- 1186 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Asıl Katil Ben Değilim?
Bana katil rolünü verdiklerinde sadece “ Anlaşıldı efendim” diyebildim. Tabi ki bunun böyle olmasını istemezdim ama biraz olsun rahatlamak ve üstümdeki yükü hafifletmek için bundan sonra olacak olaylardan beni sorumlu tutmamanızı isterim. Evet, ben bir katilim ama asıl katilim ben değilim. Ben sadece arada kullanılan bir piyonum, masum bir kızın canına kıymak için yollanılan bir Azrail’im ve en önemlisi de bir sırrı saklamak için ağzına demir parmaklık yerleştirilen bir hücreyim. Daha fazla bilgi vermemek için de zor duruyorum. Çünkü ben masumum. O yüzden lütfen beni bir cani olarak görmeyin ve en iyisi bu olayı unutun gitsin. Rol gereği bu olayların benden sizlere anlatılması istendiği içinde gelin olanların üstünü fazla kurcalamadan biraz bahsedeyim. Ama bana söz verin ve anlattıklarım bittiğinde olanların hepsini ama hepsini unutun ancak bir an gelir ki tekrar hatırlatılmak istenirse unutmayın asıl katil ben değilim.
O gece tüm şehirde saatler gece yarısını geçip, hayat durduğunda ve yataklarında mışıl mışıl uyuyan insanlar beşinci rüyalarını görmeye hazırlandıklarında, tek katlı evin bahçesinde ellerini, kollarını kalın iplerle sardığım ve ağzını koli bandıyla üst üste beş altı kez bantladığım kızı arabanın arka koltuğuna taşıdım. Evin ışıklarını söndürüp, bahçe kapısını açtım ve arabama binip kontağı çalıştırarak arabayı dışarı çıkardım. Açık olan bahçe kapısını kapayıp ellerimi sıkan eldiveni çıkardım ve onu silahın, bir sigara paketinin ve müzik cd lerinin bulunduğu torpidoya koydum.
İçimdeki ses o kadar fazla konuşuyordu ki arka koltukta inleyen kızın sesi kulağıma sivrisinek vızıltısı gibi geliyordu. Müziğin sesini açtığımda kurtulduğum sivrisinek vızıltısının rahatlığı ile artık aynadan arka koltukta yatan kıza bakmamaya gayret ediyor ve sanki huzur bulmak için arabamla şehir turuna çıktığım gecelerin hayalini kafamda canlandırarak, bu gece halletmem gereken bir işin olmadığını, her şeyin normal seyrinde devam ettiğini düşünüyor ve aslında kendi kendimi kandırıyordum. Bu acil durumlarda yaptığımız bir kaçış operasyonu değimliydi aslında? Anı unutmak için içilen içkiler ya da ağır bir hastalığın bizi ölüme sürüklediğini bildiğimiz halde tüketilen reçeteli haplar.
Arabanın radyosunda Mercan Dede çalıyordu. Hani Türk filmleri vardır ya, bir cinayet işlenmek üzereyken ya da elinde tabancalı adamlar birisini takip ederken arkaya bir fon müziği konulur ve yaşanılan durum daha da heyecanlı kılınır. İşte bende bu müziğin vermiş olduğu gazla kendimi bir film karesinin içindeymiş gibi hissediyor ve az önce bedenimi saran korku salgısı yerini Polat Alemdar cesaretine bırakıyordu. Arabanın direksiyonuna daha bir sıkı sarıldım ve arkama daha bir güvenli yaslandım. Torpidoyu açarak sigara paketini aldım ve bir sigara yaktım. Dar sokaklardan ayrılarak da ana caddeye vardım. Artık show zamanıydı.
İşte bazen an geliyor kendimi çok güçlü hissediyor bazen de korkudan arabayı kullanamayacağımı düşünüyordum. Ayaklarım titriyordu. O koca caddeyi geçip şehrin dışına vardığımda arabanın içinde sigaradan koca bir sis bulutu oluşmuştu.
Birilerinin bizi izlediğine inandığımız an şüphesiz bir suç işlemek üzere olduğumuz andır. Tam suç işlemek üzereyken birilerinin bize “ Hey orda ne yapıyorsun” demesinden çok korkarız ama bu kelimelerin birileri tarafından söyleneceğine de içten içe inanıp suçu hızlı işlemeye çalışırız. Bu da bazen bize suçu bile işleyememe beceriksizliğini yaşamamıza yol açar. İşte bu durumların en berbatıdır. Hem suç işlediğimiz bir şekilde ortaya çıkar hem de yapmak istediğimizi yapamadan ortada kalıveririz. Heyecanımız, titreyen ellerimiz ve gözlerimizi dört açmamız hep yakalanma korkusundadır. Çevremizde kimselerin olmadığına inansak bile o an bir tarafımız bize şiddetle birilerinin bizi izlediğini söyler. Hele ki hiç tanımadığınız bir kızı kaçırıp öldürmek üzereyseniz!
99 model Renault ile şehrin dışındaki üniversiteye giden yola döndüm. Bozuk arazi yolunda ilerlediğimden araba sarsılıyor ve ağzımda duran sigaranın külü koltuğa düşüyordu. Müziğin sesini artık kıstım ve sonunda arabanın aynasından arkaya bakma cesaretini gösterdim. Kızın inleyişleri biraz olsun azalmıştı. “ Biraz sonra başına gelecek olaylardan dolayı kusura bakma bu benim isteğim değil” dedim. Biraz sonra ölecek olan bir kızın gözlerine bakmak yüreğime daha da acı verdi. Küçükken kurban bayramlarında kesilecek olan koçun gözlerine bakardım ve onun adına sanki kesilecek olan benmişim gibi üzülürdüm. En kötü huylarımdan birisi kendimi devamlı başkalarının yerine koymaktı. Empati denilen şey aslında dedikleri gibi de güzel bir şey değildi. Yaşadığım tüm empatiler sonunda beni panikatak denen psikolojik bir rahatsızlığa götürecekti. İşte bayram sabahları kendimi kurbanlık koyun yerine koyduğumda sanki bir koyunmuş gibi hayata son bir kez bakıyor ve biraz sonra ölünce hayatta isteyipte neleri yapamayacağımın hayallerini kuruyordum. Koyun kesilirken ise hemen içeri kaçıyor ve babama hayret ediyordum. Şimdi sizlerinde bana hayretlerle baktığınızı biliyorum ama başka çarem yok ve hemen bu kızı öldürmeliyim benden isteneni yerine getirmeliyim.
Şehrin dışındaki üniversiteye giden yoldan ayrılarak bozuk bir arazi yoluna girdim. Yerler su birikintisi ve çamur içindeydi. Dikizi aynasından etrafı kol açan ettim. Sıkılıkla yaptığım bir şeydi çünkü aklımın bir köşesi devamlı birilerinin beni izlediğini söylüyordu. Bu heyecanımın en büyük sebeplerinden biriside bu benim ilk cinayetim olacaktı ve sakın gülmeyin askerlik hariç elime ilk kez silah alışım bugündü. Bu işin bana verilmesini de bir türlü anlamamış ama nedenini de sormamıştım. Yalnızca “ Anlaşıldı efendim” diyebilmiştim. Bugün ise sabahtan beri neden bunu sorgusuz sualsiz kabul ettiğimi neden bu işin bana verildiğini, bu işi haletlikten sonra hayatımda nelerin değişeceğini ve alacağım para ile neler yapacağımı düşündüm. Bunun neden yaptığımın aslında sebebini biliyordum ve kendime şaşıyordum. Ama ne olursa olsun bu kızı öldürmeliydim. Para için kendimi sattığım düşünüyorsanız ve bana katil demeye hazırlanıyorsanız durun lütfen. Gün gelecek bu paraya neden muhtaç olduğumu da size açıklayacağım.
Bozuk arazi yolundan geçerek sonunda çiftlik evine vardım. Hemen aşağıya inerek çiftliğin kapısını açtım ve arabayı içeri soktum. Tekrar çiftliğin kapısına yöneldiğimde sağ sola bakınarak dışarıda kimselerin olmadığına emin olup kapıyı kapattım. Koşarak gittim ve arabayı durdurdum. Ses kesilmişti. Şimdi her yer sessizdi ve tabi ki karanlıktı. Tek duyduğum kışın soğuk ince rüzgârının sesiydi. Bu iş hemen bitmeliydi. Fazla zaman kaybetmemeliydim. Ne kadar zaman geçerse bu o kadar fazla korku içinde yaşamam demekti. Kız koltukta daha fazla tepinmeye başlamıştı. Bu bir korku psikolojisiydi. Torpidoyu açıp eldivenleri tekrar giydim ve kafama bir bere geçirdim. Elime silahı alıp belime soktum. Kızı arabanın arkasından indirip kucağıma aldım ve hızla çiftlik evinin içine girerek boş yere koydum. Kızın ağlayışları yüreğimi acıtıyordu. Yanına oturdum ve bende onunla birlikte ağlamaya başladım. Saçlarını okşadım. Yalvarırcasına bana bakıyordu. Titreyen ellerimle gözyaşlarını sildim ve alnından öptüm. Bu duygusal ana daha fazla kendimi kaptırsaydım konuşması için kızın hemen ağzını açar ona sarılır ve onu öldürmez ve her şeyin tüm planların içine edebilirdim. O yüzden kızın hemen sırt üstü yatacak pozisyona döndürdüm. Belimdeki silahı çıkardım ve gözyaşları içinde kızın kalbinin tam üstüne dayadım. “ En az senin kadar bende korkuyorum, bu benim birisini ilk öldürüşüm olacak. İnsanın göz göre göre neden öldürüldüğünü bilmemesi çok kötü bir şey olmalı ama inan senin ölmen benim için çok önemli. En az senin kadar güzel bir kıza aşağım. Elveda.” Onunla son bir kez göz göze geldim. Aslında bunu yapmaktan da korktum çünkü o bakışları ölene kadar unutamayacağımı biliyordum. “ Seni asıl ben vuruyorum, bu açmış olduğun yarayı hayatın boyunca yanında taşıyacaksın ve her yalnız kaldığında beni düşünerek ağlayacaksın” der gibi bakıyordu. Gözlerimden yaşlar akmaya devam ederken, kızın çırpınışları daha da artmıştı. Bu durumdan kurtulması için mucizevî şeyler olması gerekiyordu lakin bu mucizeyi gerçekleştirecek hiçbir şey yok gibiydi. Gözlerimi kapadım, kafamı arkaya çevirdim. Kızın öldüğü anı ve o korkutucu bakışlarıyla tekrar karşılaşmak istemiyordum. İçimden beşe kadar saydım ve sonunda tetiği çektim. Kurşun sesi evin içinde yankılanmıştı. Kızın inleyişleri kesilmiş, titreyen bacakları hareketsiz kalmıştı. Kafamı çevirdim, kıza baktım. Kalbinin üstünden oluk oluk kan akıyordu. Kız ölmüştü. Hemen yan çevirdim ve kanın daha hızlı akarak yerde birikmesini bekledim. Birazdan bir yerlerden polislerin çıkıp evi basacağı düşüncesi beni biraz olsun panikletmişti. Kızın kanaması kesilince kalbinin tam üstünü sargı bezi ile sardım ve kızı boş yatağa taşıdım. Kanın yatağa bulaşmasını istemiyordum. Hemen sıcak su kaynattım ve daha önceden hazırlanan çamaşır suyu ile yerdeki kanı yok ettim. Hiçbir yerde delil kalmamalıydı. Bütün evin içini sıcak su ile yıkayıp ta hiçbir iz kalmadığına emin olduktan sonra kızın sargı bezini tekrar yeniledim ve daha sonra kızı arabaya taşıyarak arka koltuğa bıraktım. Son bir kez evin içini kontrol ettim. Hiçbir iz kalmamıştı, ışıkları kapayıp evi kilitledikten sonra çiftliğin kapısını açtım. Bir an önce yapılması gereken son bir işi daha yapıp evime gidip yatağımda uyumaya çalışmalı ve yarın olduğunda hiçbir şey olmamış gibi hareket etmeliydim. Arabayı çalıştırdım ve hızla çiftlik evinden ayrıldım. Şimdi çiftlik evinin tam zıttı olan kuzey istikametine gidip kızı boş bir araziye atmalıydım. Şimdi bu cesedi neden kimsenin tahmin edemeyeceği bir yere gömmediğimi ya da niye yakmadığımı ve ya neden denize ayağına taş bağlayıp atmadığımı ve böylece cesedin bulunmasının daha zorlaşacağını söyleyebilirsiniz. Tabi ki bende bunları biliyorum yalnız bana verilen emir bu yönde. Ceset çiftliğin kuzey istikametine yani şehrin doğudan girişinin bulunduğu yere yakın bir boş araziye bırakılmalı. Arabayı istenilen yere getirdiğimde önce farları kapatıp arabanın içinden çevremin boş olduğuna emin oldum ve kapıyı açtım. Kızı boş araziye doğru sürükledim ve bıraktım. Kalbinin üstünde sarılı bulunan sargı bezlerini alıp arabanın içine attım ve cebimden bir telefon çıkarıp mesajlar bölümüne girerek yazmaya başladım. “ Baba özür dilerim mesaj atmayı unuttum, beni merak etmişsindir ama gerek yok. Ben bu gece Esinler de kalacağım. Haberinizi olsun. İyi geceler babacım” telefonu babacım diye kayıtlı olan kişiye yolladıktan sonra yerde yatan kızın kot pantolonun sağ cebine koydum. Telefon kızındı. Mesaj babasına iletilmişti. Arabaya tekrar bindiğimde işi halletmenin yükü üzerimden kalkmış gibiydi ama hala bir polis beni çevirecekmiş gibi geliyordu ve bu düşünce üzerimdeki panik atmama izin vermiyordu. Arabayı kullanırken bir yandan arkada bulunan sargı bezlerini, elimde bulunan eldivenleri, silahı ve kafama taktığım bereyi bir çantaya koydum. Telefonumu çıkardım ve patronu aradım. Telefon ikinci çalışında açılmış patron heyecanlı sesiyle hemen cevap vermişti “ Evet” . “ Öldürdüm, patron” dedim. “Kızı istediğin yere bıraktım.” “ Bir sorun çıkmadı değimli” dedi.” Hayır “ dedim” “Merak etme, hiçbir şey olmadı.” “ Güzel” diyerek yanıt verdi. “ Yarın öğleden sonra paranı gelip ofisimden alabilirsin”. Tam kapatırken “ Patron” dedim. “Hiçbir zaman öğrenemeyecekler değimli?” Patron güldü ve telefonu kapatmadan son kez konuştu. “ Merak etme, Saddam Hüseyin ölü ya da değil ama sonuç ne olursa olsun herkesin bildiği tek bir gerçek var. Saddam öldü ama ya ölmediyse?”
YORUMLAR
Erdem Bey; romanınızın bir parçası olduğunu anımsatmanız üzerine yazınızı roman gibi okudum.Düşüncelerimi aktarayım.
--Parağraflar çok uzun.Okurken sıkıldım biraz.
--Fazla akıcı bir dil bulamadım.Daha akıcı olabilir.
--Bazı bölümlerde cümleler çok uzun olmuş.Konu dağılıyor.
--Bunların haricin de başarılı bir kompozisyon .Tabii konusuda kansız olsaydı daha da iyi olurdu.:)
Kolay gelsin.Başarılar dilerim çalışmanız da.
SAYGILARIMLA.