- 758 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
269 - UYUM
Onur BİLGE
Okullar açılalı bir ay olacak. Kitaplarımızın tamamlanması uzun süreceğe benzer. Teksirler çıkmaya başladı. Bu işten; yazan, çoğaltan, satan kişiler para kazanmakta ama nedense hızlı yürümemekte. O nedenle, derslere muntazaman devam etmekten başka çaremiz yok. Bu da çalışma hayatıyla öğrenim hayatını bir arada sürdürmeye çalışan benim gibi kişiler için oldukça zor ve yorucu... Sabah, öğleye kadar çalıştığım okuldayım, öğleden sonra ikinci sınıftan kalan derslere, akşam da üçüncü sınıfın derslerine girmekteyim.
Arada fırsat bulursak, hava şartları müsait olursa, Kültür Park’a, Çekirge’ye, Setbaşı’na veya Yeşil’e gidiyor, oralardaki çay bahçelerinde biraz dinleniyor, konuşuyor, kendi aramızda eğleniyoruz. Diğer kısa aralarda ve genellikle Pazar günleri Virane’de, kendi kendimizeyiz.
Derslerin başlamasına, boş vakitlerin azalmasına rağmen Virane’de; tavla, dama ve satranç turnuvaları aynı hızla devam etmekte... İş iddiaya bindiği için zevkli ve çekişmeli bir biçimde sürmekte. Ucunda basit, sarı metalden teneke gibi birer kupa var ama o kadar kişinin içinde ona ulaşabilmek de mesele...
Aramızda, para kazanma ve işlerini ilerletme derdinde olan Ahmet ve Duygu gibi kişiler; ailelerinden gelen harçlıklarını yetirme derdinde olup, daha çok para harcamayı gerektiren etkinliklere katılamadıkları için kenarda kıyıda kalmış olmanın, çoğunluğa ayak uyduramamanın ezikliğiyle bir an önce para kazanmaya başlayabilmek ve arzu ettikleri gibi yaşayabilme imkânına kavuşmak için derslerine dört elle sarılan, zamanın hızla geçmesini, sınavların arka arkaya yapılmasını, okulun çabucak bitmesini isteyen, ellerinin ekmeğe ermesini dört gözle bekleyenler; bir de Neşe, Orçun ve benim gibi aileleri arkalarında dağ gibi duran veya hem çalışıp hem okumayı başaran, işleri yolunda, sepetleri kolunda olanlar var.
Hepimizin, zaman zaman artan farklı sorunlarımız var ama aşk kadar büyüttüğümüz hiçbir sorunumuz yok. Bir düzen kurulmuş, işletilmekte, biz de ona ayak uydurarak yaşamaktayız. Düzen derken, her yerde farklı işleyen düzenleri kastediyorum. İç içeler ama tıkır tıkır işlemekteler.
Herkesin bir aile düzeni, bazılarımızın bir de pansiyon veya yurt düzeni var. Hepimizin ortak bir okul ve Virane düzenimiz var. Az da olsa bazılarımız, evlenip bağımsız birer yuva kurmuşlar, işletebiliyor veya işletemiyorlar. Nazanlar ayrılma kararı almışken, Ayşeler evlenmeye hazırlanıyorlar. Aşağı yukarı hepimiz âşık olduğumuzu sanıyoruz.
Âşık olduğumuzu sanıyoruz, diyorum. Çünkü az veya çok, şiddetli veya değil, yüreğimizin yettiğince hissettiğimiz duyguların aşk olduğu kanaatindeyiz. Daha başka hisler içinde olmadık ki daha önce veya bize birileri aşkın ne ve nasıl bir duygu olduğu hakkında ders vermedi ki! Ondan bundan duyduğumuz, oradan buradan okuduğumuz, şarkılardan dinleyip, filmlerden seyrettiğimiz şeylerin toplamından çıkardığımız sonuca göre âşık olduğumuz kanaatindeyiz.
Aslında âşık mıyız, değil miyiz, bilmiyor ama hepimiz âşık olmak için can atıyoruz. Özenti ya da zaruri ihtiyaç, her nedense; çevremizde, âşık olabileceğimiz nitelikte birisi yoksa geçmişimizi deşeleyerek, içinden en çok sevdiğimiz kişiye odaklanıyor, onu yüceltiyor da yüceltiyor, sonra da kölesi oluyoruz. Belki benim yaptığım da o! Farklı bir şey değil.
Belki ben de sevme ve sevilme ihtiyacı içinde, sabrımın tükendiği anda aniden önüme çıkan, benimle tamamen zıt karakterdeki birisini aşk çerçevesine sokmaya çalışmaktayım. Çerçeve, bazen büyük gelmekte, İlhan’ı dört tarafından çekiştirmekte, büyütmeye çalışmaktayım. Bazen de o büyük gelmekte, yine dört tarafından kesmem gerekmekte... Aşkla beraber, çeşitli ebatlarda pek çok çerçeve var elimde. Birisine uysa birisine uymuyor. Hepsine birden uyabilmesi için yeryüzünde şu ana kadar rastlamadığım, genişleyebilen, daralabilen, uzayabilen kısalabilen bir maddeden imal edilmiş olması gerekir ki bu mümkün değil. Çünkü öyle bir madde yok ve o bir insan.
İnsan, çeşitli özelliklerle donatılarak yaratılır ve kendisine verilen hareket ve duyu organlarını; iradesini, aklını ve mantığını kullanarak, içinde bulunduğu ortam ve imkânlara göre şekillenir. Bu arada herkesin, birbirine tıpa tıp uyan birer beyni yoktur. Yani herkesin düşüncesi farklıdır. Alışkanlıkları da farklıdır. Hayalleri, beklentileri, yaşama tarzları...
Aşk, iki farklı özelliklere sahip kişinin uyum içinde bir araya gelmesiyle mümkündür ve ömrü, uyumun bozulduğu yere kadardır. Bazen ortak yaşam bazen geçim derdi bazen de beklentilerin farklılığı, uyumu bozar; ne aşk kalır, ne de sevgi... Çünkü egoizm ve çıkarcılık, tüm çirkinliğiyle sahnededir.
İlhan, seyretmeye doyulamayacak bir yaratılışta yaratılmış. Yakışıklılığıyla, Yaratan’ına saygıda kusur etmemeye, emirlerine uymaya çalışmasıyla, hayalimdeki insan çerçeveme tıpa tıp uyan; bizim yaşamakta olduğumuz sosyal hayattan farklı bir tarzda yaşamayı tercih eden, yani sosyal çerçeveme sığmayan, sığması mümkün olmayan birisi. Seçmiş olduğu okul ve tercih edebileceği tüm çalışma alanları yönünden de beklenti çerçeveme belki büyük gelen ama neticede uymayan bir insan.
Diğer her konuda uyum içinde olacağımızdan kuşkum yok. Her duygu düşünce ve davranmışımız, dans edercesine mükemmel bir ahenk içinde sürmekte; değişeceğini de zannetmiyorum.
En çok kızdığım, bir araya gelip konuşamamamız. Bu bile bu ilişkinin bitmesi için başlı başına bir sebep... Bitmesi değil, başlamasına bile engel... Bir dilsiz oyunu, bir yılan hikâyesi, aylardır aynı şekilde sürmekte ve ben bunu aşk olarak nitelendirmekteyim. Anlaşmazlık, başından beri var ve aramızda sıradağlar gibi durmakta, geçit vermemekte... Yani bir araya gelip, konuşamamak... Hep işaretle mi anlaşmaya devam edeceğiz biz? Ne kadar? Nereye kadar?
Konuştukları halde anlaşamayan sayısız insan var. Konuşmadan anlaşmak mümkün mü? Mümkün olduğunu ispatlıyor, aramızdaki bağ, adı sevgi, ilgi, aşk; her ne olursa olsun ama konuşmadan ne kadar sürer? Nereye kadar?
Yaşamakta olduğumuz garip ilişki, bu devirde rastlanması imkânsız, sürdürülmesi zor, bir süre sonra tahammül edilemez bir hal alması, çıkmaza girmesi ve bitmesi kuvvetle muhtemel bir olay. O zaman aşk değil. Başka bir adı olmalı bunun ama ne?
İki kişi arasındaki uyum bile bir süreye kadar mümkün. Arada, aşk adı verilen en kuvvetli tutkal varken, ayrılık kapıda... Ya bütün sistemlerin; mikro büyüklüklerden makro büyüklüklere kadar, canlısıyla cansızıyla kâinatın yatılışı, işletilişi? Akıllara durgunluk!..
Okuduğum tasavvufi eserlerden öğrendiğime göre bu, Allah’ın Rububiyet sıfatının tecellisi... İçinde bulunduğumuz dünya, yörüngeleri üzerinde biteviye hareket halindeki gök cisimleri, insanlar, hayvanlar, bitkiler, hâsılı her yaratılan, birer âlem. Her biri, kendilerine verilen programı uygulamak ve diğer uygulayanların haklarını korumak zorunda. Bu düzeni yaratan ve işletenin koyduğu kurallar belli, dışına çıkmak mümkün değil. Hayvanlar ve bitkiler, doğanın kanunu gibi görülen bu kanunları, sevk edilerek uyguluyorlar. İnsanlara az bir yapabilme gücü ve akıl bahşedilmiş olduğundan, biz de verileni, kurallara uygun olarak kullanmak suretiyle, kendi âlemimizde yaşamımızı sürdürüyoruz. Dağınıklıklarda bile mükemmel bir ahenk ve zıtlıklarda dahi muazzam bir uyum var. Bütün bunlar, Allah-ü Teâlâ’nın Rab sıfatının tecellisi. Rab sıfatıyla, yarattığı düzene kurallar koymuş, her sistemi kendi içinde işletmekte, canlıları da aynı şekilde yaşatmakta.
Yoktan var etmek, büyütmek, geliştirmek, duyu organlarını, hareket sistemini, aklı mükemmel bir biçimde kullanıma sunmak; yücelterek, küçülterek, hak ettiğinde ödüllendirerek, gerektiğinde cezalandırarak eğitmek, yaşlandırmak, güçsüzleştirmek ve öldürmek, hep Rububiyet sıfatının tecellilerinden. Yapılan her hareket, her düşünce, her olgu ve oluşum, O’nun bu sıfatıyla mümkün.
Hayatımın kalan kısmıyla ilgili tüm gelişmeleri tamamen Allah’a bıraktım. Bunun adı teslimiyet olarak geçmekte, kitaplarda. Ölünün, yıkayıcısına teslim olduğu gibi mi? Evet! Kendimi, tüm oluşlar, oluşmalar içinde bir organizma gibi görmekteyim. Saatin bir dişlisi, makinenin bir parçası gibi... İşlevimi yapmaya; kaza yapmamak için akıl, mantık ve irademi kullanarak devam ederken, içinde bulunduğum nehrin akıntısını kader olarak kabul edecek, onda sürüklenmemeye gücümün yetmesinin mümkün olmadığının bilinciyle ters istikamete kulaç atarak, yaşamam için gereken gücü boş yere tüketmek aptallığını yapmadan büyük bir kuvvetin çekiminde olduğumu asla aklımdan çıkarmadan içinde kalmaya mahkûm olduğumun nehirde yol almaya devam edecek, yakınıma düşenlerle mümkün olduğunca güzel şeyler paylaşarak yaşayacağım.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ
YORUMLAR
Konuştukları halde anlaşamayan sayısız insan var.
evet cok dogru.
İki kişi arasındaki uyum bile bir süreye kadar mümkün..
beraber yasadigimiz insanin her hareketini öyle biliyoruz ki ezberlemisizdir
o yüzden onun davranislarini iyi gözlemleyince uyum devam edebiliyor.
burda da tabiiki kendimizden fedakarliklar veriyoruz
ve vermeliyizde bence yerine göre.ama bunuda sevgiden yapiyoruz.
sevgi yoksa fedakarlikta yok.
güzel bir yaziydi.
emegine saglik.
saygi ve sevgimle.