- 965 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Anne Yüreği (42)
“ Neler oluyor bana? Neden bu kadına karşı bu kadar duygusal davranıyorum? Neden onu gördüğüm zaman, kelebekler uçuşuyor sol yanımda? Neden yüzüne bakarken, kendimi hırsızmış gibi hissediyorum? Neden, Ayşe’yi çok eskiden tanıyormuş hissine kapılıyorum her gördüğümde? Kadın, üç çocuğu ile yaşam mücadelesi veriyor, ben neler düşünüyorum? Ama düşüncelerim ona zarar vermiyor, kendi kendime konuşuyorum işte. Neyse Can kendine gel, Yoksa senin hareketlerin, Ayşe’yi şüpheye düşürecek”
Arabada tek kelime konuşmamışlardı. Eve ne zaman geldiğini bile anlamamıştı Ayşe. İyi akşamlar deyip, arabadan inmiş, arkasına bile bakmadan evine girmişti. Eve girdiğinde, çocuklar gelmiş ve yine Sıla her şeyi hazırlamıştı annesi gelmeden.
Ayşe, heyecandan kalbini tutuyor “ Kendine gel kızım. Ne oluyor sana? Toparlan, çocuklar bir şey var sanacak” diyerek, üstünü değiştirmek için odasına geçmiş, elini yüzünü yıkayıp, çocuklarını öpmüş ve üçünü de yanına alıp, Sıla’nın hazırladığı masaya oturmuşlardı.
“Anneciğim, Meltem öğretmenim seni soruyordu. Bir ara okula uğramanı söyledi. Sana kitap gönderdi, çalışman için. Ama yüz yüze de görüşmek istiyormuş”
“Tamam kızım. Okulda bir sorun yok değil mi?”
“Yok anneciğim. Serkan’ın öğretmeni ile görüşüyormuşsun. Bu gün çıkarken söyledi öğretmenim. Gökhan’ın da bir sorunu yok”
“Evet, Serkan’ın öğretmeni ile görüşebiliyorum. İşe giderken karşılaşıyoruz genelde. Serkan okumayı sökmüş bile. Sınıfta da iyi durumdaymış. Öğretmeni çok memnun. Hatta ona büyük harflerle yazılmış birkaç kitap verdi yolda. Bak, bunları da doktor bey gönderdi. Vitamin hapları. Bunlardan her sabah sen ve kardeşlerin alacaksınız”
“Tamam, anneciğim alırız. Ben kardeşlerime de veririm. Unutmam merak etme. Onlara da söylerim zaten şimdi”
“Hayriye teyzenleri görmedin değil mi, okuldan çıktıktan sonra?”
“Gördüm anneciğim. Eve girerken, Hayriye teyze ekmek almaya gitmiş, dönüşte karşılaştık. Sakindi, iyiydi. Sana da selam söyledi.”
Sıla’nın konuşmasından, Mustafa’nın gelmediğini anlamıştı. O zaman, kendisi konuşmalıydı. Bunu saklayamazdı. Doktor Bey, Yasemin’in şoklar yaşayabileceğini söylemişti. Bu ağır bir sorumluluktu ve tek başına üstlenemezdi. Akşamları Yasemin evde oluyordu. Orada konuşamazdı. Muhtar ve Hayriye Hanım onlara gelmeliydi.”Zaman biraz geçsin, onları buraya çağırıp konuşayım” diye geçirdi içinden.
Çocuklar, derslerinin başına oturmuş, Serken bağıra, bağıra, heceleyerek öğretmeninin vermiş olduğu hikâye kitabını okumaya çalışıyor, Gökhan “ sessiz oku ne olur” diye ikaz ediyor ama Serkan duymuyordu bile. Ayşe, mutfakta, çayın yanında vermek için bir şeyler hazırlıyordu. Sabahları çocuklarının beslenme çantasına, evde yapmış olduklarından koyuyor, çocuklarını sefil bırakmıyordu. Çocuklar derslerini bitirmiş, üçü de küçük odaya geçip yatmak için hazırlanmışlardı.
“Sıla, kardeşlerinle kal, ben beş dakika muhtar amcanlara kadar gidip geliyorum. Onları buraya çağıracağım. Siz yatıp uyuyun, oldu mu canım?”
Ayşe, evden çıkmış, muhtarlara kadar gitmiş, onları çay içmek için kendi evine davet ederken, Ayşe’nin bakışlarından, Yasemin’in duymaması gereken bir şeylerin olduğunu anlamıştı Hayriye hanım.
“Sizlerden çok özür diliyorum. Sizleri ayağıma çağırtmış gibi oldum. Sizin evde konuşamazdım. Yasemin duymamalı size söyleyeceklerimi. Önce sizinle konuşmamız gerekiyor. Bu gün, Can beyin evindeydim. Ona da konuyu açtım. Anlatacaklarımın, Yasemin üstünde büyük bir tahribat yapabileceğini söyledi. Onun için bu kararı sizin vermeniz gerekiyor muhtar abi”
“Ne oldu? Mustafa ile ilgili değil mi konu?
“Evet abi, Dün akşam iş çıkışında parkta gördüm Mustafa ve yanındaki kızı. Mustafa ile bu kız, buraya gelmeden önceki yaşadığı ilde sevgiliymişler. Kız, ev kızı olduğu için, Mustafa tayinini yaptıramamış. Kız hamile kalmış Mustafa’dan. Hamile kalınca buraya gelmiş tek başına. Mustafa’nın da, buraya gelebilmesi için evlenmesi gerekiyormuş. Başka türlü tayinini yaptıramamış, çaresiz kalmış. Burada, Yasemin’i görmüş ve kendini kabul ettirip, onunla da gizlice evlenmiş.”
“Ne diyorsun sen Ayşe? Yani, şimdi benim kızımı buraya gelebilmek için piyon olarak mı kullanmış bu adam? Öyle dedin değil mi?“
“Üzgünüm ama evet. Yasemin ile konuşmasını söyledim dün akşam. Bu gün konuşacaktı ama konuşmamış. Doktor bey, Yasemin’in, böyle ağır bir şekilde gururunun incinmesinden dolayı, psikolojik sorun yaşayabileceğini söyledi. Onun için korktum. Siz konuyu bilirseniz önlemini alabilirsiniz diye düşündüm”
“Bunun önlemi nasıl alınır? Kimden yardım isteriz? Ne hale düştük? Kızım mahvolacak. O güzel düşünceleri hepten yok olacak”
“Can bey, ihtiyacımız olursa, yardımcı olabileceğini söyledi muhtar abi. En azından bir doktora yönlendirebileceğini falan söyledi. Ondan yardım isteyebiliriz”
“Şu başımıza gelenlere bak. Kızımın yaptığı küçük bir hata ona nelere mâl olacak. Ben çok korkuyorum muhtar. Kızımın ne kadar duygusal biri olduğunu sen de biliyorsun”
“Atlatacağız abla, Atlatmak zorundayız. Mustafa geldiğinde, siz onun yanında olun yeter”
Muhtar derin derin düşüncelere dalmış, bir türlü ne söyleyeceğini bilemez haldeydi. Gece geç saatlere kadar oturmuşlar, sonra da kalkıp gitmişlerdi. Şimdi olacakları beklemeye başlamışlardı. Mustafa ne zaman gelip konuşacaktı belli değildi. Cumartesi ve Pazar günü de gelmemişti. Ne zaman geleceği hiç belli değildi anlaşılan. Her an çıkıp “ben geldim” diyebilirdi ve o zamana hazır olmak gün geçtikçe güçleşiyordu.
Pazartesi günü gelmiş, yine aynı koşuşturmaca başlamıştı. Herkes işine gidip geliyor, rutin yaşam devam ediyordu. Ayşe işini erken bitirmiş, Meltem öğretmen ile konuşabilmek umuduyla, zil çalmadan önce okula yetişmek istiyordu. Hava o kadar soğuktu ki, üstündeki mantosuna sıkıca sarılmış, yüzünü, esen rüzgârdan koruyabilmek için, yere eğmiş, hızlı hızlı yürüyor, etrafını görmüyordu.
“Ayşe, erken mi çıktın işten?”
“Aaa..! Hayriye abla, özür dilerim, o kadar rüzgâr esiyor ki, yüzümü koruyabilmek için başım aşağı eğik, önümü görmüyorum. Sen nereye koşuyorsun böyle? Akşam olmak üzere.
“Saat daha on beş. Kış ayı olduğu için hava erken kararıyor, onun için geç bir saat gibi görünüyor. Aslında seni gördüğüm çok iyi oldu. Bu gün, mahalleden bir komşum geldi. Oradan, buradan konuşurken, Yasemin’in olayını, bir başkası yaşamış gibi anlattım. Bana, iki mahalle ötede, bir hoca olduğunu, muska yapıp, fala baktığını söyledi. Biraz pahalıya mâl oluyormuş ama olsun kızım için değer.”
“Yasemin’e neden muska yaptıracaksın ki? Neyin falına baktıracaksın? Her şey ortada değil mi?”
“Hepten içine kapandı. Belki bir yardımı olur muskanın diye düşündüm. Hem muska üstünde olursa, Mustafa geldiğinde onu korur.”
“İnanmıyorum sana, inanamıyorum bu yaptığına ve düşüncelerine. Hoca, Yasemin için ne yapabilir ki? Öyle bir olay ile karşılaştığımızda bize yardımcı olabilecek tek kişi doktorlardır ki, Yasemin, henüz öyle bir olayla karşılaşmadı. İçine kapanması çok doğal değil mi abla? Muhtar abi bu yaptığını duyarsa ne olur biliyorsun. Onların ne kadar şarlatan ve üçkâğıtçı olduğunu her zaman konuşur. “ O şarlatanlar geleceği görmüş olsalardı, kendi hayatlarını değiştirirlerdi. Baksanıza hepsi sürünüyor, beş kuruşa muhtaçlar. Anlamıyorum bu insanları, gidip onlar gibi şarlatanlara, binlerce lirasını kaptırıyorlar, sonra dolandırıldığını anlayınca da yardım istiyorlar. Bunlar gibi şarlatanlardan kurtulmanın tek yolu eğitim. Halk, bu kadar cahil olunca, işte bu üçkâğıtçılara gün doğuyor, insanların dini duygularını ve inanaçlarını sömürüp, onların üstünden para kazanmakta sakınca görmüyorlar” diye her zaman söylerdi. Görüyorum ki siz de, o şarlatanlara para kaptırmaya karar vermişsiniz.”
“Ne yapayım kızım. Denize düşünce yılana sarıldım işte.”
Devam Edecek
YORUMLAR
İşte ben seni ve yazılarını bunun için çok seviyorum; her bölümde ayrı bir sosyal yaraya parmak basıyorsun.
Fal konusu üzerinde biraz daha durmalısın bence belki birileri doğru yolu bulur ve öyle şarlatanlara para kaptırmaz.
Aklıma geldi ve bununla ilgili ablamın bir anısı var onu kaleme almalıyım sanırım bana kızacak olsa da :))
Sevgilerimle...
Yasemin’e neden muska yaptıracaksın ki? Neyin falına baktıracaksın? Her şey ortada değil mi?”
“Hepten içine kapandı. Belki bir yardımı olur muskanın diye düşündüm. Hem muska üstünde olursa, Mustafa geldiğinde onu korur.”
Denize düşen yılana sarılıyor. Bizim halkımız da muskaya sarılıyor. Güzel bir bölümdü.
Tebrikler...
Sevgilerimle...
Bu diziyi devamlı takip edemedim..Ama etmeye çalışacağım...İşte ülkemizin gerçeklerinden bir parça..
Hangimiz hocaya,falcıya gitmedik ki..
Bu bir eğitim sorunu..Tabiki böyle toplumlarda cici hocaların üremesi doğal...
Hem dolandır,hem rağbet gör...Eğitim zor ve uzun bir yol,kuşaklar ve nesiller boyu devam etmeli...öğretim kolay....
....Konu seçimi ve olayların anlatımı ,verilen mesajlar güzel......Saygılar
Umut dünyası...
Tıptan, doktorlardan umut aramadan hacıya, hocaya gitmek...
İnanmak ayrı şeydir, bilim başka. Ne yazık ki bizim gibi geri kalmış, geri bırak(tır)ılmış toplumların kanayan yarasıdır inanç sömürüsü.
Hikaye tüm heyecanıyla devam ediyor. Sonucunu merakla bekliyoruz Türkan hanım.
Başarılar diliyorum.
Saygıyla selamlar Sinop'a.