- 1053 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
276 - EL MÜHEYMİN
Onur BİLGE
Önce Feride Hanım, sonra da Işıl derdini döktü, açıldı ama biz sıkıldık, şöyle bir dolaşım istedik. Define’siz olur mu! Yine ordu gibi kalktık. Nereye gideceğimizi kestirmeye çalışırken dede:
“Emir Sultan’a gidelim. Orası, tarihi bir külliyedir. Orada büyük bir zat yatar. Bir padişah damadı... Hundi Sultan’ın mübarek eşi... Ben ne zaman sıkılsam, hiç üşenmem, onu ziyaret ederim. Başucuna vardım mı huzur içinde kalırım. Ne kadar stresim, huzursuzluğum varsa bir anda dağılır, kapısından çıktım mı tüy gibi hafiflerim. Sanki dünyanın en mutlu insanı oluveririm. Onlar, öyle zatlardır ki dirileri gibi ölüleri de insanlığa yarar sağlar. Orası, bir huzur ve mutluluk mekânıdır. Haydi, çocuklar! ” dedi.
“Dede, orayı bize, emekli bir müftü tavsiye etmişti. Mutlaka ziyaret etmemizi söylemişti. Büyük bir evliya olduğundan söz etmişti. O zamanlar ben cami ve medrese gibi yerlere sıcaklık duyamıyordum. Mezarlıklar, içime kasvet veriyordu. Gitmeyi ertelemiştim. Bir gün Orçun’la Çekirge tarafından geliyorduk. Belediye otobüsündeydik. Sonradan sanat tarihi öğretmeni olduğunu anladığımız genç bir erkek öğretmen, yanına yirmi kişi kadar öğrenci almış, otobüse bindiler. Biz de sadece geziyorduk. Hiçbir işimiz yoktu. Orçun’a:
“Haydi, bunların peşine takılalım! Nereye giderlerse biz de gidelim! Galiba geziye çıkmışlar.” dedim. O da kabul etti. Cıvıl cıvıl gençlerin arasında kaldık. Ta Emirsultan’ a kadar inmediler. Biz de inmedik. Orası, son duraktı...” dedim. Orçun, gülerek araya girdi:
“Son durağımız mezarlıktır, Semiray! Oradan kaçış yok! Unuma! Bak, şimdi ferahlamaya da oraya gidiyoruz! Tuhaf, değil mi? ”
“Ya, dede! İşte bu çocuk böyle! Bak, yine aynı şeyi söyledi. O zaman da onlarla beraber indiğimizde, kabirlerin arasında kalıvermiştik. Mezarlık, küçüklüğümden beri itici gelmiştir bana. Ölümü hatırlatır. Ölümün yüzü soğuk, sopsoğuk! ..”
“E? Devam et! Sonra ne oldu? ” dedi dede. Herkes dinliyordu ve Tophane hizasındaydık.
“Sonra, o grup, başta öğretmenleri olmak üzere, külliyenin doğu tarafına doğru ilerledi. Biz de arkalarından... Artık onları takip etmekte olduğumuzu anlamışlardı. Öğretmenleri, külliye hakkında bilgi vermeye başladı. Kaç yılında yapıldığından, kaç metrekarelik bir alana yayıldığından, binaların yapı maddelerinden, şekillerinden özelliklerine kadar bütün bildiklerini sıralamaya başladı. Tam, bahçeye adımını attı ki ben:
“Aman! Güya gezmeye çıkmıştık. Gele gele geldik, mezarlığa, camiye... Hah, işte bak, tabut! Hiç hoşlanmam! Yanında teneşir! Bizi karşılayanlara bak! Ne işimiz var burada ya! ” dedim, yüksek sesle. Öğretmen, sustu ve sağ omzunun üzerinden gözlerime baktı. Yüzünün ifadesi:
“Gelmeseydin! Seni ben mi davet ettim! Hem peşimize takılıp geldin hem de söyleniyorsun! Kendini beğenmiş kız! Sanki sen ölmeyeceksin! O zaman görürsün Hanya’yı Konya’yı! ..” der gibiydi. Onlar içeriye girdi, biz kapıdan döndük. Yeşil’deki çay bahçesine gittik. Orada oturup çay içtik, Bursa’yı kuşbakışı seyrettik ama aklım onlarda kaldı. Kim bilir öğretmenleri daha neler anlatmıştır! ”
“Öyle zatların sırrına vakıf olmak kolay değildir. Belki de o, sadece yapıyı incelemek amacıyla oraya bir gezi tertiplemiştir. Orada yatmakta olan erenin ne kadar büyük bir zat olduğunu tam anlamıyla kavrayamamıştır. Her şeyin bir dış, madde, yani görünen tarafı bir de içyüzü vardır. İnsan da kabir de bina da öyledir. Mesela cami de bir binadır. O da diğerleri gibi taştan, harçtan yapılmıştır. Farklı olan sadece mimari yapısı değildir. Yani, diğer sıradan binaların üzerinde kiremitten bir çatı veya dümdüz beton vardır, onun üzerinde kubbe... Fakat bütün fark, sadece kubbe ve minareden ibaret değildir. Diğer binalar, insanlara aittir, orası Allah’ın Evi kabul edilir. Anlamı çok ama çok farklıdır. Orası da kahvehane, hastane, okul da insanların kullanımlarına açılmıştır ama o mekânın bir kutsiyeti vardır. Hiçbir mekân, Kâbe gibi olamaz! Hiçbir mekân, cami ve mescit gibi olamaz. Sen, Allah’ın Evi’nden mi tiksindin? Olacak şey mi bu, Semiray!? ”
“Oldu bile, dede! Ya... Şimdiki aklım olsa, olmazdı da biliyorsun, benim küçüklükten takıntılarım var. Doktor, ölü, tabut, teneşir falan... Bunlardan, elimde olmayan nedenlerle tiksiniyorum. Oysa belki teneşir, en çok yıkanan, en temiz bir masa veya sedirdir. Mutlaka hastaneler ve içinde bulunan her şey, en temiz olmak zorundadır. Sürekli, mikroplardan arındırılmaktadır ama gel de bana anlat! Öyle yerlerin yakınından, arabayla bile geçerlen, rengim benzim atar. Bayılacak gibi olurum. Küçüklüğümden öyle şartlanmışım. Babamın aşırı koruyucu zihniyeti yüzünden, adeta azap çekmekteyim! ”
“Bulaşıcı hastalıklardan korunmak gerektiği, herkesçe bilinen bir şeydir. Tabi ki tedbiri elden bırakmamak gerekir. Hastaneler, her çeşit mikrop taşıyan kişilerin toplu halde bulundukları yerlerdir. Mezarlıklar öyle mi! Biz, ölülerimizi yakmayız. Yıkar, tertemiz örter, gömeriz. Toprak temizdir. Temizleyicidir. Anadır. Ondan yaratıldık, ona döneriz. Bizi bağrına basar. Yavaş yavaş o duygularını yenmeye çalışmalısın! ”
“Öyle yapıyorum işte! İnadına, çekindiklerimin üstüne gidiyorum! Eskisine nazaran, şimdi çok iyiyim. Eskiden, beni cami bahçesine bile kimse sokamazdı! Aklıma, çeşit çeşit şeyler gelirdi. Yavaş yavaş kendimi alıştırıyorum.”
“Her şey, kişinin kendi elindedir. “Elimde değil! ” lafını ben kabul etmiyorum. Başa gelen çekilir. Başkasının hastasından tiksinen, kendi başına geldi mi tiksinmez. İş başa düştü mü, tiksinti falan kalmaz! Öyle olmasaydı, herkes hastalanan yakınından elini çeker, hastalarımız sokaklarda kalırdı. Her canlı ölecek. Yakınlarımız ölecek. Yakınları ölenler nasıl alıştıysa biz de öyle alışacağız.”
“Mantık öyle diyor da ruh başka diyor. Ruhsal bir olay bu! Allah, yakınlarımızı korusun! Ne kadar mikrobik, ne kadar bulaşıcı bir hastalığa yakalanırlarsa yakalansınlar, hastalarımıza tabi ki bakacağız. Gelin çıkmayan ev vardır, ölü çıkmayan ev yoktur. Bütün bunları biliyorum ama zamana ihtiyacım var. Yavaş yavaş olacak, İnşallah! ”
Yanımızdaki arkadaşlardan, konuyu başından beri dinleyenler de bu konudaki fikirlerini söylediler, başlarından geçen benzer olayları anlattılar. Arkada kalanlar veya önden gidenler konudan kopup, kendi âlemlerine daldılar. Konuşa konuşa yürüdüğümüzden, o bitmezmiş gibi görünen uzak mesafe, birkaç adım gibi geldi bize. Birazcık yorulmuştuk, sadece. Yokuş çıktığımızdan, o da...
Külliye, Bursa’ya nazır bir tepeye inşa edilmişti. Tüm ihtişamı ve cazibesiyle karşımızda duruyordu. Kim bilir nelere şahit olmuştu ne sırlar gizliyordu! Mistik havasıyla büyülüyor, sükûnetiyle huzur veriyor, sabrıyla sarıyordu. Eski kabir taşlarıyla bütünleşmiş, şehrin ruhuna sinmişti. O gelişimle bu gelişimin arasında sağlar kadar fark vardı. Değil kaçmak, uzaklaşmak… Aksine ona hızla yaklaşmak arzusu içindeydim. Fakat hiçbir yere dokunamayacağımı biliyordum.
Define’nin verdiği bilgiye göre, Emir Sultan Hazretleri, o zamanlar taun denilen hastalığa yani vebaya yakalanarak ölmüş. Eşi Hundi Sultan tarafından yaptırılan türbeye defnedilmişti. Mübarek naşını, manâ kanalından aldığı bilgiye göre ta Ankara’dan gelen Hacı Bayram Veli Hazretleri yıkamıştı.
O da benim gibi Buhara asıllı olduğu için kendisine ‘Emir Buhari’ denmekteydi. Semte adını veren de oydu. Soyu, dokuzuncu göbekten Resulullah Efendimize dayanmaktaydı. Hakkında çok menkıbe söylenmişti. Bir rivayete göre ‘Kaditler Mezarlığı’ denilen yerde yatanlar, onun dua ve kerametiyle kadit haline dönüştürülmüş, hepsi birden oracıkta ölmüşler, bir arada gömülmüşlerdi.
Gittiğimiz yer, Bursa’yı rahatça seyredebildiğimiz, her yeri görebildiğimiz bir mekândı. Onun için aklına gelmiş olsa gerek, Define, Müheymin isminden bahsetmeye başladı:
“Allah, Müheymin sıfatı gereği, tüm yarattıklarını görüp gözeten, her olaya şahit olan, her yeri, her şeyi ve herkesi muhafaza edendir. Gözetici, koruyucu, doğrulayıcı ve güvenilirdir. Böyle mübarek zatlar hürmetine, bu asil milleti ve Osmanlı Devletini koruyup gözetmiş, düşmanlarına karşı daima üstün ve muzaffer eylemiştir.
Bu isim, Kur’an’da bir kere geçer. Yaklaşık olarak anlamı şöyledir: O Allah ki, Ondan başka İlah yoktur. Melik’tir, Kuddûs’tür, Selam’dır, Mümin’dir, Müheymin’dir, Aziz’dir, Cebbar’dır, Mütekebbir’dir. Allah, müşriklerin şirk koştuklarından çok Yücedir.
Teşbihte hata olmaz; bizim buradan şehri gördüğümüz gibi her yeri ve her şeyi görüp gözeten, her olaya şahit olan, yarattıklarına sahip çıkan, onları koruyan, adeta bekçilik edendir.
“Aslı ‘Müeymin’ değil mi? Öyle duymuştum.” dedi Mahir.
“Aslı odur. Kolay telaffuz edilmesi için hemze harfi, ha harfine çevrilmiştir. Arapçada böyle düzeltmeler yapılabilir.
“Müheymin; ahrette, yapmış olduğumuz ibadetlerin sevabını eksiksiz veren, kısıp sınırlamayan hatta bize fazlıyla muamele eden demekmiş. Vermekle, O’nun hazinesinden ve mülkünden bir şey eksilmez ki! ” dedim. Orçun:
“Müheymin, doğrulayan, tasdik eden ve güvenilir anlamında değil mi? Mesela Kur’an- ı Kerim, Müheymin’dir. Yani, kendisinden önce inen kitapları doğrular.” dedi. Define cevapladı:
“Evet. Öyle bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim, hak ile kendinden önceki kitabı tasdik etmek ve onu korumak üzere indirildi. Onun için dört kitaba da iman ederiz. Tabi ki asıllarına... Aşağıya ve yukarıya, her yere bakın! Ne kadar güzel yaratmış, nasıl süslemiş! Bütün bunlar, hep bizim için... Bir an korumayı elden bıraksa ne olur? Bir düşünelim! ”
“Yerçekimi gibi fiziki yasalar koymuş. Bir an kendi haline bıraksa, Canlı cansız her şey uçuşmaya başlar. Ne varsa yerçekimiyle yerküreye bağlı... Aksini bir düşünsenize! Ya o çekimi kaldırıverse de havalanıverse, taşlar topraklar? Neyi ne kadar zapt edebiliriz? Ya gök cisimleri yörüngelerinden çıksa? Biri yerinden oynasa, kıyamet kopar! ” dedim. “Kanımızı deveran ettiren, beynimize, kalbimize bir pıhtı gitmesini engelleyen, beynimizi devamlı çalıştıran, yüreğimizi sürekli attıran Allah, bizden elini bir an çekiverse yaşayamayız! ” Define onayladı:
“Evet. Bu düzeni kuran; birliği, bütünlüğü sağlayan, işleten, koruyan ve gözeten O’dur. İnanarak ve samimiyetle Yâ Müheymin demeye devam eden mümin, bu ismin nuruyla düşmanlarının şerrinden korunur, duaları geçerli, dilekleri kabul olur. Bu isim, insanın ruhuna sonsuz bir huzur ve sürur verir.” Mahir:
“Her an Allah’ın bizi gözetmekte olduğunu hissedersek, hiçbir kötülük yapamaz, kötü söz söyleyemez, günah işleyemeyiz. Bu ismin manasını tam olarak anlayan ve tekrarlamaya devam eden, günahtan korunur.” dedi. Dede:
“Ya, evet! Allah-ü Teâlâ, gizli ve aşikâr her şeyi, akıllarımızdan ve kalplerimizden geçenleri bile bilir. Allah’ı bilen, hiçbir şeyin gizli kalmayacağını da her şeyin, O ve melekleri tarafından gözetlenmekte olduğunu da hisseder. Her suç, Hâkim’in huzurunda, şahitlerin gözlerinin önünde işlenmekte, Kiramen Kâtibin, iyi kötü bütün amellerimizi kaydetmekte, ağzımızdan çıkanları yazmaktadır. İlahi Huzur’da, her yaptığımız, film gibi seyrettirilecek, döktüğümüz süt önümüze konacak.” diye, açıklama yapınca, Işıl:
“Buna inanıyorum, dede. İnsanlar bile ses ve görüntüleri kaydedebiliyor. Allah, bunu sağlayamaz mı! Haşa!.. ” dedi. Orçun tamamladı:
“Allah, çok sabırlı olduğu için bir zamana kadar müdahale etmiyor. Bazılarına yardım ediyor, yolunu açıyor bazılarının yolunu, bir süreliğine kapatıyor, sınıyor, deniyor, ihtiyaçlarını gidererek ferahlatıyor Hiç birimiz başıboş değiliz. Allah, daima yanımızda, şah damarımızdan yakın...”
*
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 276
YORUMLAR
Her şeyin; bir dış, madde, yani görünen tarafı, bir de içyüzü vardır
evet .önemli olanda bir seyin ic yüzüdür daima.
Hiç birimiz başıboş değiliz. Allah, daima yanımızda, şah damarımızdan yakın...”
cok güzeldi.
eline emegine yüregine saglik.
güzel bir yazi dizisi oluyor bu.
sonsuz sevgimle
Bazı arkadaşlarımı bana karşı çıkmalarını normal karşılıyorum. Sevgili ENGİN TATLITÜRK, takdir edilecek biçimde görüşünü belirtti, kendisine teşekkür ederim. Sevgili "anadolu07 | kamil çakmak " arkadaşımız soru yöneltmeden önce, kısacık yazımı bir daha okusa idi, değişik düşünebilirdi. Görüyorumki o da, aynı kervanın yolcusu. Uygar birdünyada yaşıyoruz, herkes istediği bilgiyi edinebilir. Ama benim bilgimi ölçmeye kalkışmanız, çok ayıp. Herkes haddini bilmeli. Saygılarımla.
anadolu07
Tuhaf bir saldırı, garipsedim doğrusu. Sizden rica etsem çağdaşlığı bize tanımlayabilirmisiniz. Allah adı kullanılan öyküler... Allahın adının öykülerde anılması kime zarar, neden rahatsız oluyorsunuz bu öykülerden, çağdışılığın serpiştirilmesi...? Allah zamandan mekandan münezzeh tir, Dolayısıyla Allaha yönelik her ibadet, dua niyet zamandan mekandan münezzehtir. Bir zaman dilimi içerisinde yargılayamaz ya da belli bir zamana hapsedip çağdışılıkla itham edemezsiniz.Biz böyle öğrendik böyle inanır böyle amel ederiz Abdullah bey.
Tasdik etmenin anlamı nedir. tasdik etmek:1) doğrulamak TDK. sözlüğünde böyle geçiyor. Kim inanmadığı bir şeyi tasdik edebilir, yada inanmadığınız halde tasdik ettiğiniz bir şey sizce tasdik sayılır mı.
Tabii asıllarına... 4 kitaba da iman ederiz biz, kuranı kerim hariç diğerleri asıl olmadığı için sadece var olduklarına, Allah tarafından bir zamanlar gönderildiğine iman eder, kitaplarda yazanlara iman etmeyiz. Tüm dünya biliyor ki sayısız incil var piyasada, hepsi birbirinden farklı. Zamanında iznik te toplanan papa dünyası hepsini eleyip 4 tanesinde, matta markos lukas ve yuhanna da karar kılmışlardır. Kendi çıkarları doğrultusunda aldıkları bu karar ve tahrif edilmiş incillere iman edecek değiliz herhalde.
Soyunu peygambere dayayanlar türk değildir...?
Soy 2 taraflıdır Abdullah bey. Biz bölünerek çoğalabilme yeteneğine sahip değiliz. 1 Anne ve 1 Babaya ihtiyacımız vardır. Anne ya da baba tarafının peygambere dayanması yeterlidir seyyid ya da şerif sayılmak için. Babası türk olan da türktür, annesi türk olanda.
Tekke türbe dönemi kapanmıştır öyle mi? insanlar türbeye yada tekkeye neden gider bilirmisiniz Abdullah bey. Zamanında islamiyete tam anlamıyla uyup Allah yolunda hizmet veren o büyük zatlardan bir şey istemek değil, Allahım bu kişinin hatırına, bu zatın yaptıkları hatırına duamı kabul et demek için gider, Arada o kişi yoktur. O kişinin ruhu ebedi istirahatgahındadır zaten, orada bulunan cesetten bir şey ummak ta doğru değil dir. O kişileri ziyaret edip biz onlar gibi yaşayamadık, onlar hatırına duamızı kabul et demek, imrenmek de bir ibadettir. Keramet mi istiyorsun. Nevşehir - Göreme yolu üzerinde bir türbe vardı. Hasan Baba Türbesi iki yolun tam ortasında kalıyor,yıksınlar o türbeyi hadi, İsmet paşa zamanında bunu çok deneyen oldu, şimdi de deneyin. Bakalım kaldırabilecekmisiniz. Bunlar asılsız iddialar değil Abdullah bey, Tarihi vesikalar. Türbe iki yol arasında ortada duruyor. Benzeri bir hadise bursa da var, onun detayını bilmiyorum. Keramet her zaman vardır, denemesi bedava. Saygılarımla...
Allah adı kullanılarak yazılan öykülerin, şimdiye dek bıraktığı deyinilerine bakacak olursak, Laiklik karşıtı görüşlerin, hurafeliğin, çağdaşdışılığın serpiştirildiğini görürüz. Tıpkı burada verilen Maide Suresinin 48. Ayetinin yorumundan sonraki çarpıtma gibi. "Onun için dört kitaba da iman ederiz. Tabi ki asıllarına..." Ayet çok açık, tasdik ediniz diyor. İMAN EDİNİZ demiyor ama. E n tuhaf tarafı da; "Tabi ki, asıllarına..." demeniz, tabi ki. Güya kopyaları var, orijinalini bulun masumiyeti altında, o tarafa yönelin var.
Soyunu, Peygambere dayandıranlar, Türk değildir. Soyu Araplara dayalı olan bir Türk yoktur. Herkes, arap sa arap, türk se türktür. Aralarında kaygı yoktur.
İslami esaslarda, tekke-türbe gibi inanışlar yoktur. Keramet dönemi kapanmıştır. Bu türbeyanlarda bulunanlar,azgındır. Saygılarımla.
anadolu07
Tasdik etmenin anlamı nedir. tasdik etmek:1) doğrulamak TDK. sözlüğünde böyle geçiyor. Kim inanmadığı bir şeyi tasdik edebilir, yada inanmadığınız halde tasdik ettiğiniz bir şey sizce tasdik sayılır mı.
Tabii asıllarına... 4 kitaba da iman ederiz biz, kuranı kerim hariç diğerleri asıl olmadığı için sadece var olduklarına, Allah tarafından bir zamanlar gönderildiğine iman eder, kitaplarda yazanlara iman etmeyiz. Tüm dünya biliyor ki sayısız incil var piyasada, hepsi birbirinden farklı. Zamanında iznik te toplanan papa dünyası hepsini eleyip 4 tanesinde, matta markos lukas ve yuhanna da karar kılmışlardır. Kendi çıkarları doğrultusunda aldıkları bu karar ve tahrif edilmiş incillere iman edecek değiliz herhalde.
Soyunu peygambere dayayanlar türk değildir...?
Soy 2 taraflıdır Abdullah bey. Biz bölünerek çoğalabilme yeteneğine sahip değiliz. 1 Anne ve 1 Babaya ihtiyacımız vardır. Anne ya da baba tarafının peygambere dayanması yeterlidir seyyid ya da şerif sayılmak için. Babası türk olan da türktür, annesi türk olanda.
Tekke türbe dönemi kapanmıştır öyle mi? insanlar türbeye yada tekkeye neden gider bilirmisiniz Abdullah bey. Zamanında islamiyete tam anlamıyla uyup Allah yolunda hizmet veren o büyük zatlardan bir şey istemek değil, Allahım bu kişinin hatırına, bu zatın yaptıkları hatırına duamı kabul et demek için gider, Arada o kişi yoktur. O kişinin ruhu ebedi istirahatgahındadır zaten, orada bulunan cesetten bir şey ummak ta doğru değil dir. O kişileri ziyaret edip biz onlar gibi yaşayamadık, onlar hatırına duamızı kabul et demek, imrenmek de bir ibadettir. Keramet mi istiyorsun. Nevşehir - Göreme yolu üzerinde bir türbe vardı. Hasan Baba Türbesi iki yolun tam ortasında kalıyor,yıksınlar o türbeyi hadi, İsmet paşa zamanında bunu çok deneyen oldu, şimdi de deneyin. Bakalım kaldırabilecekmisiniz. Bunlar asılsız iddialar değil Abdullah bey, Tarihi vesikalar. Türbe iki yol arasında ortada duruyor. Benzeri bir hadise bursa da var, onun detayını bilmiyorum. Keramet her zaman vardır, denemesi bedava. Saygılarımla...
Ağyar
Yaptığınız eleştiri sonuç olarak görüşünüzdür, saygı duyuyorum. İslami esaslarda tekke, türbe gibi inanışlar yoktur diyorsunuz, sanırım burada bir dil sürçmesi var ama çözemedim. Nasıl yani; tekkeye, türbeye inanmak gibi bir kavram olamayacağına göre ziyaret yasak o zaman diyorsunuz, peki ya kabir-i anıtlar, onları damı ziyaret yasak yani.
Pardon, kullandığınız “Laiklik karşıtı görüşlerin, hurafeliğin, çağdaşdışılığın serpiştirildiğini görürüz.” Cümlenizi tamamen önyargılar neticesinde işkembe-i kübra’dan sallanmış intibaından kurtarmak adına daha somut doneler verseydiniz, keşke.
Mesela sizi memnun edebilmek adına neler serpiştirmesi lazım gelirdi. Bu sitede öyle marjinal konulu yazılara denk geldim ki, muhakkak sizde denk gelmişinizdir. O zaman son bir soru daha sorsam, her türlü propagandaya karşı bu kadar hassas mısınız, yoksa bu öylesine denk mi geldi.
Saygılar