- 1582 Okunma
- 19 Yorum
- 0 Beğeni
İnsanlığımdan Utanıyorum
Ocak ayının en soğuk günlerinden birisiydi. Sıcacık evinden, hiç kimse başını dahi, dışarı çıkartmak istemiyordu. Ayaz, tipi ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda, hangi insan, ya da hangi canlı, sokağa çıkmak isterdi ki?
“off.! Keşke dışarı çıkmak zorunda olmasam. Ama çıkmam gerek, akşama çocuklarımın karnını doyurabilmem için, ekmeğimi, ardından da onların çok istemiş olduğu köfteyi yapabilmek için, et almam gerekiyor” diye düşünüyordu.
Sonra kendini telkin etmek ve haklılığını ispat edecek bir şeyler bulmak istercesine;
“ Yarın belki hava daha güzel olur, o zaman çıkıp alsam, ne olur ki? Çocuklara, bu gün evde olanlardan bir şeyler yapsam, bakkala da telefon açarım, ekmeği bir poşet içinde, asansöre bırakıverir”
Bu düşüncesinden de rahatsız oldu. Çocuklar, annelerini, hiç huzursuz etmezler, yapamayacağı hiçbir şeyi istemezlerdi. Çok enderdi bir şeyler istedikleri ve anne elinden deldiğince isteklerini yapmak için çabalardı. Akşam eve geldiklerinde, istemiş oldukları köfte ve patates kızartmasını, masada görmediklerinde, çocuklarının yüzündeki hayal kırıklığını gördü bir an.
“Ah be kadın, kendi rahatın için, çocuklarının istediğini yapmamak yanlış değil mi? Bir de anne olacaksın. Kalk yerinden, giy üstüne montunu, al eline şemsiyeni, çık dışarı, kasap iki adımlık yerde. Çocukların ve eşin bu havada işine ve okuluna gittiler, sen şuraya gitmeye üşeniyorsun, yirmi beş yıl onlarla birlikte, aynı kapıdan çıkıp giderken üşenmiyordun da, şimdi mi üşeniyorsun? Şeker değilsin ya eriyeceksin?”
Diyerek ok gibi fırladı yerinden. Eşofmanlarını çıkartı, pantolonunu ve kalın kazağını giydi. Eldivenlerini aradı, uzun zamandır kullanmadığı için nereye bıraktığını anımsamıyordu. Biraz daha aradı ama bulamadı eldivenlerini. Başına şapkasını taktı, ayağına çizmelerini giyip, kapıdan dışarı çıkarken, yağan yağmurdan korunmak için şemsiyesini açtı ve rüzgârın esintisine, bedenini siper edip yürümeye başladı. Rüzgâr ile resmen savaş ediyordu. Evi, şehrin en doruk noktasındaydı ve rüzgâr estiği zaman her şeyi uçurabiliyordu. Yağmurdan ve rüzgârdan fırsat bulduğu anda etrafına bakınıyor, “bir canlı var mı bu havada sokakta?” diye düşünüyordu. Hiç kimseyi görmemişti, o kadar yol yürümesine rağmen. Evi cadde üstündeydi ama tek bir araba bile görmemişti. “ Ne oluyor, bu şehirde insanlar ölüm uykusuna mı yatmış, günün bu saatinde? Umarım kasap açıktır, o da öğle uykusuna dalmışsa, boşuna çıkmış olacaksın bu soğukta dışarı” diye geçirdi içinden.
Böyle düşünürken, yanından iki tane dolmuş geçmişti. Ters yönlere gidiyordu dolmuşlar. . “Demek uyumamışlar, aha üç tane taksi, peş peşe. Ben de, hayalet bir şehirdeyim sanmıştım. Neyse canlılar varmış” diyerek gülümsedi. Caddeye yaklaştıkça, insan seslerini duymaya başlamıştı. Et alacağı kasabın önüne geldiğini fark etti. İçeri girip, yarım kilo kıyma istedi ve dışarı çıktı. Çarşıya çıkmışken, birkaç şeye daha ihtiyacı vardı, onları da alsa iyi olacaktı. Caddeye doğru yürüdü. İhtiyaçlarını almak için bir iki dükkâna girdi. İhtiyaçlarını aldı ve artık eve dönmesi gerekiyordu. Yürüyerek gidemeyeceğini düşünerek, dolmuş durağına geldi, beklemeye başladı. Yağmur, hafifleyeceği yerde, inadına hızlanmış, yağmur suları mazgallardan taşmış, mazgallardan taşan yağmur suları yokuş aşağı akarak, deniz suyu ile buluşuyordu.
“Tanrım bu havada evsiz, yurtsuz kalanlara yardım et” diye geçirdi içinden. Uzun zaman beklemesine rağmen, dolmuş daha gelmemişti. “ Bu gün, bu arabalar bana oyun oynuyor, anlaşıldı” diye yüksek sesle konuştu. “Aha, yine aynı ses. Nerden geliyor bu ses, bir türlü anlamadım? Yağmurun ağlama sesi böyle mi acaba?”
Kadın, son beş dakikadır, çocuk ağlama sesi duyuyor gibi oluyor, etrafına bakıyor ama hiçbir çocuk görmüyordu. Yine sesin geldiği yöne doğru baktı ama bir şey göremedi. Önceden, kısık kısık gelen ağlama sesi, bu defa aralıksız geliyordu kulağına. Şemsiyesini açıp, sesin geldiği yöne doğru yürüdü. Yürüdükçe sese daha çok yaklaşıyordu ve evet, çevresini ağaçların çevirdiği, küçük bir kulübenin, merdiven boşluğunda, puset içinde, küçük bir bebek ağlıyordu. Yağmur hızlandıkça, çatı onu koruyamaz olmuştu yağmurdan. Büyük bir şaşkınlıkla, hemen puseti kucağına aldı. Pusetin içinden bebeği çıkartıp, üstündeki montuna sardı. Bebeği koruyabilecek duruma getirdikten sonra, cep telefonunu çıkartıp, yüz elli beşi çevirdi. Ardından yüz on iki acili aradı. Polis ve ambulans aynı anda gelmişlerdi. Kadının kucağından hemşire, bebeği alıp, ambulansa bindi, ambulans, hastanenin yolunu tutarken, kadın, Emniyet Müdürlüğünde, bebeği nasıl bulduğuna dair ifade veriyordu. İfade verirken de gözyaşlarına mani olamıyor, her kelimesinden sonra duraksıyor, akan burnunu ve gözyaşlarını siliyor, sonra tekrar anlatmaya başlıyordu.
“Lanet olsun, böyle bir havada ve böylesi bir günde, hangi anne, hangi baba, bu kadar acımasız olabilir. O kadar korumasız, küçücük bir bebeği, hiç kimsenin görmeyeceği bir kulübenin önüne bırakıp, yok olabilir ortadan. Benim aklım almıyor komiserim. Ya bu gün o bebek ağlamasaydı ve ben orada olmasaydım, sesini duymasaydım, o bebek yaşar mıydı?”
“Şaşırmayın hanım efendi, bu tür olaylarla son zamanlarda çok fazla karşılaşır olduk. Şimdi hastaneden aradılar, bebeğin sağlık durumu iyiymiş. Hastanede kalacak bu akşam. Sosyal Hizmetler sahip çıkacak. Gözünüz arkada kalmasın. Siz gidebilirsiniz” diyordu komiser.
Evet, o gün kadın hiç dışarı çıkmak istememesine rağmen, çıkmış ve sokakta sahipsiz bir bebek ile karşılaşıp, onu sıcak bir yuvaya teslim etmişti. Kadın, çocuğu, elinden geldiğince yurtta ziyaret etti. Birkaç gün sonra, çocuğun annesi bulundu. On altı yaşında, gencecik bir kızdı ve abisi tarafından tecavüze uğramış, hamile kalmış, doğum yapmış, annesi, bu ayıbı ve günahı örtmek için, çocuğu sokağa bırakmıştı. Kızın annesi ve abisi cezalandırılmış, küçük anne sığınma evine gönderilmiş ve bebek de, çok iyi bir aileye evlatlık verilmişti.
Bu gün, bu yazıyı yazmama neden olan olay, insanlığımdan bir defa daha utandıran Bederttin’in olayı idi. Hem de öz babası, evladı dilencilik yapmadığı için, sol elini kesiyor, işkence yapıyor, boğazına ip takarak, köprünün üstüne, ölmesi için terk ediyor ve anne de bu olaya göz yumuyor. Ya da göz yummak zorunda kalıyor. Hangi anne böylesi bir vahşete sessiz kalabilir? Hangi anne, evladının yerine ölüme gitmeyi göze alamaz? Bu sorular beynimde defalarca dolaşıyor ama cevaplarım ise hep yarım kalıyor.
Bize neler oluyor? Nereye gidiyoruz? Biz insan mıyız? Hikayedeki anne, çocuklarının gözünde hüzün görmekten korktuğu için, hiçbir şeye aldırmadan kendini sokağa atarken, bir başka anne, düşünmeden, çocuğunu sokağa, kurtlara, köpeklere, çakallara emanet ediyor, bir başka baba, çocuğunun üstünden para kazanmak için, elini kesip, boğazına ip takıp, sokağa, ölüme terk ediyor. Bir başka anne, öz oğlu tarafından tecavüze uğrayan öz kızına değil de, tecavüz eden oğluna sahip çıkıp, günahını örtmek için, günahsız bebekleri sokaklara bırakıyor ve kızını ret ediyor.
O kadar canım yanıyor ki, yazacak çok kelime olmasına rağmen, ben burada kesmek istiyorum. İnsan olarak, kendimi biraz daha sorgulayabilmek için.
Türkan DİNÇER
YORUMLAR
EVET İNSANLIĞIMDAN UTANIYORUM HERGÜN YENİ BİR HABER HERGÜN YENİ BİR VAHŞET BİR ANNE BİR BABA NASIL YAPAR ÖZ ÇOCUĞUNA ? İÇİM ACIDI İNANIN BİR ANNE OLARAK ÇOCUKLARINA HER FEDAKARLIĞI YAPMAK İSTERKEN DİĞER BİR ANNE SÖZÜM ONA NAMUS MESELESİ YAPIP MİNİKCİK YAVRUYU SOĞUĞA SOKAĞA TERKEDİYOR ÖLÜRSE ÖLSÜN DİYE KIZINIDA RED EDİYOR BİR BABA KÖTÜ ŞEYLER YAPMAK İSTEMEYEN DİLENMEYEN MİNİK YAVRUSUNA AKLA GELMEDİK İŞKENCE YAPIYOR HEMDE ÖZ BE ÖZ YAVRUSUNA OFFF OFFF KALEMİN ACI ACI YAZMIŞ HER YAZIN HEM İGÜZEL HEM ESAJ VERMEKTE EN İÇTEN SEVGİLERİMİ BIRAKTIM SAYFANIZA
edebi yönünüz çok kuvvetli türkan hanım enfes bir yazı duygu verilmiş yazıya tema güzel işlenmiş
toplumumuz kendi değer yargılarından örflerinden uzaklaştırılınca her birey kendine göre yep yeni haller ortaya koyuyor kimisi kızkardeşine tecavüz ediyor kimisi çocuğuna işkence kimisi hanımını satıyor kimisi soygun yapıyor bunlar bizim bizden uzaklaştığımız delillerdir yoksa bu toplumun örf ve ananeleri çok sağlamdı yinede bu kadar dinine örfüne saldırılan bir başka toplum ayakta kalamazdı
yüreğinizde var olan insan sevgisi yaşasın insanlık yaşasın sizler var oldukça ayakta kalmaya devam edecektir insanlık....................saygımla
Her akşam haberleri izlerken artık daha ne kadar şaşırabilirim diye düşünürüm. Bedrettin gibi acımasızca terkedilen veya O'nun kadar şanslı olmayan sadece terketmekle kalmayıp hunharca işlenmiş cinayetlere kurban giden nice çocuklarımızın hayat hikayelerini dinledikçe şaşırmayada devam edeceğim sanırım. Hala hatırımdadır annesinin yasak bir ilişkisine tanıklık ettiği için annesi ve sevgilisinin elbirliğiyle öldürdüğü küçük Muhammet.
Hep söylediğim birşey var bayanlar bizden daha duyarlı. Ara ara kızkardeşim bende kalır oturduğum semtte çok fazla mendil satıcısı ve sokak çocuğu var. Kız kardeşim onlarla sohbet edip neden orda dolandığını okula gitmediğini sorar ben ise sadece para verip onları mutlu ettiğimi düşünürüm, yanlış olduğunu bile bile.
Kutlarım duyarlı kaleminizi.
Saygılarımla.
Bu tür olayların yaşanıyor olmasından dolayı, insanlığımdan çok utanıyorum... Belki yalnış yapıyorum ama ,görmemezlikten gelerek kendimi, bunların yaşanmadığına inandırmaya çalışıyorum, Çünkü ben yaşamadan kaldıramazken ,yaşayan nasıl yaşar hangi ilaç yarasına melhm olur? Anlayamıyorum... Bu tür olaylar, yaşamın en çirkin yüzü, en acsı en ,karası...
Siz çarpıklıkları iyi anlatıyor, ve sorguluyorsunuz...
Yüreğinize, kaleminize sağlık...
Çokça sevgi ve saygılarımla
Bize neler oluyor? Nereye gidiyoruz? Biz insan mıyız? Hikayedeki ann, çocuklarının gözünde hüzün görmekten korktuğu için, hiçbir şeye aldırmadan kendini sokağa atarken, bir başka anne, düşünmeden, çocuğunu sokağa, kurtlara, köpeklere, çakallara emanet ediyor, bir başka baba, çocuğunun üstünden para kazanmak için, elini kesip, boğazına ip takıp, sokağa, ölüme terk ediyor. Bir başka anne, öz oğlu tarafından tecavüze uğrayan öz kızına değil de, tecavüz eden oğluna sahip çıkıp, günahını örtmek için, günahsız bebekleri sokaklara bırakıyor ve kızını ret ediyor.
Bu vahşeti nasıl değerlendirmek gerek doğrusu bilemiyor,kelimeler bulamıyorum...İnsanlık dışı olaylara sebebiyet veren zihniyeti kınıyor ve lanetliyorum...
Yine toplumsal yaraya parmak basmışmışsınız...Kutlarım.
Sevgiler selamlar...
Polislerin dediği çok doğru. Artık güncel ve olağan olaylardan sayılıyor.
Hatalar, hataların cehalet nedeniyle telafisizliği, istenmeyen gebelikler, belki de yoksulluklar, çaresizlikler, vicdansızlıklar, insanlıktan çıkış halleri artık kanıksanır oldu ve bu tür bebeklerin sokaklara merhametsizce bırakılmasına yol açtı.
Toplum cinnet içinde. Bizim toplumumuz hemde. Herşeye rağmen cinnet içinde ve başını kuma gömmüş. Dünya umrunda değil ya da böyle olmak zorunda.
Ülkesi mi bölünme tehditinde? Hiç umurunda değil. Hatta bu konuda yazanlara bile kızgın toplum. Sosyal yok oluş ve travma mı var? Önemli değil.... Değmeyen yılan bin yaşasın...
Ben de keseyim... Fazla konuşacağım...
Selam ve saygılarımla...
Ben de Bedrettini haberlerden öğrendim,inanamadım o vahşeti yapanın öz babası olduğuna.Akıl sağlığı yerinde bir insan bırakın kendi canından yavrusuna,hiç bir canlıya eziyet edemez.Bunlar tedaviye muhtaç beyinlerin vahşeti .Türkan kardeşim çok doğru söylüyorsunuz,böyle haberleri duydukça insanlığımdan utanıyorum.Saygı ve sevgilerimle...
Hayatın, acımasız yüzü. Bir o kadar da gerçek yüzü. Haberlerde izledim, 5 yaşındaki, Bedrettin'in dramını. " Bu çocuk nasıl atlatacak bu travmayı?" diye düşündüm. Bedeni emniyete alınmış, doktorlar iyileştirmek için koşturuyorlar. Ruhunun yaraları nasıl sarılacak? Ya sarılamazsa?
Duyarlılığınızdan ötürü kutluyorum, Türkan hanım. Saygılar.