95 YIL ÖNCE SARIKAMIŞ'TA ŞEHİT VERDİĞİMİZ MEHMETÇİKLERİN ANISINA
Yazar / Tarih : Burhan KAYA [26.12.2009 / 10:53:46]
Sarıkamış’ta intikal ânı...
Çok Değerli Hemşerilerim; Bugünlerde ruhumuzda derin yaralar açan "Sarıkamış’ın Allahuekber dağlarında şehit verdiğimiz 93.000 şehidin anısına Değerli Gazeteci Arifhan AKPINAR Bey’in KARDAN KANATLAR romanında bir alıntıyı sizlerle paylaşmak istedim.
İntikal güzergâhında, daha önce geçen mekkârelerin silikleşmeye başlamış izleriyle yer yer yabani hayvanların bıraktığı izler vardı. Atların kar üzerinde çıkardığı ritmik sesler, intikal esnasındaki askeri adeta uykuya davete diyordu.
Askerler, arazi şartlarından dolayı zorunlu olarak ikili sıra halinde yürüyorlardı. Yürüyüş kolu, altı yedi kilometreyi bulmuştu. Kumandanlar bu zor şartlarda daha hızlı intikal etmek için askerleri sıkmıyordu. Bundan dolayı yürüyüş kolundan çıkmamak kaydıyla tüfeği istediği gibi taşımak, konuşarak yürümek serbestti. Askerler, kimi yerlerde bellerine kadar çıkan karları yara yara ilerliyorlardı.
Günün ilerlemesiyle, askerlerin takati tükenmiş, ilerleme yavaşlamıştı. Önlerde ilerleyen atlı birlikler, yol açmaya yardımcı oluyor ama atların karların içinde çırpına çırpına yorgun düşmüş olmasından dolayı onların da hızı kesilmişti. Durum hiç de Kolordu Kumandanının tahmin ettiği gibi değildi. Hava sıfırın altında yirmi, yirmi beş derece olmalıydı. Atların burnundan çıkan buhar, kirpiklerine ulaşmadan buza dönüyordu. Etraftaki kar, zaman zaman sertleşen rüzgârla askerlerin yüzlerine savruluyor, askerlerin kaşlarına ve bıyıklarına yapışıyordu.
O günkü intikalde, yine birliğinin ardında kalmıştı Hafız. Bu kez de Ali, onu yalnız bırakmadı. Bir geçitten, döne dolaşa geçiyorlardı. Zemin sertleşmişti ve kaygandı. Onca donma olaylarına şahit olduğu için, donmanın nasıl bir şey olduğunu iyi biliyordu artık. Bunun er geç kendi başına da geleceğini düşünüyordu.
Donma tatlı bir uyuşukluk ve karşı konulması güç, tatlı bir uyku hâliyle başlıyordu. Askerler bu tatlı uyku haline karşı koymakta güçlük çekiyorlar ve bu rahatlığa kendilerini bırakıveriyorlardı. Bu bir gönüllü ölüm değildi, cenneti arzulayış değildi, bu bambaşka anlatılmaz bir şeydi. Hani Mevlana’ya ‘’Aşk nedir?’’ diye sorduklarında, ‘‘Ol da gör’’ demişti ya, işte öyle bir şeydi bu. Anlamak için, olmak gerekti belki.
Akşam olmak üzereydi. Konaklama yerine daha bir hayli mesafe olduğu belliydi. Yorulmuştu Hafız. Ali’yle araları yavaş yavaş açılmıştı. Ali, zaman zaman geriye dönüyor Hafız’ı gözden kaybetmemeye çalışıyordu.
Hafız, birden önünde karların ortasında masmavi bir su adacığı gördü. İçinden buharlar yükseliyordu. Bu sıcak bir kaynak suyu olmalıydı. Etrafında çam ağaçları vardı. Hızlandı. Sert zeminden birden ayağı kayıp bir kar çukuruna düşüverdi. Düşmenin etkisiyle sanki bir uykudan uyanır gibi oldu. Önünde ne bir sıcak su birikintisi ne buhar ne çam ağaçları vardı.
‘’Allahu Ekber!’’ diye kendini toparladı. Donmanın tatlı uyuşukluğuyla karşı karşıya olduğunu anlamıştı. Vücudunun değişik yerlerini çimdiklemeye başladı. Ayaklarını sert sert buzdan zemine vurarak uyuşukluğunu gidermeye çalıştı. Ölmek istemiyordu. Konaklama yerine az kaldığını söylemişti kumandanları. Kendi içinde çetin bir ölüm kalım mücadelesi vermeye başladı birden. Her an düşüp kalabilirdi. Soğuğun etkisini hissetmiyordu. Tatlı bir uyku, sürekli kendisini girdabına doğru sürüklemeye çalışıyordu. Sanki cennet bahçesinden kendisine sunulan elmayı reddeder gibi geri durmaya çalışıyordu uykudan. Soğuk zemin üzerinde, sıcak bir ocak başını reddetmek gibi bir şeydi bu ama direniyordu Hafız.
Ailesini düşündü, Aslı’sını düşündü. Daha bir gayretlendi. Önündeki arkadaşının peşinden ayrılmıyordu. Sessiz bir ölüm kalım mücadelesine tutulmuştu Hafız. Yüksek sesle türkü söylemeye başladı.
Allahüekber kar, boran
Tırmandık dağlara yayan
Gökten ateş dökülse de
Yılar mı hiç Hafız olan
Sesinin karşı tepelerde yansımasını duyuyor, yaşadığından emin olmaya çalışıyordu. Ne ki her adımda sesinin tonu biraz daha yavaşlıyor, kelimeler dudaklarından biraz daha anlamsızca çıkmaya başlıyordu. Birden onun türküsüne önündeki ve arkasındaki arkadaşları da katıldılar.
Allahüekber yan yatar
Kırazmış da güneş batar
Allah(hü)ekber’in döşünde
Neçe bin şehitiler yatar
Anlaşılan herkes aynı ölüm kalım mücadelesini yaşıyordu kendi kendisiyle. Hafız, zaman zaman etrafta bacasından dumanı tüten evler görüyor gibi oluyor, hafif bir sendeleme sonrasında kendine geliyordu. Havale geçiren bir hasta gibi bilinci bir yerine geliyor, bir kayboluyordu.
Hava iyice kararmıştı. Ali gözlerden kaybolmuştu. Belki de geride kalmıştı. Hafız nihayet kurtulduğunu düşünüyordu. Toplanma yerine gelmişti. Etrafta öbek öbek ateşler yanıyor, sesler yükseliyordu. Sıcak çorbaların kaynadığı kazanların buharını görebiliyordu. Birden ayağı kaydı ve yine bir kar çukuruna düştü. Kendine geldi birden. Birisinin, düştüğü çukura tedirgin bakışlarla el uzattığını gördü. Bu Ali’ydi. Ali’nin gözlerindeki korku, ‘’Düşen kaldırılmayacak, herkes intikal edecek!’’ diye kesin emrin etkisindendi. Evet, Enver Paşa’nın ve Kolordu Kumandanı Hafız Hakı’nın emriydi bu. Arkadaşının elini sımsıkı kavradı. Bir müddet ona dayanarak yürümeye çalıştı.
Zaman ilerledikçe moraller iyice bozulmaya başlamıştı. Zira artık yol kenarında donmuş asker ve hayvan cesetleri sıradanlaşıyordu. Yol kenarında silahına yapışıp öylece kalakalmış askerler, karların üzerinde sanki uyuyormuş gibi duruyorlardı. Sanki hiç ölmemiş gibiydiler. Sanki hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyormuş gibiydiler. Öylesine gerçektiler ki! Allahuekber Dağları’nda gözlerden uzak, insanlığın şahit olabileceği ama sadece yaşayanların bildiği, en acı dramlardan biri yaşanıyordu…
(A.Akpınar, KARDAN KANATLAR romanından)
Yukarda ki yazı Öğrencim Burhan Kaya’nın www.hinisinsesi.com sitesinde yayınlanmış olan bu yazısını 95 yıl önce şehit verdiğimiz mehmetçiklerin anısına yazılan bu yazıyı buraya aldım.
Sevgili okuyucularıma duyurulur...
Saygılarımla
Haydar Uzun
YORUMLAR
selam üzerinde gezdiyimiz vatanımızda şehitlerimizin kanı var ama bizler cümleten rahmet diliyoruz yıllar önce sevdigim insanı egitimciydi yüksek ovada şehit verdim hale yüregim yanar ve gözyaşlarım dinmez hergün korkudan haber izleyemem artık yere akan kanlar gözlerden akan yaşlar dinermi bilmem güzel dileklerinize teşekkür ederim güller diyarından selamlar
Teşekkür ederim size bu güzel hatırlatma yazısı için ..her ne kadar pek ilgi görmesede :(
Daha bir kurşun yemeden soğuktan ölen çocuklardı çoğu
baharla karlar eriyince bozulmamış bedenleri sularla birlikte binlercesi aktı gitti aşağılara ..
şehitlerimiz
bugünlerde bir terörist kadar değeri olmayan şehitlerimiz
bu vatanı kutsal yapan ruhlarınızdır
tebrik ve saygılarımla