- 551 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ben O'na râm...
Ramazana and olsun ki buğday tarlalarında başaklar, Hz İsmail gibi kurban sofralara. Güneş, râm oldu yörüngesine, yıldızlar kubbesinde ihtişamın iftar açar gibi serpilmiş. Vakit ezanlarıyla nağme dizen şu kanatlılar, erzaklarını yaprak sofrasına koyarlar da şükrün geceye düşen ezanını beklerler. Ağaç, toprağa; toprak , onda olana; kul, açlıkla imtihana râm. Ona belirlenmiş yol çizilen nehir, Filistin’de peygamber sofralarına misafir. Bir yetim ki babasının ona emanet ettiği oruca râm. Annesini kaybetmiş küçük kız çocuğunun sofrasında tabaklar gözyaşı dolu, gece yetim, sahur yetim, iftar melûl oldu yanaklarında. İlk ezanla besmele serpildi dudağına da bir lokma hurma anne özlemiyle düşüverdi kursağına. Ülkemde toplar oruç nişanı iken, Filistin’de toplarla yere yığılan her beden, mahşer sofrasında hak tabaklarında zemzem suyu ile başlanacak o vaktin sûruna râm. Acı, gözyaşına, gözyaşı toprak olacak bedene, beden orucun sahibine râm.
Ramazan, yurdumda gülbahçesi, rüzgarı saba makamına düşen hüzzâm, kokusu misafir çeken misk, manası mezartaşlarındaki hüvelbâkî kadar gerçek.
Kürsüsünde arzın, kubbesinde semânın yankısı Bilal-i Habeşî’den kalma ezan! Orucuma seninle başlayıp orucumu seninle açarken fikir dünyama kaknüs kuşu ezgisi bıraktın. Beni berbâd, beni zelîl, beni hakîr eden nefsime gül ektin de yoksula varis kıldın. Şimdi gönül penceremde mahyası var vaktin. Zayıf soframda yetim doyurmaya gönüllü imanım sesine kulak veriyor da utanıyor hân-ı iştihâdan kalma gençliğime. Ne firâklar yaşamış şu çocuklar ki oruç onlar için her vakit. Ezanlar ateşten yakan lav silahlarına sükût. İftar o arada açılan sofrasız. Nimet dudaklarda duayı kunut.
Bu ramazan da yas tutuyor analar, bu ramazan da oruçlar acı ile açılıyor. Gönül denizine bırakılan onlarca gemiden gözyaşı, umut filelerini dolduran onlarca hıçkırık. Günahsız bir Filistinde, günahsız yavrulara toprak râm, su râm , gökyüzü râm.
Aç kalan çocukları umut filesinde saklarken sen ey toprağın yırtık gömlekli insanı! Bir gün dört köşeli mekanda köşeler yaşayacaksın. İftar münker, sahur nekir olur da yakana yapışırsa, kıvrıldığın fanusta soluksuz kalacaksın. Bir yavrunun titrek kalbiyle açılan oruç, tüm şiddetiyle kıskıvrak yakalarken seni, bedbahtlığın kendi ateşini üfleyecek.
Sahurdan kalma bir tat sabahın kızıllığına doğru yol alırken mukabeleyle başlayan komşuluk figürleri tahta cumbalı odalarda hala duyulur gibi. Dedikodu gemilerini batıran bu vaktin, maddeciliği hümanist yaklaşımlarla eriten bu vaktin, saltanatları, mevki ve makamları kızıldeniz gibi örten bu vaktin, iftar beşiğini sallarken anne hassasiyetiyle bel bağladığını hissediyorum. Binbir edeble kurulan sofrayı tevazu ile bekleyen çocukluğum, kapı eşiğini aralayıp ezanın ilk habercisi olma heyecanına ne kadar da mübtela idi. Ramazan şuuruna vakıf olamadığım o vakitler, oruç tutma denemelerine haizdi ki çoğu defasında öğleye gelindiğinde sırtı yere gelmiş bir güreşçi gibi mağlub oluyordum. Emekleyen bir çocuk gibi iki adım atıp devrilen sonra tekrar doğrulup üç adım atar gibiydi orucum.
Ramazana and olsun ki; gümüşten bir ibrik parlak bir bardağı suyla okşar gibi kalpleri billurlarştıran manaya muhtacız. Bir tutam sahuru iftar toprağıyla örtüp gönülbahçeme yerleştirene hamd olsun. Ben O’na râm, sen O’na râm, biz O’na râm...