- 776 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
Mavilerin Kesişimi
Mavilerin Kesişimi
Gözlerini aralamaya çabaladı adam. Açamadı. Sinir sistemi ve beyninden gelen emirlerle göz kapakları savaş halindeydi sanki. Göz kapağı kasları açılmak için uğraş verdikçe, tonlarca ağırlığındaki bir güç de üstten açılmaması için bastırıyordu.
Doğrulmak istedi bu kez. Kolları, ayakları felç olmuş gibiydi. Kıpırdayamadı. “ Ne oldu bana? “ dedi içinden. Yürek çarpıntılarının giderek arttığını hissetti. Zifiri bir karanlıktaydı. Bıraktı kendini o şekilde. Dinleniyor, dinlendikçe düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu.
Yaz mevsiminin müthiş sıcağında serinimsi bir ürperti geliyordu bedenine ara ara... Dalgaların sesi hüzünlü bir şarkının nakaratı gibiydi. Hep aynı notalarla ve ritmik bir şekilde gidip geliyordu. Görmüyor, kıpırdayamıyor ama hissedebiliyordu dalgaların manzum sesini. Ara sıra ayaklarına denizin serin suları da değiyordu. Kendinden geçti.
Gözlerini açtığında ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Aydınlıkla karanlığın kesişimi gibiydi her yer. Şekiller bir hayaldi sanki. Ellerini oynattı. Avuçlarının arasında kum tanelerini fark etti. Kum kayalarının, çakıl taşlarının görüntüleri gizemliydi. Doğruldu. Neler olduğunu düşünürken gömleğindeki yer yer kızıl lekeleri fark etti. Pantolonu da yırtılmıştı. Ayağının birinde ayakkabı var diğerinde yoktu.
Üstündekileri çıkardı. Serinlemek ve iyice kendine gelmek için denizin sabah serinliğine bıraktı kendini. Hafif dalgalar göğsüne masaj yaparken, gece yarısı olayları kare kare gelmeye başladı düşüncelerine. Korkuyla ve dehşetle irkildi. Ürperdi. Üşüyordu. Yaz mevsiminin sıcağında kutup rüzgârıydı hissettiği. Korkunun, dehşetin soğukluğuydu bu. Acele, umutsuz adımlarla çıktı denizden. Yanaklarından süzülen denizin suları değil göz pınarlarının haykırışıydı.
Koşmaya, delice koşmaya başladı. Zikzaklar çiziyor, birşeyler arıyordu. Çakıl taşlarının çıplak ayaklarına batışı bile canını acıtmıyordu. Koştu, koştu, koştu ve ilerde bir kayanın dibinde dizlerinin üzerine çöktü. Elleriyle gözlerini kapamaya çalıştı. Heykel gibiydi.
İndirdi ellerini. Göz göze geldiler. Kadın sessizdi. Gözleriyle anlattı herşeyi. Az ilerde parçalanmış şortu, zedelenmiş kadınlık gururu gibi duruyordu. Askılı bluzunun askıları da artık yoktu. Bedenindeki kapalı alan çok azdı. Dudakları, gözleri şişmiş, yer yer morluklar oluşmaya başlamıştı bile. Kadının çıplak bedenini kapatacak birşeyler aradı. Bulamadı. Yaklaştı kadına. Yanaklarını yanaklarına dayadığında, ayrı kollardan gelen suların birleşip nehre dönüşmesi gibi boşaldı gözyaşları birlikte. İkisi de sessizdi. Ama çok şey anlatıyorlardı birbirlerine billur damlalarla.
Güneş ilk aydınlıklarını vermeye ve berrak maviler belirmeye başlamıştı ufukta. Kucakladı kadını. Ayağa kalktı. Deniz de üzülmüş gibi dalgalanmayı bırakmıştı. Sulara doğru yürüdü kucağındaki kadınla. İki çıplak beden de tuzlu suların içinde idi artık. Gece oluşan tüm kötülükleri denizin durgun maviliği temizleyecekti. İkisi de batıp çıkıyordu sulara ve ikisinin de gözü, gökyüzü ile denizin birleştiği çizgideydi. O çizgiye ulaşmak, kötülüklerden arınmak istiyorlardı. Yorgun bedenleri sessizce anlaştıkları o çizgiye yöneldi. Diri diri kulaç atıyorlardı ufuktaki aydınlığa.
Durdu adam birden denizin ortasında.
“-Kaç kişiydiler?”, dedi kadına.
Kadın sustu bir süre. Yutkundu.
“-Boş ver!”, dedi.
İlk kez konuşmuştu ikisi de. Kadın , “Boş ver” demiş, ardından eklemişti : “Artık birlikte olamayız” .
“-Neden?” dedi adam.
-Bedenime hükmeden ve sahip olan sevgisizliğin zorbalığıydı. Ne kaldı geriye? Ne kaldı ki? Hakkı olmayanların sahip olduğu boş bir ten kütlesi…
Adam derin bir nefes aldı. Gözleri parladı.
“-Sevginin gücü!”, dedi.
Kadın irkildi. Denizin ortasında, ufuktaki mavilerin kesişimine süren kulaçlı yolculukta, sevgileri katlanarak büyüyordu adeta. Sevgisizliğin zorbalığı ile sevginin gücünü kıyasladı. Sarıldı adama.
Gökyüzünün maviliği ile denizin maviliğinin kesiştiği uzaktaki çizgi bu olmalıydı. Ufuktaki güzellikleri sevginin gücüyle yakalamışlardı.
“-Dönelim!”, dedi adam.
Kulaçlar daha hızlıydı sahile doğru. Sevginin gücü unutturmuştu zorbalığın hayvanileşme noktasını.
Çakıl taşları yine acıtmıyordu çıplak tabanlarını.
“-Beni çok seviyor musun?”, dedi kadın, adama.
“-Çok seviyorum ve hep seveceğim.”, dedi adam.
Yürüdüler. Artık mavilerin kesiştiği yerdeydiler.
YORUMLAR
Turgay COŞKUN
Selamlar...
Eser Hanım,
Bahsettiğiniz olayla ilgili uzunca bir öyküm var. Bir karı kocanın yatağından 15 dakikalık bir kesiti, tıpkı bu öyküde olduğu gibi, tecavüzün iğrenç yüzünü geri planda bırakarak, psikolojik bir tahlille anlatmıştım. Benim şehit olan(!) harddiskimin içinde kalmamışsa, bulunca yayınlayacağım...
Çok haklısınız. Bir kocanın karısına bu tür bir davranışı tecavüzün bizzat kendisidir.
Öyle çok tecavüz var ki... Bana göre aldatmalar da eşin, sevgilinin ruhuna tecavüzdür. Kadın ya da erkek fark etmeden. İnternetin küçülttüğü dünyada öylesine olaylar var ki artık bilindik. Tüyler ürperiyor.
Benim hazırlamakta olduğum psikolojik bir irdelemeyi esas alan kitabımla ilgili hazırladığım araştırma sorularına gelen cevaplar (Buna hazırlıklı olmama rağmen) ruhumu acıttı, yüreğimi titretti...
Selamlarımla...
Yazınıza yapılan yorumları merak ettiğim için, sayfanıza tekrar uğradım. İçimden geçip de yazmadığımı, yazan var mı? diye.
Tecavüz, kişinin isteği dışında, onayı alınmaksızın, özeline yapılan saldırıdır. Yazınıza konu olan olay, bedene yapılan tecavüzdür. Nedense, hep tanımadığımız, yaşamımızın dışındaki kişilerin, bedenimize saldırılarınza Tecavüz gözü ile bakarız. Oysa, evlerinde, kendi yataklarında, eşleri tarafından tecavüze uğrayan kadınlar yokmudur? Madem ki, tecavüz onaysız, isteğimiz dışında yapılan bir olay. Bir kocanın, aynı durumda ki eşine tavrı da tecavüz değilmidir? Bir bedenin, sahip olan kişinin isteği dışında kullanılması.....
Saygılar.
EMİNE45...
Güzel yorumunuz için teşekkürler.
Bu öyküyü kaleme almaya çalıştığımda anlamıştım ki, sorumluluk bilinciyle bir tecavüzü anlatmak en zor şeymiş. Bu nedenle tecavüzü arka plana alıp sadece hissettirdim. Psikolojik sonuçlarına da çok kısa değindim...
Sevgiler...