ÖZGÜRLÜK ,SANAT VE BEDEL
İnsan özgürlüğünün sınırını kendisi belirleyen bir varlık. İstediği zaman istediğini yeme, istediğini giyme istemediğini giymeme, beğenmeme, birisini dinlemeyi isteme ya da istememe gibi basit görünmekle beraber aslında çok önemli olan özgürlükler başka canlılarda da olmakla birlikte en gelişmiş şekilde insanlarda gösteriyor kendini.
Sınırsız özgürlük akıllara ziyan. Kendi heveslerine uyarak hareket eden insan bir müddet sonra doyumsuzluk yaşamaya başlıyor. Tüm hazları sırayla deniyor. Hepsinin tadını almak istiyor. Böyle davranarak ruhunun durulacağını zannederken gittikçe içinden çıkılmaz bir girdabın ortasına sürüklüyor kendini. Sonra da kurtulmak için çırpınıyor ama nafile. Zira bedeninin tüm enerjisini harcamış oluyor. Ruhunda ise onulmaz yaralar açıyor ve uzun bir tedavi süreci gerekiyor onun için. Bu kişi bir genç ise ne kötü kaderdir bu o evladımız için. Çoğu zaman biz anne ve babaların da bunda payı oluyor maalesef. “Gençken yapmayacak da ne zaman yapacak?” kabilinden sözlerle uçuruma biraz da biz itmiyor muyuz onları? Sonra toplumun bozulan ahlakından dem vuruyoruz. “Tabancan var, al mermisi de benden evlat” der gibiyiz adeta. Sonra o tabanca evladımızın elinde patlıyor; mermisi ise bir daha çıkarılamamak üzere kalbimizin ortasına gömülüyor. Zaman acımızı hafifletiyor. Ama biz biliyoruz ki o acı hiçbir zaman tamamen geçmiyor.
Gençlerimiz özgürlük istiyor; zira onun genç ruhu tatmin edilmiş değil. Her istediğini elde edebileceğini sanıyor. Bedeninin limitlerini görmek istiyor. Gördüğünde ise işte ben buyum diye haykırıyor. Ben buyum ve ben harikayım! Hayat ise zıvanadan çıkan bu özgürlüklere bedel istiyor bizden. Çirkef yuvaları(yasal ve temiz işletmeler, nezih ve saygın insanlar elbette sözlerimizin dışındadır) sabahlara kadar güm güm inlerken belki her akşam bir başka genç ödüyor bunların bedelini.
Aslında bu fasıl uzar gider. Ama bu yazımızın amacı çirkini betimleyerek onun eline koz vermek değil. Zira bedavadan reklâm yapmış oluyor kerata. Ben hiçbir güzel görmedim ki birisi ona çirkin desin. Çirkin bazen illüzyonla güzel görünebilir. Magazin basınının yapma güzelleri gibi. Ama güzeli çirkin göstermek kabil değildir. Meşhur güzellerden birkaç tanesinin makyajsız halini gördüğümde çok şaşırmıştım. Çünkü sanki başka biriydi onlar. Güzel her zaman güzeldir. Ve o güzellik her zaman tatmin eder insanı. Onu elde etmek bir yana dursun ona bakmak bile rahatlatır bizi. Güzele bakmak sevaptır sözünü birkaç röntgencinin yaptığı dikizleme eylemine gerekçe olmaktan kurtarıp bir de bu açıdan değerlendirmeliyiz. Böylece gerçek anlamını iade etme görevini yerine getirmiş oluruz.
Güzeli göstermenin en güzel yollarından biri de sanat faaliyetleridir. Hemen, herkes sanatçı olamaz ki serzenişlerini duyar gibiyim. “Sanatı duyan insanlarla ,sanatı anlayan insanlar çoktur ;ama sanatı hem duyan hem anlayan insan pek azdır.”(HİLLARD) kategorisine mi koydunuz kendinizi?!Öyle yaptıysanız hayatınızın en büyük yanlışlarından birini yaptınız.İnsanlar kendilerini neden böyle küçümserler anlamıyorum.Çünkü Channing’e göre sanat ruhun zaferidir.Kendimize ,çocuklarımıza ,gençlerimize ve herkese ,toplumumuza bu zaferleri yaşatmalıyız .Bu konuda göstereceğimiz çaba tıpkı spor faaliyetleri gibi gençlerimizi güzel bir işle meşgul edecektir;onları zararlı alışkanlıklardan koruyacaktır.Onlara o etkinliklerin yapıldığı yerlerde güzel bir arkadaş çevresi kazandıracaktır.
Ben bu konuda özellikle belediyelere ve halk eğitim merkezlerine çok önemli görevler düştüğüne inanıyorum. Sadece büyük şehirlerin değil ilçelerin de böyle faaliyetleri olmalı. Ruhuna zaferler kazandırmak sadece büyük yerlerde oturanların mı hakkıdır? İnsanların ilgisizliği geçerli bir mazeret gibi ortada duruyor. Ama öyle mi acaba? Her uzun yolculuk tek bir adımla başlar. Önce insanlarımız o güzellikle tanıştırılmalıdır. İnsanlar güzele aşina kılınmalıdır. Bu konuda atılacak olan her adım çok değerlidir. Bugün yok olmaya yüz tutan pek çok sanatımızda insanların ilgisizliği kadar onlara arka çıkılmamasının da etkisi vardır. Belediyelerimizin açacağı beşer, onar kişilik kurslar, oralarda yetişen insanlar küçümsenmemelidir. Bazen gençlerle konuşuyorum. Mutlu musunuz yaşadığınız yerde diye. Cevap klasik: Hayır. Neden peki diye sorduğumda ise cevap daha klasik bir hal alıyor: Çünkü burada yapacak fazla bir şey yok. Fazla bir şey yok ifadesini sadece iş bulma bakımından değerlendirmek isteyenler olabilir. Ama gençlerin kastettiği sadece o değil. Vakit geçirmek için fazla yapacak bir şey yok. Bu, insanların sadece iş bulmak için gitmediğini gösteriyor bize büyük ölçekli şehirlere. Gidiyorlar çünkü orada hareket var, meşgul olunacak şeyler var. Çözüm gene soruların içinde saklı. Demek ki insanlar tatmin olsa gitmeyecek başka yerlere. Yaşadığı yeri tercih edecek. Mutlu olacak orada. Bu durum Türkiye ölçeğinde değerlendirildiğinde güzel ülkemizin çehresini bile değiştirebilir. Büyük şehirlerin yükü hafifler. Yaşadığı yerde mutlu olan insanlar oraya bir katkı sağlar. Tabiî ki en büyük mutluk ve şeref o imkânları sağlayan insanlara ait olur.
Alışkanlıkları değiştirmek zordur. Ama unutmayın! Alışmak boyun eğmek demektir(Ferit Edgü). Alışkanlıklarımız zararlı ise onlara niye boyun eğelim ki? Sanata ilgisiz kalma alışkanlığımızı değiştirmeliyiz. Güzel bir insan “bir şey olacaksa onu kimse engelleyemez” demişti. Güzellik önüne kimsenin engel koyamayacağı bir seldir. Bütün güneşlerden daha parlaktır. Baktığımızda kafamızı bazen önümüze eğmemizin sebebi ışığının parlaklığıdır. Öyleyse o güzellikten insanların mahrum olmasına sebebiyet vermekten kaçınıp, o güzelliği herkesin görmesine yardımcı olmalıyız. İnsanları sanatla, sporla ve onların getireceği güzelliklerle buluşturmalıyız. Bunu yapmadığımız takdirde insanlık tarihi de bize bedel ödetecektir. Sizce yeteri kadar bedel ödemedik mi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.