- 2043 Okunma
- 16 Yorum
- 0 Beğeni
Bahar Dalında Zemheri Ayazı
en masum saklanışın
avucundaki dünyanın
kekik kokulu manasına…
ey yüreğine hüznü eken
ç o c u k !
savur korkularını
kınından kasvet akan yaşama...
Bugün bir çocuğun minicik avuçlarında gördüm çaresizliğin kimsesizliğin can kırığı duruşunu… Onun canı yanarken benim ruhumdaki tüm ormanlar bir kibritin ucunda yok oluş yolculuğuna çıkmıştı bile…
İnsan olmak önce inancın dibi olmayan kuyusundan yudum yudum yaşam içmek sonra da çocukların gamzelerinde barınan masumluğa dokunabilmektir… Bunu başaramayan, kıraç topraklarda sürgün veren insancıkların ellerinde kurudu birçok çocuğun düşleri…
Yeryüzünü umutta, huzurda, güneşin en onurlu gülüşünde buluşturan tek renk çocuk rengidir ki… Sanırım en kolay harcadığımız gamzelerinde gülüş değil kaygı ürkeklik ve güvensizlik ektiğimiz minik kardelen yürekli canlar onlar…
Bugün bir hüznün köklerine kadar indi ruhumdaki duvarı ıslak figanım... Minik Naz’ın terlemiş avuçlarında kendi çaresizliğimi görmek aynaya bakarken düştüğüm ikilemimdi aslında… Ben de hüzünlerimi sessizce dikerim yüreğimin bahçesine ama tecrübelerim ayakta durmama yardımcı olur hep… Fakat bu minik kızın saklamak istediği hüznü ona nereye kadar yol olabilirdi ki… O daha bir kanadını bile çırpacak kadar nefes biriktirmemişti ki yaşama…
Naz’ın kendi yaşıtı ile yaşadığı bir münakaşa, karşısındaki muhatabı koskoca bir teyze ile devam etmişti… Cehaletin eşitsizlik duvarına ektiği tohumlardan biriydi yetişkin çocuk ruhlu teyzenin duygudan yoksun haykırışları… Ve o teyzenin kızıl pençelerinde minicik Naz’ın bahar kokulu yüreğinden akan kışın ayazına dokunmuş hüzünleri bir ok gibi değerken insan yanıma, korktum utandım sorgulara ektim geleceği…
İşin garibi onun şimdi bu saçma manasız ve eşit olmayan münakaşalarla uğraşacak hali de yoktu… Boyunu aşan, avuçlarını yakacak kadar yanan bir masal vardı buğulu gözlerinde…
Çünkü…
anneciğinin canı yanıyordu…
anneciğinin zirvelerinde yangın vardı…
anneciğinin göğünde uçurtması talan edilmiş bir düş vardı…
ve o minicik yüreğiyle cevapsız soruların altında bir papatya çığlığı atabiliyordu ancak!!!
Yazık ki…
O da hayata erken başlayan büyük çocuklardan olacaktı…
Yazık ki…
O da çocuk olmasına izin verilmeden sorumlulukların altında yüreğine duvarlar örerek savunmasında büyüyen minik bir dağ çiçeği olacaktı…
Yazık ki…
O da ellerine değen sis bulutlarını temizlemek için uzaklardaki güneşe yüreğinden büyük imzalar atmak zorunda kalan bir minik can olacaktı…
Minik Naz’ın avuçlarındaki dünyaya sığınmasının sebebini bir o bir de ben anlamıştım… Sanırım erken büyümenin sözlükteki anlamıydı içimdeki bu insani çığlık… Ve bu çığlığın kenarlarındaki sessizlik nakışı, gözlerindeki ıslak masalın işlemesiydi…
Şimdi düşünüyorum da büyük olmak gerçekten büyük olmayı gerektiren gerçek bir sorumluluk ve görev aslında…
Yaptığımız bir çok yanlış kaç çocuğun hangi rengini yakıp yıkıyor tarumar ediyor acaba?...
Ağzımızdan çıkan kaç kelime hayata yeni başlayan minik nefeslerin yolunu tıkıyor acaba?...
Onları düşünmeden bencilce attığımız kaç adım onların düşlerini eziyor acaba?...
Ve…
Kendileri küçük, yaşadıkları büyük çiçeklerimize hangimiz hiç çıkarsız katıksız tertemiz bir yaşam için söz verebiliyoruz acaba?…
Naz…
Biliyor musun hüzünlü ellerini o günden sonra her gece öpüyorum kokluyorum ruhuma sarıp ısıtıyorum… Seni bir daha göremeyeceğim ama her sabah doğan güneşin umut dağıtan ışığında saçlarına dokunacağım ve yaşam fısıldayacağım…
Avuçlarına bıraktığın yaşamın en masum saklanışını aynaya her baktığımda göreceğim…
ki…
Başka çocukların dünyasına insan gibi girebilme olgunluğuna erişebileyim…!!!
01.01.2010
M.ALTAN
YORUMLAR
Sizden böylesine özel bir yazı okuyabileceğimi biliyordum. Çünkü yüreği mangal gibi, hayata ve yaşama duyarlı bir kadın vardı karşımda ve ben onun yüreğini, en az kend yüreğim kadar çok iyi biliyorum, veya bildiğimi sanıyorum.
Bu gün ki yazımda ben de ana tema olarak çocukları almıştım ve sizde de aynı konuyu görmek mutlu etti beni sevgili şairim.
Tüm kalbimle kutluyorum kaleminizi ve sevgiler yüreğinize
beyaz bulutlarla süslü lacivert geceler bırakalım çocuklarımıza,
müsadenizle çok sevdiğim bir bölüm yazmak istiyorum buraya,
Lacivert Gece
Gülüşün kovamaz lâcivert geceyi
Bir hilâl belirir gecede, sâdece...
Kederle de kararmaz gözlerinin lâciverdi
Yıldızlar belirir, kayan yıldızlar
Yeryüzündeki bütün yalnızlar
Ürperir, derler ki “çocuk kederli”
Sert çocuk, sarp çocuk, lâcivert Çocuk,
Biraz neşelensen bu ne dert Çocuk?
Ürkme baykuşlardan, baykuşlar güzel
Keşki bu kadar azalmasalardı...
Hele kirpiler, yarasalar
Hepsinin başımın üstünde yeri var.
Ölü değil senin gecen, canlılarla dolu çocuk
Sisli çocuk, puslu çocuk, buğu çocuk.
........................................
yazınız kalbime damla damla umut verdi mehtap hanım,
yüreğinize sağlık derim ve tebrikler...
Mehtap ALTAN
çocukların yüreğine dokunabilecek kadar yüreğini sevgi dolu büyütebilenlerindir değerli kalem...
ben teşekkür ederimmmm...
"Yeryüzünü umutta, huzurda, güneşin en onurlu gülüşünde buluşturan tek renk çocuk rengidir ki… "
sosyal yaralara neşterdi kanatan yazı...iyi ki sizin gibi duyarlı yürekler var...yoksa yaşanası değil bu dünya...iyi ki yazıyorsunuz...
sevgim saygım her daim tebriklerimle değerli yazar sevgili Mehtap...
en hassas olduğum konudur çocuklar
///Şimdi düşünüyorum da büyük olmak gerçekten büyük olmayı gerektiren gerçek bir sorumluluk ve görev aslında…
Yaptığımız bir çok yanlış kaç çocuğun hangi rengini yakıp yıkıyor tarumar ediyor acaba?...
Ağzımızdan çıkan kaç kelime hayata yeni başlayan minik nefeslerin yolunu tıkıyor acaba?...
Onları düşünmeden bencilce attığımız kaç adım onların düşlerini eziyor acaba?...
Ve…
Kendileri küçük, yaşadıkları büyük çiçeklerimize hangimiz hiç çıkarsız katıksız tertemiz bir yaşam için söz verebiliyoruz acaba?…///
bu yazdıklarınıza katılmamak mümkün mü?
çok güzel bir yazı ..tebrikler