45/27) buyurduktan sonra, Ahirette sorguya çekildikleri zamanki şaşkınlıklarını da şöyle haber vermektedir: “Gerçekten Allah’ın vaadi haktır, kıyamet saatinde hiçbir kuşku yoktur.” denildiği zaman siz: “Kıyamet saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zanda (ve tahminde) bulunup zannediyoruz; biz kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz.” demiştiniz. (45/ 32) Bir başka ayette ise mealen: “Sana ne zaman gelip çatacak diye kıyamet saatini soruyorlar. De ki ona ilişkin bilgi Rabbimin katındadır.”(Araf 7/187) buyrulmaktadır.
Bir kere daha altını çizerek belirtmek gerekirse, gerek Kur’anda, gerekse de hadislerde kıyametin kopuş zamanı konusunda bilgi verilmemiş, ancak o zamanın öncesinde ve gerçekleşme sürecinde ne tür olayların olacağı konusunda bazı bilgiler aktarılmıştır. Bunlardan en önemlileri: Dâbbetü’l arzın çıkışı (en-Neml 27/82), Gökten insanları saracak bir duman (duhân) yayılması (ed-Duhân 44/11-12) ve Ay’ın yarılacağı (el-Kamer 54/1) ayetlerde geçmektedir. Ayetlerin yorumundan “duman” ve “Ay’ın yarılması”nın kıyametin kopuşundan itibaren vuku bulacak olaylar olduğu anlaşılmakta olup, Ahmet Bin Hanbel ve Müslüm’de yer verilen bir Hadis-i Şerifte, “Dabbe”nin bu olaylardan önce vuku bulup, bazı temel gerçeklerin kesin olarak anlaşılmasını sağlayacağı belirtilmektedir. “Dabbe” konusunu âlimler Müteşabihat olarak ele alıp, ona çeşitli anlamlar yüklemiş fakat mahiyeti hakkında, görüş birliği sağlayamamışlardır. Elmalılı Hamdi Yazır “dabbe” sözcünün üzerinde durarak, “Bu ayette geçen ‘dabbe’ nekre (belirtisiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dabbelerden başka bir dabbe olması akla gelir.” diyerek, konuya yeni bir anlayış ve yorum getirmiştir. Buradan yola çıkan bazı sözlük düzenleyicileri, “kelime olarak ‘dabbe’nin hareket eden teknik alet ve nesneleri de kapsadığını” belirtmişlerdir. Bu nedenle yeni araştırmacı ve yorumcular “dabbe”nin radyo, televizyon, bilgisayar ve internet olabileceğini savunmuşlardır.
Dabbetü’l Arz’dan Kur’an-ı Kerimde şöyle bahsedilmektedir: “O söz, başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dabbe(canlı) çıkarırız, o da insanların ayetlerimize kesin bir dille inanmadıklarını söyleyecektir.” (Neml 27/82) Ayette varlığın canlı olduğu belirtilmiş, ancak hayvan olduğuna dair herhangi bir ibare konmamış olmasına rağmen, tefsir âlimlerinden bir çoğu ayette geçen “dabbe”nin hayvan olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu güne kadar üzerinde görüş birliği sağlanamamasının önemli sebeplerinden biri de, ilk dönem araştırmacı ve alimlerinin “canlı varlığı” mitolojik hikayeler ve Yuhanna’nın Vahy kitabında (bap 13-14) geçen ve İsrailiyyat kaynaklarında olağanüstü bir varlığa benzetmelerinden kaynaklanmıştır. Bazı kitaplarda o yaratık anlatılırken gerçekmiş gibi resimlerle de süslenmesi, akılları iyice karıştırmıştır. Çağımız tefsir âlimleri ve araştırmacılar dabbeyi: kıyamete doğru insanların bazı gerçekleri anlamasını sağlayacak, o güne kadar bilinenlerin dışında bir canlı varlık olarak tanımlanmaktadırlar.
Bu konuda üzerinde durulması gereken görüşlerden birisi de daha önce “Kıyamet Saatinde Deb-betü’l Arz, Mehdi ve Hz. İsa” isimli makalede yer verdiğim Adıyamanlı müteveffa âlim, Kazım Yardımcı’nın yorumudur. “Tanrının Dab-betü’l Arz buyruğu, yerin özelliği anlamınadır. Yerin özelliği atomdur. Dinimizin işaret ettiği Dâbbetü’l Ard (z) atomun bölünüşüyle zuhur etmiştir. Atom bölünmüş, yerin özelliği ortaya çıkmıştır. Dâbbetü’l Arz olan atomun bölünüşü, en küçük parçanın yok olmayıp tersine sonsuzlaşması, ağırlık ve boyutlarından çıkıp ışığa dönüşmesi ve her şeyin aslının bir tek nur olduğunun anlaşılması, bunun apaçık işaretidir. Artık anlaşılmıştır ki: İki şey yoktur; her şeyin aslı bir tek nurdur ve bu nur kenarsız ve sonsuzdur. Atomun bölünüşü, “Âlemin yokluktan var olduğu”(düşüncesindeki ) “Akılcı İslam Feylesoflarının” görüşünü yok etmiştir. Onlar (atom için), “Cüz’i la yeteceza“ yani parçalanması mümkün olmayan, parçalanınca da yok olacak olan parçayı nazari olarak kabul etmişlerdi. Atomun bölünüp yok olmadığı, aslının ışık – nur- olduğu ve sonsuzluğa karıştığı kesinlikle anlaşılınca, bu gün artık klasik teoriler iflas etmiştir.” (Varlık s.52,53)
Atomun parçalanmasından sonra insanlık şimdi de en küçük zerrecik olarak nitelenen evren birimini aramaktadır; o birimin nur olduğu ve koca evrenin o zerrede gizli olduğu anlaşıldığı gün, İlahi iradeyle varlıkta var olunduğunu ve ölümle yok olunmayacağı anlaşılacaktır.
KIYAMETTE GERÇEKLEŞECEK OLAYLAR
Kur’anın haber verdiğine göre: Kıyamet saati gelip çattığında, onun gerçekleşmesi için dört büyük melekten biri olan Hz. İsrafil tarafından iki kere Sur’a üflenecektir. Tefsir alimleri Sur’un boru şeklinde bir alet olduğunu belirtmektedirler. Melek ilahi bir varlık olduğundan üfleyeceği alet de mutlaka ilahi özellikler taşıyan bir alet veya vasıta olacaktır. Nitekim Sur’un üflenmesi sonrasında çıkacak ses, yeryüzünün her yanına ulaşacağı gibi cinler, melekler ve ruhlar aleminde de duyulacaktır. Bu birinci üfleme kıyamet saatinin başladığının ilanıdır. “Sura üflenildiğinde; Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerde ve yerde ne varsa çarpılıp yere yıkılır.”(Zümer 39/68) İsrafil (A.S.)’in çıkardığı melekuti sesin şiddetinden gökteki bazı varlıklar baygın, yerdeki varlıklar ölü konumuna gelecektir.
Sur’un üflenmesiyle kıyamet başlamış olmaktadır. Kıyamet müminler için o kadar korkulacak bir son değildir; üflenen Sur muttakiler için, Hz. Mevlana’nın bahsettiği Şeb-i Arus’un başlangıcıdır. Birinci Sur’un üflenmesinin arkasından Dünya, Ay ve Güneş sistemi ile yıldızlar âlemi, maddi yaratılışın tersi olan çözülme evresine girecektir. Kâinatta hüküm süren kozmolojik düzenin bozulması, Ay’ın yarılması ve Güneş’in batıdan doğması gibi bir takım kozmik olaylar başlayacaktır. “(O) Gün olur göğü yazı tomarlarını dürer gibi düreriz. İlk yaratılışta başladığımız gibi onu baştan yaparız.” (Enbiya 31/104) Kur’an’da olacaklar sayılırken : “Dağların yerlerinden sökülüp dünyayla çarpışacağı” (69/14, 73/14) “Dağların toz duman olacağı” (56/6), “Yerin sarsılarak yarılıp ağırlıklarını dışarıya çıkaracağı” (99/1-5), “Denizlerin kaynayacağı” (81/6, 82/3); “Göğün yarılıp erimiş yağ gibi ve kıpkızıl bir gül rengini olacağı” (55/37), “Yıldızların kararıp döküleceği” ( 81/2) … bildirilmektedir.
Bu olaylar yaşanırken yeryüzü, sarsıntı ve depremlerle çözülerek mağmanın dışarı çıkmasından sonra, denizlerin kaynayarak buharlaşması, patlamalarla Dünya’nın kızıl bir ateş yığınına dönerek uzaya savrulması kaçınılmaz olacaktır. Aynı şekilde Dünya’nın çekim kuvvetinden kurtulan Ay’ın da Dünya’yla çarpışarak yok olması veya Dünya gibi çözülerek uzaya saçılması doğaldır. Güneş sistemindeki düzenin bozulmasıyla beraber Güneş ve yıldızların birbirleriyle çarpışarak gökyüzü ve uzayın erimiş kızıl alev kitlesine dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Rabbü’l Alemin’in mağfiretinden, insanlar ve canlılar ölmüş oldukları için, hiçbir canlı o korkunç olayı kurgu roman ve filmlerde olduğu gibi seyrederek yaşamayacaktır!
Bu felaketler sonrasında gerçekleşecek zincirleme reaksiyonlarla yeniden oluşacak büyük patlama ile maddi alem yaratış öncesinde olduğu gibi, evren birimiyle kaplı sonsuz nur denizine dönüşecektir.
SURUN İKİNCİ ÜFLENMESİ
Sur’a üflenme sonrasında Güneş sistemi yok olup, “Yer başka bir yer; göklerde başka gökler haline getirileceği” (14/48) için, bu oluş evresinde ne kadar zaman geçeceğini bilmek oldukça güçtür. Aslında zaman, yerini zamansızlığa terk edeceğinden zamandan bahsetmek de yanlıştır. Yüce Rabbin iradesiyle başlayan süreçte yeni âlemin, eski âlemle hiçbir ilgi ve benzerliği kalmayacaktır. “Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmaya kadir değil mi? Elbette (öyledir); O yaratandır ve her şeyi bilendir. O bir şeyi istediğinde onun buyruğu “Ol” demektir. O da hemen oluverir.” ( Yasin 36/81,82)
Bu oluşum sonrasında yeni bir tecelli gerçekleşerek İsrafil ikinci sefer Sur’a üfleyecektir. Bu üfleyiş yeniden dirilişin müjdesidir. “… Sura bir daha üflenmiştir onlar ayağı kalkmış( dirilmiş) durumda çevreye bakınıyorlar.” (Zümer 39/68)
Yeniden dirilen kavimler bölük bölük kendileriyle görevli meleğin çağırdığı yerde toplanınca, sıra yüce divanın kurulmasına gelecektir. Herkes toplandıktan sonra Melekler sıra sıra dizilecektir. Her şey hazır olunca Yüce Divanın Hâkimi Allah ( C.C.) , divanı yönetmek için ilahi tecellisiyle teşrif ederek, Divanı şereflendirecektir. Onun gelişi ve güzelliğinin nuruyla her yer binlerce kat tekrar parlayıp aydınlanacaktır… Derken Yüce Divan açılıp kitap ortaya getirilerek herkesin yaptığı işlerin kayıtları açılacaktır. Yargı sırasında sadece kayıtlarla yetinilmeyip yargılanan şahsın ve ümmetlerin bağlı olduğu peygamberler ve şahitler (Peygamberlerin varisi olan takva sahibi âlimler) de o celsede hazır bulunacaktır. Yargı sırasında herkese sonsuz savunma hakkı verile-cektir.(Yaptığımız işler ayrıntılı olarak ortaya konulduğunda kimin savunmaya takati kalabilecek ki!) Yüce Allah’ın Adil, Rahman ve Rahim isimleri tecelli ederek, yapılacak yargılama sonrasında insanlar arasında tam bir adaletle hüküm verileceği va’dedilmiştir. Hüküm verilmeden önce “Allah’ın izin verdikleri” şefaat haklarını kullanacaklardır. (İslam geleneğinde dayanağını Bakara Suresi 255. ayetten alan görüşe göre, başta Peygamber Efendimiz olmak üzere, diğer peygamber ve veli kulların Allah’ın izniyle şefaat yetkisi olduğu, çoğunluk tarafından kabul edilmektedir.) Herkes yaptığının karşılığını tam bulup bazı yüzler sevinçten gülerken, bazı yüzleri korku ve hüzün kaplayacaktır. (Ayrıntılı bilgi için Bkz: Zümer 39/ 67-75)
Divan ve yargının bitiminde yüzü gülenleri sevinçli ve mutlu bir yaşam beklerken, hüzünlüleri de kasvetli ve elemli bir yaşam beklemektedir. Yüce Divanın sonunda Melekler Rabbimizin Arş’ını çevreleyerek O’nu tesbih etmeye başlayıp, yeri göğü inleten tezahüratta bulunacaklardır. “Aralarında Hak ile hüküm verilmiştir. Ve: ‘Alemlerin Rabbine Hamdolsun’ denilmiştir.” (Zümer 39/75)
Yüce Allah o günümüzde yardımcımız olsun. O ne güzel Mevla, ne güzel yardımcıdır…
* Özdüzen’in çalışmalarından Aşk Yolcusu, Tasavvuf Yolcusu ( Ötüken Yayınları/İst.) ve Esmaü’l Hüsna ( Beyaz Kule Yayınları/Ank.) yayımlanmıştır. Ayrıca çok sayıda şiir, makale ve denemesi gazete, dergi ve Internet sitelerinde yayımlanmaktadır. Şiirlerinden bir bölümü çeşitli formlarda bestelenmiş olan yazarın, araştırmalarında kitaplaşanlardan bir kaçı yayımlanmak için yayınevinde sıra beklemektedir.
YORUMLAR
kişi öldümü kıyameti kopmuş olur.her dakika içimizden birileride öldügüne göre kıyamet her an her saniye kopuyor zaten.....