Amca Çocukları
Rıza efendi ve kardeşi Cemal Efendi, çalışmaktan yorulmuş, artık işlerden ellerini eteklerini çekmeye karar vermişlerdi.
Ağabeyi Rıza Kardeşi Cemal’e;
Cemal, yeter artık bize bu kadar çalışmak, bak evlatlarımızda büyüdü, kocaman adam oldu, benim iki, seninde bir tane aslan gibi oğlun var, gel biz seninle köşeye çekilelim, sahneyi tamamen onlara bırakalım. Dedi
Cemal; Haklısın abi, artık benimde çalışacak gücüm kalmadı. Ben altmış, sen ise neredeyse yetmiş yaşına geldin, artık köşeye çekilme zamanıdır. Dedi.
Ağabeyi Rıza oturduğu koltuktan kalkarak, hadi kardeş dedi gülerek, bizi artık memleketten başka yer kabul etmez.
İki ihtiyar çocuklarını çağırdılar ve;
Delikanlılar, biz iki kardeş olarak artık bu sahneden çekilmeye ve buranın yönetimini sizlere bırakmaya karar verdik. Sizlerinde bizim gibi, çalışıp işleri daha da büyütmenizi, çocuklarınıza daha büyük bir miras bırakmanızı umuyoruz.
Mal paylaşımına gelince, dedi Rıza Efendi;
Hissenin %50 si yeğenim Sinan’ın %25 büyük oğlum Davut’un, diğer %25 ise küçük oğlum Kadir’in dir.
Davut buna biraz bozularak;
Ama baba, neden bizlere %25 Sinan’a %50 dedi.
Rıza Efendi; Oğlum, ben kendi hakkım olan, %50 hisseyi ikiniz arasında pay etmek zorundayım. Cemal amcanızın tek bir oğlu olduğu için, Sinan, babasının tüm hisselerini almaya, yalnız başına hak kazanmıştır.
Paylaşım ve tartışma burada bitmiştir. Hadi işlerinizin başına, amcan ile ben yarın yola çıkıyoruz.
Cemal Efendi, akşam oğlu Sinan’ı yanına çağırdı ve;
Bak oğlum, biz amcanla ardımızda kırk yıllık bir emeği, sana ve amca çocuklarına bırakıyoruz. Sakın ola, para veya herhangi bir şahsi menfaat için, onların kalbini kırma, onlara karşı hep iyi ol.
Sinan; Elbette baba, onlar benim kardeşlerimdir. Sen merak etme, gerekirse ölüme atlarım onlar için, biz bir kanız.
Ve ertesi gün iki ihtiyar vedalaşarak yola çıkarlar. Fakat 50 Km ötede fani dünya yolculukları biter ve ebedi yolculuğa başlamak üzere gözlerini yumarlar.
Yolda karşılarına aniden fırlayan kuzuya çarpmamak için, Cemal Efendi direksiyonu çevirir ve yolun sağ tarafındaki şarampolden yuvarlanırlar.
Bu feci kazadan yaklaşık üç ay sonra, Davut ile Kadir, Sinan’ın, yönetimde daha fazla söz sahibi olmasını kaldıramaz ve ona bir tuzak hazırlarlar.
Davut; Bak Kadir, şimdi Sinan’ın odasına gayet sıcakkanlı ve babacan bir tavırla gidip, bu belgeleri ona imzalatacaksın.
İyi’de abi, ya imzalamazsa, ya okuyacam derse…
Hayır, öyle bir şey demez ,o güvenir bize, tabii burada senin rolünde büyük, göreyim seni hadi bakalım.
Kadir, peki abi der, ve masasından kalkarak Sinan’ın odasına girer.
Amcaoğlu merhaba, nasılsın, ya gömülmüşsün yine işe güce, ara ver biraz canım, bırak birazda biz çalışalım yahu, Sinan gülerek cevap verdi;
Haklısın valla amcaoğlu.
Haa Sinan, bak az daha unutuyordum, şunlara bi imza at, sonra da çıkıp bi yemek yiyelim seninle, abimide alırız.
İyi olur be amca oğlu, ver bakalım imzalayalım.
Sinan evrakları eline aldı ve tam imzalayacakken, durakladı. Sonra, yavaş yavaş sayfaları karıştırarak, nedir bunlar Kadir dedi.
Kadir biraz afallayarak, önemli bir şey değil, rahmetli babalarımızın az bi miktar alacağı kalmış, onunla ilgiliymiş. Avukat az önce getirip, abime bırakmış.
Hadi imzala da çıkalım bir an önce çok acıktım.
Evet bende çok acıktım vallahi hadi bir an önce çıkalım.
Ve Sinan, elindeki her şeyin gittiğinden habersiz, imzaladı yazılarla dolu beyaz kağıdın altını.
Geçen birkaç gün sonunda, Davut Sinan’ı çağırttı ve;
Sinan senin artık burada hiçbir hakkın ve yetkin yoktur. Eğer bizimle çalışmak istiyorsan, çocuklara söyle sana bir iş ayarlasınlar, aksi takdirde kapı orda.
Sinan, neye uğradığını şaşırmıştı. Sanki kafasından, kaynar sular dökülüyordu.
Neler söylüyorsun sen Davut, saçmalama…
Saçmaladığım filan yok Sinan, al bak şu belgelere.
Sinan, bir süre düşündükten sonra her şeyi anladı. Ve bir anda, babasının ona verdiği öğütler geldi hatırına, Allah’ınızdan bulun diyerek kapıyı vurdu ve bir daha da yüzünü gören olmadı.
Üç ay, beş ay derken, aradan yıllar geçti. Ve artık bu iki kötü kardeş arasında, soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştı. Kadir her fırsatta, şirket hesabından para alıyor ve kumar oynayıp içki içiyordu. Bir gün, abisinin Sinan’a yaptığını, oda abisine yapmış ve abisini saf dışı bırakmıştı.
Sonra tüm malvarlıklarını ve paralarını kumarda kaybetmişti. Artık ne onun, ne de abisinin, beş kuruş parası yoktu ve o büyük şirketleri tarihe karışmıştı.
Peki ya Sinan…
Ona ne olmuştu, neredeydi. Neler yapıyordu. Yaşıyormuydu, ölmüşmüşmüydü.
Yaşıyordu…
Davut’a son sözünü söyleyip çıktıktan, yaklaşık altı ay sonra, gittiği bir ticaret şehrinde, babasının eski bir arkadaşı olan Hüsrev Efendi ile tanışmıştı. Ve ona olayları bir bir anlatmıştı. Hüsrev Efendi ise, ona burada bir iş vermiş, Sinan işinde başarıyı yakalayıp, şirketi üst seviyelere yükseltmişti. Bunun farkına varan Hüsrev Efendi, şirketin tüm hisseleriyle birlikte, tek evladı olan kızı Şengül’ü de Sinan’a vermişti.
Kadir, bir kumar masasında kafasına sıkılan tek kurşun ile öldürülmüş, Davut ise, yeni bir hayata başlamak için eşini ve çocuğunu alıp başka bir şehre göç etmişti.
Davut Eşine; Gülendam, ben çıkıp biraz daha iş bakayım, bir aydır buradayız henüz bi iş bulamadım. Hadi kalın selametle, çocuğa dikkat et.
İş aramaktan yoruldu ve bir kahvede oturup, çay içip dinlenmek istedi. Eline aldığı gazetede, güzel bir ilan vardı. Bir şirkete, orta düzey bir yönetici aranıyordu hemen adresi not etti ve yola koyuldu. Adresi buldu ve ilan için geldiğini söyledi. Kapıdaki görevli, onu gerekli yere yönlendirdi. Davut iki kat yukarı çıktı ve kapıyı çalarak içeri girdi.
İçerde, sırtı kapıya dönük, ayaklarını uzatmış dışarıyı seyreden, bir adam vardı.
Davut; Pardon, ben iş için gelmiştim. Size yönlendirdiler.
Adam, yavaşça ayaklarını indirdi ve yüzünü Davut’a döndü.
Bu yüz Sinan’dan başkası değildi.
Ali Arif ÇAKA
10 ocak 2009 -Adana-
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.