- 1208 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Emanet Yolcuydum Hayatında...
Sana yazdığım ilk ve son mektup….
Bundan sonra hiçbir yerde karşına çıkmayacağım. Bu satırlarla veda ettikten sonra tamamen çıkacağım hayatından. Belki değmeyeceksin bu satırlara… ama yüreğimdeki kocaman aşka olan borcumdan karalıyorum. Edebi hiçbir değeri yok, herhangi biri için herhangi bir mektup bu sadece.
Hani demiştim ya; sana yazdığım ilk mektup diye, aslında değil; daha önce birçok defa yazdım ama göndermedim, gönderemedim. Sana göndermeye engeldi; satırlara düşen gözyaşlarım, engeldi titreyen ellerimden çıkan boynu bükük sitemlerim.
Bak şimdi satırlara tek tek; bir damla gözyaşı var mı diye. Oysa kağıdı kalemi her elime aldığımda gözyaşlarım çağlardı; yatağı dar gelen azgın bir ırmak gibi. O yüzden gönderemedim diğer mektupları. Satırlara bir çığ gibi düşen isyanımı bilme istedim. Yüreğimin çığlıklarını duyma istedim.
Acaba diğerlerini sana gönderseydim duyar mıydın beni! Okuduğun her satırda ellerimin nasıl titrediğini görür müydün! Anlar mıydın; eğri büğrü her harfin, aslında titreyen bir yüreğin habercisi olduğunu! Anlar mıydın; elini buruşuk bir kağıt üzerinde gezdirirken, yüreğimdeki bu yangının tek sebebinin sen olduğunu!...
Şimdi bütün gerçekleri çırılçıplak önüne sereceğim…
Hayat; zordu bana hep. Yarattığı kasırgalarla oradan oraya savururdu beni. Ses etmezdim, gık bile demez olmuştum artık. Kim bilir belki de yakarışlarımın, bana sert bir şekilde geri dönmesi canımı acıtmıştı. Belki de yorulmuştum, aman dilemekten ya da çaresizliğimin her defasında ayaklarıma çelme takmasından ve her defasında düşmekten yorulmuştum.
Sonra sen geldin… en yorgun en bitkin anımda çıktın karşıma. Önceleri korktum, çünkü biliyordum; hayatın bana hazırladığı yeni bir tuzaktın. Bu defa kalleşçe oynamayı seçmişti hayat; benimle değil de duygularımla oynamayı seçmişti. Bu defa sert vuracaktı hayat; sertçe dibe vuracaktı beni, biliyordum. Akbabaların gücü yetmeyecekti, kaldırım taşlarına yapışan leşimi kazımaya. Farkındaydım, ama direnmeye gücüm yoktu artık. Bütün silahlarımı attım ve beni, sana; hayata teslim ettim.
Bir savaşçıydın sen. Hayatın, can çekişen canımı almak için gönderdiği bir savaşçı… başarılı oynadın rolünü; bu aşkın zehrini yavaş yavaş verdin damarlarıma. Evet, başarılıydın; taktığın maskenin ardındaki karanlık yüzünü saklamayı başardın. Ama unuttuğun bir şey vardı ben aptal değildim; sadece yorgundum, bitkin düşmüştüm savrulmaktan ve aşıktım. Gün ışığında şeffaflaşan maskenin altında gördüğüm yüzün, seni ele vermeye yetiyordu, bense aşkın gözüyle beraber kendi gözlerimi de kör etmiştim.
Nasıl mı?
Sıkıca yumdum, kapattım gözlerimi gördüğüm gerçek surete. Maskeye inandım ya da inanmış gibi yaptım. Biliyordum sana aşık olduğumda beni, uçurum kenarında bırakacaktın. Biliyordum bu aşkın sonu ölümdü… benim ölümümdü.
Ve ben çıplak ayaklarımla girdim bu yola. Elsiz ayaksız ya da güle oynaya… nasıl tabir edersen işte. Ölüme gider gibi değil de, düğüne gider gibi geldim sana. Beyazı sevmezdim aslında; ama ben beyaz giydim bu aşkta ve sıkıca bağladım kırmızı kurdeleyle kendimi ölüme.
Farkındaydım, hayatında emanet yolcu olduğumun, bu yüzden hep eğreti oturdum hayatına. Hiç yerleşmeye yeltenmedim sana. Bir gün, bir yerlerde beni hayatından indirecektin. Bir gün, bilinmezlere sürgün edecektin şu titreyen yüreğimi. Hiç ummadığım bir anda bırakacaktın beni… kabullenmiştim… tek korkum karanlıkta bırakıp gitmendi. Bu yüzden anlatırdım sana karanlığı, bu yüzden şikayet ederdim geceyi. Belki göğsünde, bir yerlerde pas tutmuş da olsa bir yüreğin vardır dedim, belki sızlar için, belki seversin… ama sen, beni hiç sevmedin.
Hani dedim ya kabullenmiştim, sonunu biliyordum. Bile bile içtiğim ecel şerbeti fazla acı vermemeliydi bana. Evet! canım çok yanmazdı, eğer mertçe vursaydın beni. Kalleşçe oynamasaydın oyunlarını, canım çok acımazdı. Biliyordum, namludan çıkan her kurşunun bir tebessümü gözyaşına çevirdiğini; ama sadece gözyaşına. Feryada değil, isyana değil, yangına değil…
Söyle ne olur! Hak etmedim mi şerefli bir ölümü? Sözlerini yüreğime sokarken, gözlerimin içine bakmanı hak etmedim mi? Biliyordum savaşçıydın, beni öldürmek için gelmiştin; ama yine de bu zıkkım aşta, içimde büyüttüğüm bu koca adam veda etmeliydi bana; idam sehpasına tekmeyi vururken.
Son dileği sorulurdu idam mahkumlarının ve ben sadece sana, yolun güllerle dolsun diyecektim; dikensiz güllerle…
Asla yalvarmayacaktım sana, asla….