- 955 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN
Suzan ve Birol’a oturdukları daireyi Fatma ile arkadaşı Derya kendi binalarından kiralamıştı. Eskiden beri görüşürdüler. Suzan’ın yokluğunda Fatma ve Derya daha da yakınlaşmıştılar. Derya ve Fatma koyu bir muhabbete dalmıştı. Bilgisayarda çetleşiyorlardı birileri ile. Bu iş den müthiş bir heyecan duydukları hallerinden belliydi. İnsan ilişkilerinde söz %7, ses tonu %38, beden dili %55 etkili oluyordu araştırmacılara göre. Fatma derya’yı çekip çevirebiliyordu. Yaşça da büyüktü.
Giderek masumiyetini kaybeden bu sohbetler iki kadını da tehlikeli aşırılıklara çekiyordu. Yasağa alaka, gittikçe artıyordu. Bu gizli sohbetler en büyük zevkleri olmuştu.
Yine bilgisayarın başındaydılar. Biran dura kaldılar. Çok düşünüp birbirlerini ikna ettiler. Adamların evinde kahve içecektiler.
Vaktinde buluştular. Yakışıklı iki beyle kahve içip sohbet ediyorlardı. Bir süre sonra Derya fenalaştı. Yarı baygın haldeydi. O nazik adamlar Fatma’nın yanında Derya’nın elbiselerini soymaya başlamıştı. Derya direnemiyordu. Fatma evden Deryayı bırakarak ayrılıyordu. Bütün hazineleri büyük bir itina ile yağmalanıyordu. Bir daha, bir daha, bir daha. Perişan bir halde Fatma’nın evine bırakılıyordu tecavüz mağduru Derya. Olayı eşlerinden gizliyorlar. Fakat sonraki günlerdeki şantaja da boyun eğiyorlardı. Tecavüze uğradığı eve de defalarca gidiyor, bolca sus parası da veriyordu. Bu işin sonu olmadığını anlayınca, durumu kocasına açıyordu Derya. Hem dayak atıyordu eşi, hem de boşanıyordu.
Suyun akıp varacağı yer olan
Padişahın denizi, sele kapılanı,
Dereye dalanı nasıl bilmez.
İki çocuklu Derya, altı ay içinde kendisinden 15 yaş büyük Yozgatlı birisiyle evlendi. Bir yıl sonra o eşi de eceli ile öldü. Dolgun emeklisi ve 6 dairesi Derya’ya kaldı.
Derya yaşam tarzını değiştirmiş, dini sohbetlere katılır olmuştu. Hem kendisi aydınlanıyor hem de çocuklarını daha bilinçli büyütüyordu. Ara sıra Suzan ile de görüşen Derya, dinden fazlaca konuştuğu için itici bulunuyordu. KADİRİ Tarikatına giren Derya, dine yaklaştıkça eski dost ve arkadaşları tarafından dışlanıyordu. Derya ise Rabbi tarafından kendisine tanınan bu ikinci fırsatı kaçırmak istemiyordu. Sohbette; akşam TV de yayınlanan ve sabah gazetelere çıkan bir olay konuşuluyordu: Ankara Otogar’ında hamallık yapan birisi, mesaj arkadaşı bayanın anadan üryan resimlerini istemiş. Kadın da göndermiş. Adam kendi evine gidip eşini doğramış. Meğer o resim gönderen adamın karısıymış.
İstanbullu bir kız çocuğu; Nevşehir’e mesaj arkadaşına kaçar. Orada arkadaşı ve üç erkeğin daha tecavüzüne uğrar bir ay boyunca.
Örnekler, örnekler, örnekler. Derya daralmıştı. O da benzerini yaşamıştı. Deccal’ı doğuracak nesiller bu gelişmiş teknoloji ile yetişecekti. Deccal’ın orduları bu tezgâhtan geçecekti. Derya, yaratıcının her şeyi zıttı ile yarattığını da öğrenmişti. Gece ile gündüz, kötü ile iyi, acı ile tatlı, şeytan ile melek gibi. Deccal’ın zıddı Mehdi AS. Da bu nesillerden gelecekti. İçi rahatlamıştı. “ mazimi temizleyemem ama kalbimi temizleyebilirim” diye düşünüyordu. Her sohbet bir değildi. O artık nurani sohbetleri takip ediyordu. Kadiri olduktan sonra kalbi huzur bulmuştu.
Derya sohbetten evine dönmüştü. Yemeklerini yapıp televizyonu açtı. Malatya’da İncil dağıtan bir yayın evi basılmış, üç kişi boğazı kesilerek katledilmişti. Duyduklarına inanamadı. Bu vahşeti yapanlar insan olamaz diye düşündü. Allah’ın bütün peygamberleri İnsanı öldürmemek gerektiğini öğretmişti. Din milliyet fark etmez idi, insan insandı ve saygındı.
YORUMLAR
[Gelişen teknoloji ile kaybettiklerimizin kabarık faturasının, yarınlara koyduğu ipoteğin hiç kimse farkında bile değil. Tıpkı bir bilim kurgu romanı veya filminin figüran karakterleri gibi sıra savma derdindeyiz. Bildiğimiz bir sonu, bilmiyormuş gibi davranmak. Yönetmen, ışık, “sahne bilmem kaç” ve “kamera” başla! Ula oğlum daha yeni yedik “pilav üstü kuruyu, yanında cacık, bir baş soğanla beraber”, bu günde “cağ kebabı, cartlak kebabı” yesek ne olur. Üfleyeyim “kolestroluna” . Ha bu arada, kuruyu sevmediğimiz manası da çıkmasın, her gün, her gün bir yere kadar .“Sorgulama” hak getire, oda ne ki. Beynimizdeki “sorgulama” lobuna kan taşıyan damarlarda pıhtı oluşmuşta, oksijen akışı sektede, sanki kısmı felce uğramışız, uğratılmış mıyız yoksa! Ne verseler onu yiyoruz. Aslında felç lafını kullanmamak lazım, öyle ya, sömürmek için sağlam bir “figüran” lazım “yönetmen(ler)e”. Ve maalesef uyuşturulmuş toplumun medeniyet algılaması teknoloji eşittir medeniyet oldu(ruldu). Öyleyse “Asrilik; silikon vadisindeki katma değerin, insan karakter kalitesine kattığı değer ile orantılıdır” diyebilir miyiz, bence deriz; de, işte burada tartışılması gereken, bu orantı “tersmi” yoksa “düzmü” dür. “Selüloit, silikon karışımı bir bitki örtüsünde yetişen entegral organizmaların, gayri organik olarak tüketilmesi neticesinde elde edilen maddi hasat’ın getirisinin gayri safi milli hâsılanın(ne demekse) nüfus sayısına bölünüp, karakter karekökü ile çarpılması neticesi ile ortaya çıkan rakamın”…. ay vallahi içim daraldı, tamam, tamam bende kabul ediyorum evet, evet “Ne kaa teknoloji, o kaa medeniyet” ...........................
Nesli tükenmekte olarak algıladığım medeniyet; şimdilerde azgın “Yedi Kocalı Hürmüz” hüviyetinde bir marazlı sevda. Çirkin bir o kadar da çekici, şeytan tüyü var sanki. Ne onunla, ne onsuz. Yedi gayri resmi ilişkiden yedi batında peydahlamış, “yedizerden”, kırk dokuz veledi zina gibi dolaşırlar ortada “şopar” ları. İşte bu hamam güzeli “ayağında cazibe takunyaları, sırtında transparan havlusu, belinde kalça üstünden düğümlediği, basenden frikikli peştamalı, şuh bir kahkaha, işveli bir göz süzüş” ile kırdığı potların, sebep olduğu ahlaki erozyonların, karakter met cezirlerinin, yapmış olduğu tahribatın üzerini, sadece bir göz yanılsamasına sebep olan kartonpiyerden kabartmalar misali örter. “Yollu oğlum yollu bu” ikazlarını tınma bile tınmaz bizim “Âdem-i merkez”. Toplum bu aşamada dilinde “bir tatlı huzur almaya geldik” şarkısını terennüm ederek, “kaderimse çekerim” mantığıyla “Arabesk” bir boş vermişlik içinde, kolonlarının demirlerini pas vurmuş, çimentosu kesmiş, ahşapları çürümeye yüz tutmuş bir viranenin üzerine kat çıkmaya kalkan bir tevekkellik ve “Şarklı” kurnazlığında hala. “ Battı balık yan gider” tesellisiyle gün be gün ağına düşmekte bu bataklık gülünün. ]
Sevgili Engin yazını okuyunca tam yerine denk geldi, eski bir yazımdan alıntı yaptığım satırları yazmak ihtiyacı hissettim. Teknoloji öyle veya böyle damardan dayandığı "haroinin" karşılığı olarak, tıpkı bir sırtlan gibi canlı canlı otopsi yapıyor insanı. Kurtulanlar ağızları kamaşmamış sa eğer, ekşi elma yemedikleri için dedelerinin ruhlarına fatihalar okusun bol bol.
Selamlar dostum
Her geçen gün teknolojizedeler artıyor...
Teknolojinin yararları var elbet, ama uslubunca kullanılırsa...
Yararının yanı sıra zararları da çok fazla... Yazınızda verdiğiniz örneklerde olduğu gibi... ve daha neler neler...
Öncelikle gençler bilinçlenmeli ve takip edilmeli...
Ailenin varlığı çok önemli...
Ve ahlak ve inanç...
Üzerinde düşünülmesi ve ders alınması gereken bir yazı...
Kutluyorum
Saygımla
Öyküdeki derya'nın sadece ismi derya değildi. Mahallamden tanıdığım bir şahıs. Diğer olaylar da gazete ve TV'ye aksetmiş yurt çapında ses getirmiş hadiselerdi.
Sadece bir araya toparladım.
Bu gün de kızının okuduğu orta okulada çocuklarun uzerine köpek salarak korkutup haraç toplayan bir çete ile uğraştım.
Toplumsal olaylar yazmakla bitmiyor. Ve artık hiç bir şey insanları şaşırtmıyor.
Herşey sıradan olmuş.
Ürker oldum.
Sevgilerimle.
Birçok mesajı bir anda verme başarısını göstermişsiniz. Ben de düşündüm şimdi okuduklarımla.
Uzun yıllardır bu teknolojinin hem kullanıcısıyım, hem ticari hayatımın parçası. Asıl mesleğimden sonra kazanç amacıyla kurslarla öğrenip icra ettiğim bir meslek. Elbette bu mesleğin bir parçası da internet...
Bu siteye geldiğimde ilk yazılarıma 4 bölümlük internet anılarımla başlamıştım. Hepsi de gerçek, bizzat yaşadığım, mizahi yanı kuvvetli, tesadüfi olaylardı. Oysa yaşadığım o kadar çok dramatik, trajik olaylar da vardı ki.
Tinerci bir kardeşin, kızkardeşine, eve getirdiği 6 tinerci arkadaşıyla birlikte tecavüz edişi, o zavallının uzun yıllar ruh tedavisi görüşü, aldatılmalar ve daha niceleri...
Ama ben hep şunu iddia ediyorum. Burada insanlar vahşetlerini de, güzel yanlarını da sergilerler ve günlük hayatlarındaki gibi maske takmazlar; "Nasıl olsa kimse görmüyor" derler...
Bir de madolyonun diğer yanına "Eğitimci" kimliğimle bakmak istiyorum. Kendini iyi yetiştiren herkes, buradaki özde yalancı olanı da, dürüst olanı da, beyefendi olanı da, hanımefendi olanı da anlar. Ve hiç kimse iyi tanıyana kadar evinde görüşmez. Ayaküstü görüşmeyle yetinir.
Allah şaşırtmasın... Bir insan buradaki yalanları hissedemiyorsa, ilk buluşmasına karşı tarafın evine gidiyorsa vay O'nun haline ki günlük hayattaki maskelilerden nice darbeler yemiştir ya da yiyecektir...
Güzel bir yazıydı. Tebrikler...
Selamlar...
malesef, teknolojinin sindirilmeden kullanılması ile karşılaşılan gerçekler
eve yine malesef, bunlar var ve hala da olmaya devam ediyor
güncel bir konuydu yazdığınız
kutlarım kalemi
saygılarımla
su_misali tarafından 1/6/2010 2:14:01 PM zamanında düzenlenmiştir.
su_misali tarafından 1/6/2010 2:14:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
İnsan... Ne yazık ki günümüzün şartları içinde sağlam durabilmek için bayağı bir emek ve sabır gerek. Ama en önemlisi kişinin nefsine yenik düşmemesidir. Bu ne kadar başarılabilir?
Bu öykünün insana öğrettikleri arasında nefis terbiyesinin ne kadar önemli olduğu da var. İşin başı kişinin kendisini kontrol altında tutabilmesi... Ve yine bir başka ders de geçmişe değil geleceğe dair ne olduğumuzla ilgilidir. Allah yücedir.Tövbeleri kabul edendir. Yeter ki insan etmiş olduğu tövbede sabit kalabilsin.
Çok güzel bir öykü... Tebrik ediyorum, Engin bey. Selâm ve sevgiyle...
Kıymetli Engin Tatlıtürk,
Hikâyenizi beğenerek okudum.
Kaleminiz çok kuvvetli.
Hâdiseyi çok anlaşılır bir şekilde ortaya koyuyorsunuz.
Kahramanlar ve hâdiseler çok inandırıcı..
Sanki, hayatın içinden.
Ben o kaabiliyete sahip olsam, bütün bunları kitap yaparım.
Allah'a Emânet Olunuz.
Selâmlar.
Engin bey dünki yazınızı da okudum bu günkü yazınızı da ve bildiğiniz gibi yazılarınızı asla kaçırmak istemiyorum. Çünkü mesajlarını gerçek anlamda çok güzel. Her yazınızda inbsanlığın içinde bulunduğu durumu ap açık anlatıyor ve o durumdan kurtulmanın yine kendi elelrinde ve inanaçlarında olduğunu güzel tümcelerle vurguluyorsunuz. Tıpkı bu yazınızda olduğu gibi.
O malatya'da ki olayın tarih sayfalarına kara bir leke olarak yazılacağını ve gelecekte çocuklarımızdan, bizim yaptığımız vahşeterin hesabının sorulacağını biliyoruz. Keşke çocuklarımıza güzel bir miras burakabilecek kadar insan olabilsek ve keşke tarh sayfalarına bu tür olayları hiç yazdırmasak.
Kutluyorum kaleminizi ve saygılar yüreğinize