- 2009 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
GURBETTEKİ GARİP OSMANLI TÜRKÜ
Alış veriş için görev yerim olan NARIN dan Biskek’e gelmiştim. Zira bulunduğum yerde ne Türk mamülleri nede damak zevkimize hitap eden bir yiyecek bulabiliyordum. Dostum (Kırgız dilinde arkadaşım) İlhami Demirci (iki yıldır din görevlisi olarak Bişkekte çalışıyor).Bana dedi ki: "Hocam uzun yoldan geldin yorgunsun bu gün misafirim olursun hem Bişkeki gezeriz hemde hemşehrilerin var onlarla tanıştırırım, yarında seni Ahıska Türklerinden ulu bir çınarla tanıştırırım dedi. Kabul ettim zaten Bişkekin bütün caddeleri birbirine benziyor tek başıma yol bulmam imkansızdı. Herkes Rusça konuşuyordu bizim arkadaşlar dahi. Bildiğimiz tek şey taksiye binip Tureski Pasol Pajalusta (Türkiye Elçiliği Lütfen) sözünü öğrenebilmiştik. Elçiliğe gelince kendimizi Türkiyede zannediyorduk. Oradan arkadaşlar bizi alıyor ve istediğimiz yere götürüyorlardı. Genellikle lokantalar içkili, içki satmayan ve Türk yemekleri çıkaran lokantalardan birinde yemeklerimizi yiyor şehri tanımaya çalışıyorduk. Daha doğrusu İlhamii hoca bana rehberlik ediyordu. O’nun konuştuğu Kırgızcayı hem hayranlıkla hem de merakla dinliyordum. Arkadaşların içerisinde Kırgızcası en iyi olanıydı.
O gece İlhami hocanın misafiri oldum. Ertesi gün birlikte Ali emminin evine gidecektik. Kahvaltıyı yaklaşık bir ay hasret kaldığımız zeytin peynir ve helva ile yapmanın hazzını yaşadım. Hazırlandık, marşrutkaya(dolmuş)bindik. Aman Allahım dolmuşta iğne atacak yer yok insanlar birbirini itip duruyor. Yaklaşık yarım saat gittik derken yolcular yavaş yavaş seyrekleşiyordu. İlhami hocaya hocam keşke taksiye binseydik dedim. Hocam artık bu durumlara alış Türkiyeyi unut buralar her zaman böyle sen birde sabah erken ve akşam geç saatlerde görsen bu neki dedi. Derken dolmuş öyle bir yola girdi ki her çukurda başımız tavana değiyordu. Allahtan fazla sürmedi İlhami hoca hazırlan hocam iniyoruz dedi. Yaklaşık olarak elli metre yürüdükten sonra etrafı insanların üstünden geçemeyeceği yüksek şekilde çevrilmiş evlerden birisinin kapısındaki zile bastık. Kapıyı güler yüzlü pamuk gibi bir nine açtı. Arkasındaki ihtiyar bize bakmıyordu sanki. İlhami hoca selam verince ooo hocam hoş geldin diyerek bizi karşıladı. İlhami hocanın gözleri görmüyor dediği söz aklıma geldi, elini öptüm. Bu sırada İlhami hoca Ali emmi sana yeni gelen hocalardan adaşını getirdim dedi. Evin bahçesindeki ceviz ağacının altına kurulmuş güzel bir kamelyaya hazırlanmış yer sofrasına oturduk. Yün yastıklarla çevrili minderlere oturduk. İlhami hoca beni tanıttı. sesi güzeldir deyince; Ali emmi: hocam Türkiyeden her gelen hocanın sesi güzel maşallah diye karşılık verdi. Ali emmi konuştukça ona olan hayranlığım artıyordu
Ali emmi 73 yaşında bir aksakal. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e mahalle olan (daha evvel köymüş ) novipavlofkada yaşayan tarihi bir çınar...
Hayat mektebinde çile dolu bir yaşam sürerek hayatn sırlarına vakıf olmuş bir bilge. Olaylara sadece duygularıyla değil akıl penceresiyle de bakabilen bir aksakal...
Ahıskalı Türkler arasında sevilen, sayılan, akıl danışılan bir bilge olduğunu öğreniyorum. Kısacası adam gibi bir adamın adıdır Ali Iskender. Gözleri görmüyor ama gönül gözü sonuna kadar açık. Canlı, dipdiri duruyor ayakta. Simasi lisan-ı haliyle güngörmüş ve feleğin çarkından geçmiş bir adam olduğunu haykırıyor.. Meğerki Ali emminin evi Bişkek’te bulunan Türkiye Türklerinin uğrak yeriymiş. Koyu bir sohbete başladık. Söz sözü açıyor derken konu yine moskofun zorla göç ettirdiği konuya geliyoruz. Ali emmi Kars’ın Posof’a yakın Gürcistan hudutları dâhilinde bir köyde ikamet ediyormuş. Gürcistan sınırını 1943 yılında Rus askerleri koruyormus. Çünkü Türkiye saldıracak diye korkuyorlarmış. Bu nedenle gece saat on birden sonra sokağa çıkmak ve evde ışık yakmak yasakmiş. Ali emmi yetim büyümüş. Babasııin adı Mustafa imiş. Babasını kaybedişinin ilginç bir hikâyesi var. Ali emminin anlatimiyla, Rus yetkilileri 1939 yılının sonbaharında babasını çağırıp Türkiye’ye istihbaratçı olarak göndermek istemiş. Daha önce Sait adinda bir akrabalari bu görevle Türkiye’ye gönderilmiş. Ancak Sait Bey Türkiye’ye gittiğinde durumu Türk yetkililerine anlatmış ve Türkiye’ye iltica ederek Konya’ya yerleşmiş. Orada evlenip, çoluk çocuğa karışmış. Rus yetkilileri babasına Türkiye’ye gidip Sait’in ya ölüsü ya da dirisini getirmeyi emretmişler. Ancak babasi bu görevi reddetmiş. Türkiye’ye ihanet edemem demiş. Bunun üzerine 10 yil hapse mahkûm edilmiş. Ikinci dünya savşı sırasında Stalin bir kararname çıkarmış. Bu kararnameye göre mahkûmların gönüllü olarak savaşa katılmaları halinde işledikleri suçtan muaf tutulacaklarmış. Bunun üzerine Mustafa Bey de 1942 yılında askere yazılmış. Ama daha sonra kendisinden bir türlü haber alınamamış. Ali emmi 1947 yılından itibaren yaptığı çok sayıdaki yazışmalar sonucunda babasının savaştan sağ döndüğünü ancak Gürcistan’da çalıştığı kömür ocağında yaşanan göçük nedeniyle hayatını kaybettiğini öğrenmiş. Ancak bu bilginin doğru olup olmadığı konusunda ciddii tereddütleri bulunmaktadır. Velhasıl babası Mustafa Bey Türkiye’de casusluk yapmayı reddetmenin bedelini canıyla ödemiştir. Ali emmiye sürgün yıllarını kısaca anlatır mısınız diye sordum. Ali emmi"elbette hocam" diye söze basladi: "1944 yılında Rus üçüncü ordusu tarafından köyümüzden alınarak sürgüne yollandık. O zaman beş yaşındaydım. Tam bir ay yol gittik. Hayvan ahırı olarak kullanılan tren vagonlarına tıkabasa doldurulduk, ailesinin bulunduğu vagonlara binemeyenler oldu herkes can derdine düşmüştü. Kazakistan’in Aral beldesine yerleştirildik. Burası çok soğuktu. Birçok akrabam bu soğuğa dayanamayarak öldüler. Burada kız kardeşlerim balık konservesi fabrikalarında çalışıyorlardı. Bu nedenle fabrikada kendilerine konservede kullanılmayan balık kafası veriliyordu. Biz de bunları pişirerek karnımızı doyuruyorduk. Ayrıca çocuk başına 400 gram beyaz ekmek veriliyordu. Daha sonra Kızıllorda şehrinin Silli köyüne sürüldük. Burada yaşam çok zordu. Burada pirinç ve tahil tarlalarında çalıştık. O nedenle çok zorlandık. Kimse çocuklara bakmıyordu. Burada ancak bir sene dayanabildik. Hükümetten izin alarak yakın köylere gitmek mümkündü. Bizde bundan istifade ederek Diyan adında bir köye göçtük. Burası iyi bir yerdi. Domates, salatalık, lahana ekiliyordu. Meyve sebze boldu. Dolayısıyla burada karnımızı doyurabiliyorduk. Bu köyde 1954 yılına kadar yaşadık. 1954 yılında resmi izin alarak Özbekistan’in Fergana sehrine gittik. Burada annemin kız kardeşleri yaşıyordu. Onların yanına geldik. Bağdat diye adlandırılan çok güzel bir köy vardı. Oraya yerleştik. Saygılı insanların yaşadığı bir köydü. Burada Araplar da vardı. Bu köy bize çok sahip çıktı. Bize geliyorlardı. Düğün ve derneklerine çağırıyorlardı. Traktör sürmeyi öğrenmek amacıyla 1957 yılında Hokand şehrinde bulunan okula gittim. Burayı bitirdikten sonra Fergana’da tarıma açılan yeni bir bölgeye gidip burada 6 ay çalıştım. Bana verilen görevi en iyi şekilde yerine getirdim. İşimi bitirdikten sonra durumu ayıl (köy) hükümetine bildirdim. Ayıl hükümetinin başçısı Kazan Tatarı idi. Bana inanmadi. Henüz yeni okulu bitirmiş 19 yaşındaki bir genç nasıl olurda bu kadar iş yapar diye hakkımda tahkikat açtı. Taşkent’ten komisyon geldi. İnceleme yaptı. Beni haklı buldu. Çünkü ekim dönemi boyunca diğer soförler günde dört saat çalışıyorlardı. Hava ısınınca işi bırakıp kaçıyorlardı. Oysa ben günde 12 saat çalışıyordum. Bu durum başıma dert açtı. Aylığı aldım. Bana "Hey Türk! Haydi, sana güle güle." dediler. İşten ayrıldım. 1959 yılında annemi ve ablamı alıp Biskek’e geldim. Burada kolhozlarda çalıştım. Burada otomobil tamir atölyesine girdim. Bu atölyede 1100 kişi çalışmaktaydı. Onlara şef oldum. 1970 yılına kadar burada çalıştım. Sonra gözümü kaybettim. Gözümü kaybettikten sonra Körler Kurumu’nda çalışmaya başladım. Burada da en başarılı insan seçildim. Bunun üzerine maaşıma zam yapıldı. Müdür yardımcısıyla aynı maaşı alıyordum. Daha sonra kızım da kör oldu. O da gelip yanımda çalışmaya başladı. SSCB dağılıncaya kadar burada çalıştık. SSCB dağılınca bize "iş yok evinize gidiniz" dediler. Biz de gelip evimizde oturduk. Daha sonra yaş haddimi doldurup emekliye ayrildim. Bugün 1000 Som (1 dolar = 40 Som) maaş alıyorum. Ali emmi konuşmasının devamında "sadece bizi değil başka milletleri de sürdüler kürt, Azeri Tatar özellikle Müslüman olanları... Allah yüzümüze baktı ki bizi Orta Asya’ya sürdüler. Çünkü buradaki halk Müslüman idi. Kazak’ı da, Kırgız’ı da Özbek’i de kısaca herkes bize sahip çıktılar. Ekmeklerini bizimle paylaştılar. Mesela bir keçisi olan sütünü sağıp yarısını bize verdi. Allah razı olsun. Bizi Rusya’ya sürselerdi ne yapardık" diyerek olayın iyi tarafını görmeyi de ihmal etmiyor. Ali emminin bir oğlu üç kızı ve bir torunu var. Torununu kendi üstüne kaydettirmiş O da Konya Selçuk Üniversitesi’nde talebe(Maalesef maddi imkansızlıklardan dolayı okulu yarı bırakıp Kırgızistana geri döndü). Ama olan büyük kızı kendisiyle birlikte ikamet ediyor. Diğer kızlar evli olup Türkiye’de Aydın vilayetinde yaşıyorlarken işsizlik sebebiyle birisi Rusya ya göçmüş. Damatlarından biri arıcılık ve seracılık yapıyormuş. Ali emmi Ahıskalı Türklerin sosyallesememesinden dert yaniyor. "Bunlar dil ögrenmediler, okula gitmediler, diger Türk boylarindan kiz alip vermediler. Kendi içine kapandilar. Dolayisiyla yaşadıkları ülkelerle ya da toplumlarla bütünleşemediler" diyor. Ali emmiye göre Stalin’in bunlari sürmesinin altinda siyasi, ekonomik ve dini nedenler yatiyordu. Stalin sadece Hiristiyanlarin yaşadığı bir Gürcistan istiyordu. Ali emmi bu Ahıskalı Türkler Türkiye’ye gidip yerleşmeli midirler? Diye, sordum. Ali emmi hocam rahmetli Özal bir kısmını götürüp Iğdıra yerleştirdi. Ekmeğini aşını her bir şeyini verdi fakat bunlar sebat etmedi Türkiye nin her tarafına dağıldılar devlet nereye yerleştirdiyse orada durmak lazımdı burada muhtaç insanlar var onlara buradaki zengin Türkler yardım etmiyorlar diyerek hiddetleniyor ."Bizimkiler dürüst değiller, çalışmıyorlar. Herkes Türkiye’ye gitmeyi dört gözle bekliyor. Türkiye’nin hali var mı ki bize bakmağa. Oranın fakiri yok mu? Yetimi yok mu? Bizimkiler uzak görüşlü olmadıklari için günübirlik hesaplar içine girmişlerdir. Türkiye’ye gitmeye çalişmak yerine bulundukları toplumla kaynaşmaları gerekir. Bizimkilerin dar görüşlülüğü nedenliye vatansız kaldık. Biz kimseyi beğenmediğimiz için kimse de bizi beğenmiyor. Allah dili etten yaratmış ki yumuşak olsun diye. Bunun için yumuşak ve tatlı sözlü olmalıyız "ben bu sözlerimi Türkiyeden gelen yetkililere de anlatıyorum bu sebeple bazı dar görüşlü insanlar beni hazetmiyorlar diyor. Peki, Gürcistan’a asıl yurdunuza dönmeye ne dersiniz diye sordum. Ali emmi cevaben : "Gürcistan bizi toplu olarak kabul etmiyor. Bizi bölük pörçük alıp yerleştirecek. Eğer kendi köylerimize tekrar yerleştirmeyi kabul etse hemen bu saatten itibaren gitmeye hazırız fakat gürcüler asimile etmek için gürcü yetkililerin istediği yere yerleşmemizi istiyorlar. Hocam bizimkiler kolay geçinmeye ve rahatliga alışmışlar. Orada o coğrafyanın şartlarına dayanamazlar. Kırgızistanın en verimli yerlerinde ikamet ediyorlar, burada rahatlıkla geçiniyorlar. Orada ne yapacaklar, nerede çalışacaklar ve ne yapacaklari belirsiz. Eğer Türkiye taraf olup Gürcistan’la bu konuda bir anlaşma yaparsa o zaman bu işe hemen razı oluruz, bizim garantimiz Türkiyemiz" diyor.
Ali emmi enteresan bir anısını da anlatıyor. 1979 yılında Fergana’da hastanede yatıyormuş. Kendisiyle birlikte hastahanede Beyaz Rus bir general de yatıyormuş. General bir gün Ali emmiye, Fergana’da akraban var mı? diye soruyor. Evet, cevabını alınca onlara de çıksınlar. Taşkent’e de giderseler iyi olur diyor. Ali emmide niçin diye soruyor "Ali Iskender üç aydir birlikte hastanede yatıyoruz. Seni akıllı biri bilirdim. Bu senin için yeterli cevap değil mi" diye sözünü bitiriyor. Ne gariptir ki, 10 yil sonra Fergana vadisinde basit bir provakasyon yüzünden Ahıska Türkleri ile Özbek Türkleri arasinda kavga çıkıyor ve Ahıskalı Türklerin hemen hemen hepsi başta Rusya’ya olmak üzere diğer Türk Cumhuriyetlerine kaçmak zorunda kalıyorlar. Ali emmiye son olarak Türkiye’ye bir mesajın var mı diye sordum. Ali emmi ellerini açarak: "Evvela Allah onlara uzun ömür ve selamet versin. Bayraklari her vakit yükselsin, Türk bayragi asagi düsmesin. Allah vatani koruyan askerlerin gözündeki isigi söndürmesin. Kollarına, vücutlarına kuvvet versin. Şehitlerin mekânı cennet olsun. Aramızdaki sevgi, izzet ve hürmeti eksiltmesin. Aramıza nifak girmesin." diye samimi bir niyetle Türkiyeli Türk kardeşlerine dua ediyor.
Aradan bir yıl geçmişti. gGörev yerimi Bişkek’e aldırdım. Ali emminin evine ikiyüz metre yakınlıktaki Fatih camisinde göreve başladım. Bu camiyi Kırgızistana öğrenci olarak gidip küçük bir sermayeyle iş kurup büyüyen medarı iftiharımız olan Yaşar Ekinci beyin yaptığını öğrendim. Yaklaşık üçbuçuk yıl burada görevime devam ettim. Görevim süresince her hafta Ali emmiyi ziyaret ettim, duasını aldım.
Görev sürem biterkende en son vedalaştığım insandı Ali emmi. Ali emmiyi anlatmaya çalıştığım şiirimi çerçeveletip kendisine okuyup verdiğimde görmeyen gözlerinden dökülen yaşları hiç unutamıyorum.
Bu yazıyı kaleme aldığım vakite kadar Ali emmi hayattaydı ve büyük Türk milleti için dualarına devam etmekteydi.
YORUMLAR
Yazınız sayesinde Türk Dünyası'nı gezip orada yaşayan kardeşlerimizin yaşantısından bir kesiti öğrenmiş olduk.Sovyetler Birliği'nin Türk'ler üzerinde uyguladığı böl-parçala -yut politikası binlerce Türk'ün yok olmasına,dağılmasına,asimile olmasına,milli ve dini duygularının ve kültürlerinin kaybolup yok olmasına neden olduğunu yazınızla bir kez daha öğrenmiş olduk.Çektikleri cefa da cabası.
Dileğimiz yeni doğacak bir ışık ardından iz sürüp toplanıp yürümeleri,titreyip kendine dönmeleri.Türkiye'nin de kendi benliğini koruyup ağabeyleri durumuna gelmesi ve onlara da sahip olması.
Tebrikler yazınız için.
SAYGILARIMLA.