- 1205 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
SİYASET KAZANI
SİYASET KAZANI
1970’li yılların sonları, Türkiye’nin buhranlı yıllarıydı. Siyaset kazanı müthiş fokurduyordu. Toplumun her kesimi siyasal kamplaşmaya katılmıştı. Kamplaşma silahlı çatışmalara dönüşmüştü. Yasal örgüt ve anayasal kurumlarda bile nifak ile kutuplaşmalar başlamıştı. Her ama her yer parsellenmişti. Milliyetçi-Devrimci (faşist-Komünist ) kavgaları günde en az on can alıyordu. Can ve mal güvenliği kimsenin tam değildi, hatta hiç yoktu.
Keçiören, Çift asfalt durağında sağ gurubun hâkim olduğu bir mahallede oturuyorduk. Fakat caddeyi karşıya geçip sol’un hâkim olduğu bölgeden yine sol’un hâkim olduğu liseye gidiyordum. Olaylara karışmamıştım ama sağ görüşe yakındım. Her iki guruptan da lider konumda kişileri tanıdığım için dayak yemeden durumu idare ediyordum. Bu kötü gidişat herkesi üzüyor ve umutsuzluğa sevk ediyordu. Vatan elden gidiyor his ve fikri ile sürekli karamsar geziyordum. Gezerken de devamlı korku, hangi sokaktayım? Buraya kim hâkim? Önüm kesilirse ne yapmalıyım? Nasıl dikkat çekmem?
Okulda da sürekli sol’un baskı ve propagandalarına katlanmak vardı. Olaylara çekilmek isteniyor, direnirsen sağcı damgası yiyor iyice bunaltılıyordun. Nice arkadaşlarımız okul binasının içinde ya da bahçesinde dövüldü. Sadece öğrenciler değil öğretmenler ve polisler bile bölünmüştü. Sol örgütlere militan toplatan hocalarımız vardı. Sol gurubun okul sorumlusu öğrenci arkadaşımızdan aldıkları listelere göre not alır sınıf geçerdik ya da kalırdık. Sağın hâkim olduğu okullarda da tabii ki tersi olurdu. Asıl felaket sayıca denk olan okullarda idi.
İki tarafın da amacı kutsal yol ve yöntemleri farklıydı sadece. Bir de yeni yeni Maocu, Apocu ve Akıncılar türemeye başlamıştı. Yağ’dan tüp’e kadar her şey karaborsa olmuştu ve solcu tarım kooperatiflerinin eline geçmişti. Keyfe keder dağıtılıyordu.
“ Ne devrimciyim, nede Türkeşçi. Ekmek partisindenim evladım.” Diyen de yiyordu dayağı; “ Ben anlamıyorum” diyen de. Sıkıyönetim vardı 60 ilde ama fayda etmiyordu. Bir Cumhurbaşkanını altı ayda, 30 turda seçemeyen Meclis İhtilal’e davetiye çıkarıyordu.
Bir gün, ders çalışmak için Tepebaşı’nın dere mahallesine gittim. Buraya sol gurup hâkimdi. Arkadaşımın evinden akşam karartısı ile evime dönüyordum.
Biraz tenha bir kestirmeden geçerken korkmaya başlamıştım. Az ilerde iki kişi tabancayı bir paçavra ile siliyorlardı. Tanımıyordum. Fark edildiğim için de geri dönemez ya da kaçamazdım. Can ucuzdu. Kaçana silah boşaltılırdı. Hangi gurup olduğunu doğru tahmin etmeliydim. Kimseden yana değilim demek yeterli olmuyordu. İnanmaları gerekiyordu. Ölümle burun buruna gelmiştim yine.
Tabancalı genç silahlı eli ile gel diye işaret ettiğinde eceline giden bir insan olarak ayaklarımı sürüye sürüye isteksizce ilerledim. Yıldırım hızı ile ihtimalleri hesaplıyordum. Ne düşündüğüm ya da sevdiğim için beni öldürmeye ne hakları vardı? Devletten beni korumak için para alan güvenlik güçleri neredeydi? Vatandaşını hiçbir tehlikeden koruyamayan devlet nasıl bir devletti?
- Dur lan! Faşist misin komünist?
- Çift asfalt’ta oturuyorum.
- Sana ne sordum? Aptal mısın?
- Çok okuyorum. Her iki taraftan da arkadaşlarım var. Ama halen bir fikir edinemedim. Vatanımı seviyorum. Onun için ölürüm de. Ama bir taraftan da ezilen sömürülen insanlar da var. Keşke ikisini de kucaklayan bir taraf olsaydı.
- Sıksana şu ite. Aklınca bizi otarıyor.
- Dedim ya iki taraftan da arkadaşlarım var vallahi. İsterseniz Fethi’ye sorun. Beni sever. Zararsız olduğumu bilir o.
- Tepebaşı Devrimcilerinin başı Bücür Fethi’mi?
- Evet.
- Bizdensin o zaman.
- Ben Muzoyu da tanırım. Zararsız olduğumu o da bilir. Faşistlerin lideri Muzo mu?
- Sırık Muzaffer.
- Faşist Muzaffer.
- Özür dilerim. Henüz net bir fikrim yok. Araştırıyorum. Sizin tavsiye ettiğiniz kitaplar olursa faydalanabileceğim, söyleyin ismini hemen alıp okuyayım. Önerilerinize açığım.
- Sıksana şu ite. Halen cinlik yapıyor. Yer miyiz lan biz bunları. Bal gibi de faşosun.
- Fethiye götürün beni.
- Gerek yok. Faşo değilsen, Muzaffer’e ana avrat bir küfret bağıra bağıra inanalım.
- Ben hayatımda hiç küfür etmedim ki.
- Demek ki edemeden öleceksin, çok yazık.
- Lütfen, ne olur Fethinin yanına gidelim.
- Ver tabancayı, ben sıkacağım ite!
- Sen bizden olsan, arkadaşımı da bu kadar delirtmeden Faşo Muzoya candan küfrederdin. Kelimeyi şahadet getir.
- Vallahi faşist değilim. Devrimci de değilim. Muzo ya da Fethi burada olsa ikisine de küfür ederdim. Muzaffer’e küfür etmeyeceğim. Sıkarsan sık lan!
Yüzde elli ihtimale kumar oynamıştım. Adamların amacı üzüm yemek olsa beni bırakırdılar. Onlar bağcıyı dövmek istiyordu. Solcu olmadıklarına son cümleleri beni ikna etmişti ama emin olmak mümkün değildi. Kala kalmıştılar. Ya sıkacaklar ya da git diyecektiler.
Yan taraftaki çalılıktan “ Aslanım benim. Arkadaş dediğin böyle olur işte” diyen tanıdık bir ses ve sesin sahibi bana doğru hareketlendi karartıda. Az sonra Muzaffer’i Tanıdım.
- Ben senin yerinde olsam babama bile küfrederdim.
- Senin ağzına s….. Tövbe tövbe. Bana ecel terleri döktürdün. Bu piçler de yeni mi?
- Piç deme be abiy, Muzaffer abiy emretti. Özür dileriz.
- Üfffff. Amma koktu. Sen git götünün bokunu temizle evde.
- Siktir lan.
- Oğlum, bir de Fethi keser yolunu.
- O böyle boktan şaka yapmaz.
- Amma yedin
- Son kelimede anladım ama emin olamıyor insan.
- Ne anladın ki?
- Fethi Allah’a inanmıyor ki adama kelimeyi şahadet getirtsin be salaklar.
- Duyun da öğrenin. Bir dahakinde ne yapmıyorsunuz?
Bizim gençliğimiz böyle korku, yokluk, sosyal ve psikolojik baskılar altında geçmişti. İmkânlarımızda çok sınırlıydı huzurumuz da. Huzur ve güvenliğin ne kadar önemli olduğunu yeni nesil bizim kadar idrak edemez.
Silahla taranan kahvehane ve okullar, topluluklar, servisler. Kaçırılan, dövülen, öldürülenler. Yüzde elli şansa sahip olmak bile bazen mükemmel bir durumdu.
Biz insanların hayvandan ayrıldığı nokta düşünmesiydi. Bir de konuşurduk. Ne olurdu hep güzel olanı düşünsek ve tatlı tatlı konuşsaydık?
O zaman Milliyetçi idim. Özal ile daha liberalist oldum. Milletimi de halkımı da seviyorum, atalarıma, emeğe ve hürriyete saygılıyım.
Yaklaşın kulağınıza bir şey diyeceğim. Duyarlarsa döverler. Daha yaklaşın.
- Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu.
YORUMLAR
1972 lerde lisedeydim ve çook kitap okuyor özellikle yazsak kitaplar ilgimi çekiyor gizlice ders kitaplarımın arasına saklıyorum annem görmezsin dieğe..
klasikleri nerdeyse bitirmiştim suç ve ceza -ve çeliğe su verildi - sefiller gibi Nazım yasaktı şiirleri ezbere ülkücülere düşman fakat sol uç kutuplardan da uzak kendimce tüm insanları ayrımsız seviyorum yurt değil dünya sevgisi hakim bu ayrımı veşiddeti anlıyamıyordum...
renk din dil ve vatan için birbirini boğazlayanlar ...neden? neden?diyordum koca dünya kime yetmez herkes kardeş diuyor ve karikatür çizip duvar gazetesinde yayınlıyordum şiire de bu tepkileri dile getirerek başladım...
hiç bir taraf bana yakın değildi...
hepsi birbirine tanımadan anlamadan düşmandı ...
ve deniz gezmişin asıldığı gün okulda matem ders işlemedi hocallar girmediler bile derslere...çok üzgündük haksızlıktı...
şimdi de değişen birşey yok gibi fakat bunu çok iyi anladım tüm siyasilerin hepsi bir... al birini vur ötekine...
oy kullanmıyorum artık dönen dolapları gördülkçe çöpe atılan ve yapılan sahtekarlıklar ayyukka çıkıyor her seçimde ...umrumda değiller hiç biri... hala herkes kardeş
dünyanı düiğer ucunda yapılan haksızlığa aynı şeklilde tepki veriyorum ve
"YALNIZ VATANINI DEĞİL DÜNYAYI SEVEN ÖVÜNMELİDİR" düşüncesindeyim
oturduğum apartmanda en samimi ve hergün görüştüğüm komşularım ülkücüler aynı kitapları okuyoruz ve gerçekten dostuz onlarda biliyorlar sol görüşlü ve hiç bir dine inanmadığımı da ki onlar beş vakit namazındalar...
saygılıyız...
ve onlarda benim için ben de onlar için çekinmeden elimi her türlü ateşe sokarım onlar adına
çok teşekkürler düşündüren anlamlı yazından ötürü...
Yıl bindokuzyüz yetmiş altı. Kış öyle bastırmış ki, ben henüz on yaşımdayım ve amcamn ünüversitede okuyor ama bir gün bile uslu durmuyor. Bbama siyasi nedenler yüzünden sürgün yemiş üç çocuğu ile kış ayında memleketinden kovulmuş. gittiğimiz yer sağcıların sözünün geçtiği bir yer.
Sabahın üçü ya da üç büçuğu, kap vuruluyır ve biz uykudan korku ile uyanıyoruz. Her ab ne olacağımız belli değil çünkü. Babam kapıyı açıyır ve akrşımızda saçı sakalı birbirne karıuşmış iri yarı bir delikanlı. Tanınmayacak halde. Sesinden tanıyoruz onu. Bakıyoruz amcam. Okuduğu okulda olaylar büyümüş, hatta ölü bile var olaylarda ve kendisi bir kaç arkadaşı ile yola çıkıp buraya kadar gelmiş, Günlerdir yolda üstü başı leş gibi kokuyor. Hemen banyo yapıyor, karnını doyuruyor ve ardından " abi beni arayabilirler, Buraya da gelebilir polis. Onun için bir kaç gün saklanmam gerek" Bbam zaten mimlenmiş. Amcamı arayacakları ilk ev bizim evimiz. Evimiz iki katlı yalı gibi bir yer ve amcamı o yalı gibi evin karanlık ve görünmeyen bir yerinde bir hafta saklıyoruz. Önce polis geliyor aramak için ardından jandarma ama amcamı bulmak mümkün değil. Çünkü polis geldiğinde onu sakladığımız odanın duvarına kapı açılmış ve yan tarafa geçişi sağlıyor. Amacam sesleri duyduğunda hemen komşumuzun bahçesindeki yere geçiyor, polis gidince tekrar odasına geri dönüyor.
Ne günlerdi. Yaşım küçüktü ama yaşanan her şeyin farkındaydım ve hap onların yolunu izledim. İyiki de izlemişim.
Teşekkür ederim Engin bey bu güzel yazı için. Saygılar
bize çok uzak bir dönem o yıllar
biz görmedik... ancak, empati yoluyla tahayyül etmeye çalışıyoruz o dönem yaşananları...
Rabbim ,o günleri bir daha yaşatmasın ülkemize ve insanlarımıza....görmedik ve görmeyelimde...
güzeldi. en azından tebessüm ettirdi....
tabiiki sağiık her şeyden önemli, öğle değilmi? bunun içinde spor gerekli........(( :
kutladım duamla çoook....
O günlerle ilgili herkesin ilginç hatıraları varmış.
Yorumları okurken, keşke yeni nesil bunları bilde dedim içimden.
Bunlar siyasi ama siyaset yapmak değil. Biz bir geçmişi hatıralarla analiz ediyoruz.
Sırf ibret için.
İnsanın kendini analiz etmesi kadar doğal.
Güzel yorumlarınız sayfamı işgal değil sayfama şereftir.
Kaldı ki; her bir yorum başlı başına bir hatıra yada makale yazısı kıymetinde.
Saygılar.
Haticcay
Sevgi saygı ve selamlar
Siyasi yazılara prensip olarak yorum yazmama kararıma ve hatta kendim de siyasi yazı yazmamak gibi bir karara sahip olsam da bu yazıyı siyasi yazı kabul etmiyor ve yazıyorum...
12 Eylül aşamaları bu ülke gençliği için aslında kara yıllardır. Öyle bir görünmeyen güç vardı ki, o görünmeyen gücün öyle bir ağır gölgesi hakimdi ki; o yıllarda yaşayan genç nesil sindirildi ve resmen yok edilmeye çalışıldı. Hani tabir yerinde ise, ki bu benim tabirim değil, o yıllardaki o görünmez elin uşaklarının tabiridir; "İti ite kırdırmak ve meydanı boş bıraktırmak" idi amaç.
Birkaç grup genç doğdu o fırtınalı ortamda. Bilinmeli ki; maceraperest sokak magandaları, kumarhane maşaları ve bazı dış ülkelere satılmışlar haricindeki her iki taraf gençliği, yani ülkücü ve devrimci tabir edilen gençliği ben şimdi düşünüyorum da, ne büyük vatanseverlermiş.
Düşünün ki; hiç bir maddi kazançları yok... Düşünün ki; en büyük hakları olan yaşama hakları gidiyor elden... Buna rağmen her iki taraf da kelle koltukda...
Daha derine gidelim aşama aşama...
Maceraperest ruhlu, belki de şimdiki tinercilerin o yıllardaki uzantıları olanlar çıkarlardı meydanlara, kendilerine bazen ülkücü, bazen devrimci süsü verirler, olaylar çıkarırlar, gözlerini kırpmadan adam öldürürlerdi. Bunun örnekleri o kadar çoktur ki. Ceplerine konan birkaç kuruşu bilirlerdi o görünmeyen eller tarafından. 5 Mart 71 de bir ilçenin ayaklandırılıp kardeş kanı döktürülmesi provake edildiğinde, (Ki bu genel bir provaydı) ben o ilçenin namlı kumarbazlarını, esrarkeşlerini o ayaklanma içinde görmüştüm ve önlerine gelenin saçını, favorisini kesiyorlardı bir kesim adına. Aynı kişileri bu kez bir sol fikirli kişinin cenazesinde diğer tarafa saldırırken gördüm. İzliyordum... Asıl düşünce sahipleri, yöneticiler değildi olayları ateşleyenler, bu gibi maceraperestlerdi. Görünmeyen ellerin provake için ceplerine koyduklarıydı.
Maceraperestlerin 12 Eylül sürecindeki fitili ateşlemeleri bununla da bitmiyordu. Bugün Ankara'da Ülkücü olarak kendilerini tanıtıp yol kesip haraç alıyorlarsa, yarın İzmirde Devrimci kimlikle aynı eylemi yapıyorlardı. Bunların o süreçteki katkıları o kadar çoktu ki, sonradan kanıtlandı, devrimcilerin ve ülkücülerin çoğu aynı silahtan çıkan mermilerle öldürülmüşlerdi.
Gençler kamplara bölünürken, o görünmez ellerin uzantıları nutuklar çeker, vatandan, sömürülmekten, insan haklarından dem vururlardı. Vatan sevgisiyle dolu olan, kanı kaynayan genç de dolar, patlaması korkunç olurdu.
Hemen bir anımı anlatmak istiyorum.
Birgün o kamplaşmanın tarafı olan derneklerden birinde oturuyorum ve yöneticiyim. Dernekte de o an 100 civarı genç var. Birden hiç tanımadığım biri girdi içeri. Ağlamaklı, bağırıyor, kendini paralıyor.
"Uyuyun siz burda! Beni dövdüler, arkadaşınızı rehin aldılar, işkence ediyorlar! Hiç sizde utanma yok mu? Burada rahat otururken onlar orda işkence görüyorlar!"
Tabi 100 civarı genç ayaklanıyor. O an ayağa fırladım ve kapının önünde durdum. Adama dedim ki "Sen kimsin?"... Bocaladı; "İnanmazsanız bakın" dedi. "Hadi" dedim, "Sadece ikimiz gidelim. Arkadaşları kurtaralım. Var mısın?". O an nasıl olduysa kapıdan ve merdivenlerden kaçışını görmeliydiniz ve bir daha o insanı hiç görmedim.
İşte tesadüf o an ben aklıselim davranmasam gencecik insanlar toplum hareketine sürüklenecek, ölecek ya da öldüreceklerdi.
Aslında çok çok uzun yazmak için niyetlenmiştim. Ama şimdi baktım sayfayı işgal etmişim. Başka bir zaman kendi sayfamda devam ederim belki...
Selamlar...
Haticcay
Tabi ben bunları daha sonradan anlıyorum; Öğreniyorum
Darbecilerin kendilerini korumak için yaptıkları yasa hala duruyor ve benzer olaylar tekrar tekrar sahnelere konuyor...
Saygı ve selamlar
O dönemlerde Anakarada öğrenciydim..Evet acı günlerdi..Ama o dönemin gençliği heba edildi..İster sağcı ister solcu olsun büyük bedelller ödediler...
Ülkenin sorunları ile yakından ilgilernen gençlik arıyoruz..tabiki vurup kıran,yıkan değil...Atatürk cumhuriyeti geçliğe emenet etmiştir..
Bu gün geldiğimmiz nokta o yılladan iyi olduğu söylenemez...Ben ülkenin gidişinden kaygı duyar oldum..
Geçmişi hatırlatması bakımından anlamlı...Kutlarım selamlar
O zamanlar oturduğumuz muhit (Şehremin, Fındıkzade, Kocamustafa üçgeni) İstanbul Avrupa yakasının bir nevi “Bermuda Şeytan Üçgeni” bir nevi en uç iç savaşların yaşandığı eski “Nikaragua” gibiydi, hemde şahrin tam göbeği. Avrupa yakasındaki İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Fen Fakültesi, Cerrahpaşa ve Çapa Tıp Fakültelerindeki Anadolu’dan gelmiş öğrencilerin yüzde doksanı üniversitelerine yakınlığından dolayı ikametgâh olarak bu üçgeni seçmişlerdi. Bu yüzden birçok talebe yurdu saatli bomba, serseri mayın gibi dağılmışlardı muhite. Bitlis, Sakarya, Adana, Antalya, Niğde, Trabzon, Zonguldak, Maraş, talebe yurtları aklımda kalanlar. Hele Niğde ve Sakarya talebe yurtları hem karşıt görüşlü, hem aynı sokakta ve de binalar tam karşı karşıya. Bırakın gece geçmeyi, gündüzün herhangi saatinde bile o sokaktan geçemezdik. O sokak başından sonuna kadar, canım binalar bomboş, camlar, çerçeveler kırık, duvarlar kurşun izleri, ibretlik bir sokak.
Dikkatle bakıldığında iki tarafta aynı ideal için, dava güdüyor, fakat iki tarafta farkında olmadan davalarını güttükleri idealin masumiyetine gölge düşürüyordu. Ne için, bağımsız bir “vatan” , hür bir “millet” ve müreffeh bir “Sakarya”! için.
Bu travma zinciri her ne kadar bizde kalıcı hasarlar bırakmasa da, bazılarımız bizim kadar şanslı olamadı ve neticesinde üç-beş kuşak sağcısı ile solcusu ile kıyıma uğradı. 68 kuşağı ve sonraki 70, 72, 74, 76.....ta 80'e kadar olan kuşakların milli şuur, bilgi ve heyecan olarak şimdiki nesile açık ara fark attığı tartışılmaz bir gerçektir. Vaka şuda bir gerçektir ne kadar milli şuur, birikim ve heyacanın olsada o 18 yaştaki deli kanın "keskin sirke küpüne zarar" handikaplarını unutmamak lazım.
Keşke şimdiki tecrübeli siyasilerde o gençlerin heyacanı olsa veya o gençlerde şimdikilerin tecrübesi olsa.
Yaşayıpta şahidi olduğum bunca trajedi bundan sonrası için hep "mutedil" bir yol izlemeye sevk etti beni, fakat o zamanlardan kalan bazı dinazorları hala aynı sidik yarışı içinde, benim babanı senin babanı döver mantığıyla hareket ettiklerini görünce, "nato mermer nato kafa" diyesim geliyor, üzülerek
Tebrikler, selamlar dostum
O dönemin bir insanı olarak yeniden yaşadım o günleri. Ben de istanbul Kurtköy'de yaşıyor ve İstanbul teknik Üniversitesi Makina Fakültesi'nde okuyordum. Kurtköy, Ülkücülerin, Üniversite de solun 38 fraksiyonunun hakim olduğu bir yerdi. Ben de ortadan idare edenlerdendim. Fakat Kurtköy'de her olay olduğunda, şüpheli solcu olarak göz altına alındım. En son ölümle biten bir olaydan sonra, kaçmak ve saklanmak zorunda bile kaldım. En azından aralarından biri olmadığım ve solun hakim olduğu bir üniversitenin öğrencisi olduğum için, doğrudan hedef gösterilmiştim çünkü.
Evet; o günler geri gelmesin. Bu günküler de bu günün değerini bilsin. Tabii can güvenliği bakımından. Yalnız geçim, o günlerde çok daha kolaydı. Biz Kurtköy'ün en yoksullarıydık ama ben oradan İstanbul'a okumaya gidebiliyor, ev kiramı ve geçimimi çok kolay sağlayabiliyordum. ( Evli ve iki çocuk babasıydım. yaptığım iş kahve ve seyyar sinemacılıktı)
Ben Muzoyu da tanırım. Zararsız olduğumu o da bilir.
Faşistlerin lideri Muzo mu?
Şeklinde olacak ken bitişik çıkmış. Özür dilerim.
tEŞEKKÜRLER SAYIN ÜZÜM KARASI.
Türkiyede ve dünyada halkın üzerinde her zaman oyunlar oynanır.
Görmesini istediklerini empoze ederler.
Halkın büyük çoğunluğu da yutar.
saygılar.
Engin Tatlıtürk tarafından 1/7/2010 10:32:08 AM zamanında düzenlenmiştir.
Haticcay
Okurken kanım dondu. 1960 Darbesi'nin üzerinden 10 yıl geçmiş ve gelinen noktaya bakınız...
Ben o yıllarda dünyadan habersiz ilkokula giden bir çocuktum. Ama 1980 de de buna benzer durumları gözlemliyordum. Bu ülkede her on yılda bir darbe olur lafzına binaen, sadece ismine aşina olduğum 1971 Darbe girişiminle ilgili bilgileri nette biraz araştırıp okudum. Hasan Cemal'in ağzından o dönemle ilgili anılarını burayada ekleyeyim.
Yüreğinize emeğinize sağlık. Paylaşımlarınızla çok önemli konularda hafızalarımızı tazeliyorsunuz . Geçmişte yaşananlar günümüzede ışık tutuyor. Çalışmalarınızda başarılar kolaylıklar diliyorum.
Milliyet yazarı Hasan Cemal'den 1971 darbesi itirafı
Hasan Cemal, cunta ve darbe destekçiliği yaptığı günlere dair önemli anılarını paylaştı.
'9 Mart' grubu olarak da bilinen Cemal Madanoğlu cuntasına, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, İlhami Soysal ve Uğur Mumcu gibi isimlerle destek verdiklerini hatırlatan Hasan Cemal, haklarında çıkan beraat kararına çok şaşırdığını yazdı. "O tarihlerde 'darbe'nin peşindeydik.
Özellikle Ankara'da askerle 'organize işler'in içindeydik." itirafını yapan Hasan Cemal, Madanoğlu davasının üzerinin örtülme gerekçesini; davanın Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler Paşa'ya, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur Paşa'ya kadar uzanmasına bağladı.
Usta gazeteci, bugün kimi çevrelerce 'demokrasi hareketi' olarak yorumlanan '9 Mart girişimi'ni şöyle tanımladı: "Tam tersine çok partili demokrasiye paydos için yola çıkmış, Türkiye'nin Batı'ya sırtını dönerek başka sulara açılmasını öngören, askerci-cuntacı bir gizli örgütlenmeydi."
Cuntacıların kendilerini kurtarmakta mahir olduğunu ifade eden Hasan Cemal asıl amacı, "Önce askeri bir darbeyle parlamentonun ve partilerin kapısına kilit vurulacaktı. Ve Moskova'da pişirilen 'kapitalist olmayan yol'dan devletçi bir düzene doğru yol alacaktı Türkiye." biçiminde özetledi.
Hedeflerine ulaşmak için bir darbe ortamı oluşturulduğunu, bunun için de gençleri kullandıklarını anlatan Cemal yıllar sonra "Bir keresinde, bir arkadaşı tarafından kazayla öldürülen devrimci bir genci, "Ülkücüler vurdu!" diyerek neredeyse bütün Ankara ayağa kaldırılmış, büyük bir gösteri yapılmıştı."hatırlatması yaptı.
Özellikle son genel seçimlerde birçok köşe yazarının gündeme getirdiği "cahil halk" deyimini, geçmişte kendilerinin de kullandığını aktaran Hasan Cemal, şu düşüncelerine yer verdi: "Herşey, 'cahil halk'ın oylarıyla seçim sandığından çıkan işbirlikçi, yobaz, gerici düzene son vermek içindi.
Herşey, cici demokrasi diye yerin dibine batırdığımız çok partili demokrasinin çanına ot tıkamak içindi. Ama olmadı. 9 Mart değil 12 Mart kazandı! Biz değil onlar kazandı."
Dünya üzerinde kendilerine örnek aldıkları liderler olduğunu da aktaran Cemal, geçmişteki fikirlerine "Irak'ta Saddam Hüseyin'i, Suriye'de Hafız Esad'ı, Libya'da Kaddafi'yi, Sudan'da General Nimeyri'yi ya da Mısır'da Nasır'ı sahneye çıkaran Batı karşıtı, Baasçı, otoriter rejimlerin propagandasını yapıyorduk." sözleriyle açıklık getirdi.
Doğan Avcıoğlu yönetimindeki Devrim dergisindeki hedeflerinden en büyüğünün Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'i siyasetin dışına çıkarmak olduğunu ve demokrasi düşmanlığı yaptıklarının belirtti.
Cemal, Demirel'i 'Amerikan uşağı ve yobaz'; Ecevit'i ise çok partili demokrasiye sahip çıkan bir 'romantik' olarak gördüklerini ifade etti.
güzel bir yazı engin bey.
aynı dönemler de ben ünüversitedeydim.ben de sizin gibi hiç bir uç noktanın görüşünü tasvip etmediğim için ,
yada şöyle diyeyim davranış ve tepkilerini beğenmediğim için hiç bir gruba katılmadım.
ben sizden şanslıydım arada kalmadım hiç.ege ünüversitesinde okudum.sol görüşlüyümdür .ama arkadaşlarım asla beni zorlamadılar onlara tepkime saygı gösterdiler.hiç mhp li arkadaşım olmamıştı o dönemde.
manisaya taşındım yıllar sonra .bir çok yeni arkadaş edindim .henüz görüşünü bilmeden.
şimdi can dedğim ,canım dediğim bir kaç arkadaşımdan ikisi koyu mhp li,ve ben hala sol görüşlüyüm.
:))
saygılar arkadaşım
Yeni nesle flim gelir.
Aslında o dönemlere benzer hareketlilikler var toplumda.
Bir an evvel sivil anayasa yapılıp, toplumsal ve sosyal barış projeleri hayata geçirilmelidir.
Bir de cezalar caydırıcı olmalıdır.
30 ila 60 suç dosyası olan adam yalama yapmıştır. İflah olmaz.
Kanın yok ki korksun. suçu yanına kar kalmaktadır.
Birdaha yapmaya tövbe ettirecek cezalar olmalıdır.
Cezai ehliyeti olmayanların suçları da ana babadan sorulmalıdır.
Tazminat için mahkeme kapılarında sürünürler ama çocukları suç işlerken ortada olmazlar.
nertenn
anlamak gerekmez mi yargılamadan.
bu hale nasıl geldi bu millet.
millet deil illet olma yoluna kim soktu ,nasıl
:))