- 1645 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
SAHTE CENNET
Gök mavi, yer yeşil. Bu yeşil cennetin ortasında minicik kahverengi bir leke. Tahta bir köy evi. En küçük olduğu için minicik demiyorum. Tabiat çok büyük, çok renkli , çok canlı. Bir tek çatısı kiremit kaplı bu evin altı odası, iki kileri, bir büyük hayat denilen salonu ve salondan biraz küçük iki ayrı oturma odası vardı. Tavan arası yem deposu (dereni), alt katı ahırdı. Dereni çocukların oyunlar oynadığı eğlenceli bir ortamdı. Dışarıda tahtadan bir tuvaleti vardı bu evin. Çift giriş, çift avlu önü bostan arkası ormandı. Her türlü ağaç ve meyvemiz vardı, burada her mevsim başka bahardı. Yedi yaşında, hayat da başka bir bahardı.
Yaz mevsimini çok severdik, bitsin istemezdik. Rize Türkiye’nin en fazla yağmur alan yöresiydi. Haftalar süren aralıksız yağmurlardan sonra gelen sıcaklar, hürriyetine kavuşan mahkûmlar gibi coştururdu bizi.
Bu güzel evi amcamlar la paylaşırdık. Yaşıtım olan emmioğlu Tevfik’le
Güzel vakit geçirirdik. Tarlalar bölünmüştü ama çocuklara yasak yoktu. Fakirlik ise, herkes fakirdi. Evlerin dış kapıları kilitlenmezdi. Hırsızlık bilinen duyulan bir şey değildi. Elektriğimiz olmadığı için erken yatar ve kalkardık. Herkes birbirini çok iyi tanırdı. İmecelere biz çocuklarda katılırdık. Tarladaki çay, o zamanlarda tek tek elle toplanırdı. Çay toplar, oduna gider, yem biçip taşıma yapardık. En çok fındık ve kestane toplamayı severdik. Herkes yardımlaşır çocuklar eğlenirdi bu işler görülürken. Avludaki büyük armut ağacını ölene kadar unutmam her halde. Çok armut çeşidi görmüş ve tatmıştır bu fani organlarımız. Ama o armut başka idi. Yine ağaca tırmanmış en iyi armutları yerken arılar bile bizi kıskanıp saldırıyorlardı. ‘’Aman allahım’’ ne unutulmaz lezzetti o. Isırdığında parça kopmadan su fışkırıp, çenemden bileğime ve dirseğime doğru akardı. Kopan parçanın içi çürük gibi koyu kahverengi. Koyu renk ne kadar derinse lezzet anca. Hurmaların kokusunu severdim ve patlıcan inciri tercih ederdim. On altısında bir genç kızın gerdanı gibi pürüzsüz ve kokulu kara kara üzümler. Bazen Prusya mavisinden patlıcan moruna çalardı bu kokulu üzümlerin rengi. Yemekten çok okşamak, avuçlamak gelirdi salkımı eline aldığında. Sultan da olurdum kaptan da. Hülyalar denizine dalardım. Düşlerim çocukça olabilirdi ama çizgiler derin ve rengârenkti. Bir üzüm tanesini ağzında patlatırsın, dünyayı mutluluğunla patlatırcasına. Sonra öbürünü ve diğerini. Sarar nefsini. Madde bağımlılığı gibi cezp eder sonlandıramazsın başladığında yemeyi. Her güzel şeyin olduğu gibi bunun da sonu gelir.
Fındık, ben ve Temel. Ne kadar şanssızmışım hiç çıkmıyor hazımsız hafızamdan. Temel ile Fadime, birbirlerini sevmektedirler. Gizli gizli fındık bahçelerinde buluşup fingirdeşmektedirler. Yine böyle bir günde Fadime, bir ıhlamur dalı kırar. Fırsatçı Temel ceza diye oracıkta sahip olur Fadime’ye. Fadime çok hoşlanır. Bir müddet sonra Fadime bir fındık dalı kırar. Yine aynı ceza ile cezalandırılır. Sonra bir dal daha ve yine aynı ceza. Sonra yine tekrar, yine ceza. Temel iyice mecalsiz kalmıştır. Fadime yola yakın ve sahipsiz bir fındık tamlısından tekrar dal kırar. Temel: - Uy Fadime. Ona pen karişmayirum. O kamu malidur. Der.
Amcamın oğlu Tevfik ile yazın en çok oynadığımız oyundu kumaklık. Bir fındık yütme oyunuydu. Üç fındık tanesini yerde yan yana üçgen şeklinde getirirdik. Birleştikleri noktada üzerlerine bir tane fındık daha koyarak piramit oluştururduk. Buna Fol derdik. Üçer beşer fol yapar uzaktan sıra ile atar, ne kadar devirirsek alırdık. Çocuktuk ya arada bir de hırlaşırdık. Büyük bir vaka olmamıştı son oyunumuza kadar. O olaylı oyunda, burnumun üzerine patlayan bir kafa darbesi ile dünyam kararmıştı. Kana boyanmıştım bir anda. Çok acılar çekmiştim. Çünkü burnum kırılmıştı ve doktora götürülmediğim için sola yatık kalmıştı. Ergenlikte bile sancıdı durdu içimde. Amcam, oğluna okulda dayak yemesin diye kafa atmayı öğretmişti. İlk talihlide ben olmuştum. Allah rahmet eylesin tüm cümle geçmişlerimize. O canım yerden iki yıl sonra Ankara’ya göçecektik.
Rize Pazar, Ortayol köyündeki evimize artık yaz tatillerinde gidebiliyorduk. Ve yine oradaydık. Mevsimindeki meyveleri yiyor, sebzeler topluyor, bol bol geziyor ve avlanıyorduk. Yüzüyorduk güzel köyümün deresindeki çeşitli derinliklerdeki göllerde. Alabalık tutup tereyağında kızartıyorduk. Kızgın yağda U gibi kıvrılırdı dere alabalığı ve o lezzet suni alabalıklarda olmazdı. Yinede aynaya her baktığımda ve eğri burnumu gördüğümde, fındıktan bir fol gördüğümde, elim burnuma giderdi. Sanki bir defa daha kafa yerdim emmioğlundan. Sanki kanım akardı. Tadım kaçardı birden.
Sıcağın çıldırdığı bir günde arkadaşlarla dereye Memişin gölüne yüzmeye gitmiştik. Memiş adında bir delikanlı boğulduğu için bu ismi almıştı. Zati beğ’in gölü, Kambur’un gölü, Esmer’in gölü de böyle acılı göllerdendi. Her birisi ayrı bir öykü idi köyde. Yüzmeyi az biliyordum. Çok dikkat etmeme rağmen ayağım kaydı ve gölün en derin yerine düştüm. Batıp çıkıyor suda yatamıyordum. Yatabilsem yüzüp kendimi kurtarabilecektim. Yüzme bilmeyene yardım tehlikeli işti. Kimsenin istekli olmadığı bir anda Tevfik elbiseli atlıyordu göle. Onun temkinli cesaret ve yardımı ile paçamı kurtarıyordum. Bu olay bile tadımızı kaçırmıyor, akşama kadar yüzüyorduk, eğleniyorduk.
Yıllar ilerliyor, küçük kardeşlerimizde büyüyordu. Onlarda bizlere katılıyorlardı. Zaman, hepimizi ev bark sahibi yapmıştı çoktan. Büyüme hormonu durmuş yaşlanma başlamıştı ruh ve vücudumuzda. Her şey daha farklı görünmeye ve daha az zevk vermeye başlamıştı. Acı ve zorlukların varlığını fark etmeye başlamıştık.
Hayat sahte cennette bile zor olabiliyordu. Dinamit lokumu ile balık avlayan amcamın elini bilekten kopartıyordu avucunda patlayan lokum. Dağ gibi adam gözlerimizin önünde, kafası kopmuş tavuk gibi bağırıp dolaşıyor ve bayılıyordu. Sonrasında bunalımlara giriyordu. Çok aksileşen oğluna “ bu kafa ile git dilen” diyordu dedem. Yüreğini parçalayan bu söz yüzünden amcam, dedeme tokat atıyordu. Bu kütü olaydan iki yıl sonra dedemi birkaç yıl sonra da babaannemi kaybediyorduk. Zaman her şeyi eskitip tadını kaçırıyordu sanki.
Elektrik gelmiş ve her türlü alet edevat, uydu antenleri, beton yollar, teleferik ve özel otomobillerle tanışmıştı köylü. Artık insanlar daha rekabetçi ve daha maddiyatçı olmuştu sanki. Çöp artmış su kaynakları kirlenmeye başlamıştı. Her türlü avcılık yasaklanmıştı. Her yerde toprak reformları ile köylüye toprak dağıtılırken Kara denizde kadastro çalışmaları ile köylü soyulup soğana çevriliyordu. Ormana dâhil diye yarısını aldığı arazileri hükümet para ile parası olanlara satıyordu. Kürtler gibi ayağa kalkmadığı için cezalandırılıyordu Karadenizliler. Topraklar geçinmek için kâfi değildi ve yeni nesil de tamamen gurbetçi olmuştu.
Rize’de ki büyük sel felaketi haberini alıp Ankara’dan yola
Çıkmıştık zarar ziyanı incelemek için. Köy kahvesinde amcamla Tevfik’in hararetle tartıştığına şahit oluyordum. Tartışma üslubundan amcamın üzüldüğü belli oluyordu. Yanlarına vardığımda hararetle kucaklaştık. Bir ara tenhada “amcamla konuşma üslubun kanımı dondurdu” dedim Tevfik’e. “ ah emmioğlu ona acıma. Ona acıma o var ya o “ dedi.
“ ne olmuş” dedim. “tek eli ile ömrünü size adadı, dilenmedi, çalmadı, sigaranızı bile çarşıdan taşırdı.” Dedim.
Hafifçe gülümsedi. Bileğimden tuttu. Sağ avucunu açtı. Avucunun içi harita gibiydi. “ bu ellerle dağdan odun edip, topal ayağımla sırtlanıp indiriyor, inceliyor, kamyonlara yüklüyor ve çarşıda müşterisine satıyorum. Aylarca verdiğim emeği bir haftada çarşıdaki bir orospuya yediriyor.” Dedi. Herkes çok dertliydi ama devran bildiği gibi işliyordu. Bir tartışma esnasında Tevfik babasını tokatlıyordu o sene.
Birkaç yıl aradan sonra yine köyüm meleskur’da idim. Sanki her şey daha durgun ve farklı idi. Eskilerin bir kısmı vefat etmiş, yeni yüzler türemişti. İlk defa Meles kur’a ait olmadığım hissine kapılıyordum. Artık yeni adı orta yol kullanılıyordu. Meles kur belki’de? çoktan ölmüştü.
Tevfik’in bir erkek çocuğu doğmuştu. Hasret giderip eskileri andık bir daha. Meğer küçük kardeşim Mahmut’u da boğulmaktan o kurtarmış. Bir buruna iki can. Biz karlı idik. Elinden her iş gelen amcamın oğluna “ şu sıra ne işle meşgulsün “. Diye soruyordum bir ara. Derin derin ufka bakarak “ tokatçımı büyütüyorum.” Diyor ve devam ediyordu; “ babam dedemi, ben babamı tokatladım. Bu beni tokatlamayacak mı ?”
“ erken ölür kurtulursun tokattan” dedim ve zoraki gülüştük.
Millet fındık kırar, benimse fındık yüzünden burnum kırılırdı. Bu şansa ne denirdi? İşte böyle durur durur da aklıma vurur geçmişim ve burnumun direği sızlar.
YORUMLAR
Yazınızla, Akçay'a döndüm. Çocuk oldum, yeniden. Gamsız, dertsiz. Bisiklet tepesinde, böğürtlen topladım, dere boyundan. Bisiklete takılmasın diye, paçasını kestiğim pantolon yüzünden, azar işittim, annemden. " Başındaki kasketi çıkart ta genç kız ol " diyen anneannemi duydum. En yakın arkadaşım, balıkçı Nazmi'nin oğlu, " kararbiber " belirdi, gözümün önünde.
Ve, tokat gibi çarpan, son bölüm. "tokatçımı büyütüyorum." Hayat, bir ayna. Ne yaşıyorsak, yaşattığımızın yansıması. Sevgi gibi.
Kutluyorum kaleminizi. Hep dediğim gibi, " Her yazınız, ayrı bir forum konusu " Uzun soluklu tartışılacak bir konu. Sevgiler,saygılar.
Bu yazınızı ,diğerlerinden ayrı tutuyorum...
Başlarda her şey tadındaydı, sonlara yaklaştığımızda içim sızladı,çok üzüldüm...
Dilerim, hiç bir evlat değil tokat, bir küçük sözle bile incitmesin annesini babasını. Allah kimseye nasip etmesin,evlattan zulm görmeyi...
Saygı ve selamlarımla
.” Diyor ve devam ediyordu; “ babam dedemi, ben babamı tokatladım. Bu beni tokatlamayacak mı ?”
Engin bey her yazınızda olduğu gibi bu yazınzda da gerçek anlamda güzel bir mesaj vermişsiniz. Özellikle buraya aldığım söz var ya, b,z, kendi kendimizi sorgulamaya itmiş. "Ne ekersen onu biçersi" bu söz, buraya yazdığınız parağrafın tam karşılığı olmuş bana göre.
Kutluyorum kaleminizi ve saygılar yüreğinize
Kıymetli Engin Tatlıtürk,
"Sahte Cennet" isimli hikayenizi beğenerek okudum.
Hikaye baştan sonuna kadar hayatın içinden alınmıştır.
Mekanlar çok inandırıcı; hadiseler, çok doğru; ifadeler ve bilhassa kullandığınız kelimeler âdeta oksijen kokuyor.
Meselâ: "Tabiat" kelimesini, "hayat", "millet", "imece".. gibi kelimeleri nasıl da tabii kullanmışsınız.
Yazınızdaki bütünlükten dolayı Sizi tebrik ediyorum.
Allah'a Emanet Olunuz.
Selamlar.